Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Yağmur

Yağmur



Yağmur

" O Rab ki, yeri sizin için
bir döşek, göğü de (kubbemsi) bir tavan yaptı. Gökten su indirerek onunla, size
besin olsun diye (yerden) çeşitli ürünler çıkardı. Artık bunu bile bile Allah'a
şirk koşmayın." (2/Bakara, 22)
"Gökten belli ölçü ve
miktarda su indirdik de onu yerde durdurduk." (23/Mü'minun, 18)
"Rüzgârları ve yer ile gök
arasında emre hazır bekleyen bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir
topluluk için (Allah'ın varlığına ve birliğine) deliller vardır." (2/Bakara,
164)
Rüzgârın dindiği ve yağmur
damlalarının toplu halde, o nâzik ve nâzenin çiçekleri, binlerce küçük
hayvancıkları incitmeden yavaşça yere indiği bahar yağmurları ne kadar huzur
vericidir. Fakat herhalde, karşımızdaki bu nefes kesici manzarayı seyrederken
yağmurun tatlı nağmelerini dinlerken, damlaların hangi halde bize bu tabloyu
sunduklarını düşünmüş olsak bile, bizim bu konuda fazla bilgimiz yoktur.
Yaratıcı'nın koyduğu kanunların
zincirleme işlemesiyle atmosfere gelen güneş ışınlarının, ancak canlıların
ihtiyacı kadar olan üçte biri yeryüzüne ulaşır. Bu da rahmetin/yağmurun
devamlılığını temin eden buharlaşmayı sağlar. Denizlerden ve toprak üzerinden
kaldırılan su aynı oranda buharlaşır, tekrar yere iner ve hayatın devamında
görev alır. Sonsuz kudret sahibi Allah, bir yılda 450 katrilyon litre suyu
buharlaştırmaktadır. Keza, dakikada yeryüzüne yaklaşık bir milyar ton, saniyede
16 milyon ton su, yağmur olarak indirilmektedir. Yağışlar, yeryüzünün değişik
bölgelerinde farklı miktarlarda olmasına rağmen, evrende israfa yer verilmeyerek
bu rakam korunur ve bir yıl içerisinde dünyaya düşen toplam yağmur miktarı,
diğer yıllarda da hep aynı kalır ve bütün zaman boyu böylece devam eder.
Atılmış pamuk gibi bulutlarda,
birbirine yakın su molekülleri arasındaki elektriksel câzibeyle oluşan yüzey
gerilimi, damlaları bir küre haline getirir. O tertemiz ve masmavi semada kısa
zamanda meydana gelen bulutlardaki bu damlalar, eğer küçüklerse hava onların
şeklini fazla bozamaz. Fakat büyüklerse alt taraflarını yassılaştıracak
bir basınçla karşılaşırlar. Allah'ın dilediği zaman, dilediği coğrafyaya
onca yükseklikten aşağıya düşerlerken, önceden bilindiğinin aksine, değişime
uğrama şekilleri sadece büyüklükleriyle ilgil değildir. Bu zaman
zarfında saniyede yaklaşık 300 defa şekil değiştirirler. Şekilden şekle geçerek
bir plân dahilinde yere ulaşan damlalar, toplu halde çok güzel bir manzara
sunarlar insanlara.
Yağmur damlaları, dengelenmemiş
bir yerçekimi kuvvetinin etkisinde kalsalardı; yere düşene kadar hızları devamlı
artarak çok büyük değerlere ulaşırdı. Bu da, dolayısıyla muazzam hareket
enerjisi kazanmış damlaların yeryüzüne taş gibi düşen felâketi olurdu. Bunun hiç
de böyle olmadığını, ilmi sonsuz bir Yaratıcı'nın tecellisiyle başlangıçta
hareketsiz olan her bir damlanın, yerçekiminin ters yönünde artan bir hava
direncinin etkisinde hareket ettiğini görüyoruz. Bu şekilde damlaların hızları,
yukarı yönlü hızla artan hava direnci ile, aşağı yönlü yerçekimi kuvvetinin
birbirine eşit olmasına kadar artarak sonunda sabit kalmaktadır. O aktif, berrak
ve tatlı su, hiçten ve gaybî bir hazine-i rahmet'ten gönderildiği hem cahillerce
hem bilginlerce kabul edilir ki, sanki rahmet, tüm canlıların ihtiyaçlarına
cevap vermek için tebessüm ederek damlalar suretinde ilahî hazine çeşmesinden
akmaktadır. Yağmurda görülen bu ilahî yardım tecellisinden dolayı ona rahmet adı
verilmiştir. (3)
Denizler dolusu su, gökler
dolusu su... Bir senede yağan yağmurları bir araya toplamak mümkün olsaydı,
belki Akdeniz'i doldururdu. Demek ki, bir senede Akdeniz'i gökyüzüne çıkarıp
yere indiren, onları toprağın altına geçirip, yer altı kanallarında dolaştırıp,
tekrar yeryüzüne ulaştırıp, insanların hizmetine sokan var. Nil, Fırat ve
Amazon nehirlerinin çıkışı, insanı hayretler içinde bırakmaktadır.
Bulutlar için, tencereden çıkan
buharı örnek verirler. Burada unutulan hususlar şunlardır: Nasıl ki bir tencere,
tencerenin içinde su var ve bu su, sobanın üzerine konmuş, soba da yakılmışsa...
Yeryüzü sularını, su yatakları denen kaba koyan, güneş ısısı ile bunu
buharlaştıran bulunmalı ve bilinmelidir. Yani suyun teşekkülünden tutunuz,
buharlaşmasına kadar bütün süreç, bir tertip ve nizam içinde yürümektedir. Bu
nizamı koyan kimdir? Sular, en fazla yazın buharlaşır. Fakat en kurak mevsim de
yaz aylarıdır. Buharlaşma, deniz ve okyanuslarda daha fazla olmasına rağmen,
buralara daha fazla yağmur yağmıyor; suya ihtiyacı olan ormanlık alanlarda yağış
fazla oluyor. Bu örneklerden anlıyoruz ki, bir yerde buharlaşan sular, gökyüzüne
yükselip, rüzgâr arabasına bindirilip, bir plân dahilinde sevk ediliyor,
yaprakları buruşan, hal dili ile su isteyen bitkilerin imdadına yetiştiriliyor.
Bitkilerin bulunmadığı yerlere yağmurun az yağması gösteriyor ki, ormanlar
yağmur çekme bakımından da bir hazinedir.
Yükselen buharlar başıboş
bırakılmıyor. Onlar belirli yerlerde toplanıp, belirli yerlere sevk edilince, o
bölgenin rasathanesi "bugün falan yere yağmur yağacak" diye bildiriyor. Artık
yağmur o beldenin sınırına gelmiştir. Nasıl ki radarlar, yaklaşan uçağı
yakalayıp haber veriyorsa, meteoroloji istasyonlarındaki âletler de, yaklaşan,
hatta içeri giren buharı, yani rutubeti haber veriyor. Böylece yağmurun yağacağı
anlaşılmış oluyor. Meteoroloji bilginlerini takdir ederiz. Öte yanda gemiciler
ve bazı hayvanlar yağışlardan haber verdikleri gibi, fırtınalardan da haber
vermektedirler. Mesela derler ki "martılar sahile vurdumu kar yağar veya fırtına
kopar." Ve genellikle de böyle olur.
Fakat, hayvanların bir şeyler
bilmesi ve haber vermesi ile insanların bilmesi daha başkadır. Hayvan yağışın
olacağını haber verdi, diyelim. Hayvanın bundan başka yapacağı bir şey yoktur;
hayvanın yapacağı bu kadardır. Fakat biz insanlar, yağan yağmura bakarken
düşünürüz: "Hiç yağmur yağmasaydı ne olurdu?" "Yağan yağmurlar, hiç durmasaydı
ne olurdu?" "Yağmurlar tane tane değil de oluktan boşanırcasına yağsaydı, kaya
gibi başımıza düşseydi ne olurdu?" Bu üç sorunun cevapları aynı olacaktı: Tek
kelimeyle "felâket!" Öyleyse yağmurun yağışında üç felâket gizlenmiş. Bizi bu
üç felâketten koruyan var. Şükretmeyelim mi?
"Yağmur, doğanın sevinçten
ağlamasıdır." Bir yağmur damlasının buharlaşıp gök yüzüne çıkması ve yoğunlaşıp
yağmur halinde yeryüzüne inmesi esnasında; şiddetle inmeden, rahmet olarak
başımızı okşaması, canlıların imdadına yetişmesi, şefkatle üzerine düştüğü en
nazenin yaprak ve çiçeklere dahi zarar vermemesi, bütün bu olayların, üstün bir
ilim ve kudret çerçevesinde gerçekleştiğini göstermez mi? (4)
Bütün yaratıklara rızkını veren
Rabbımız, mahlukatını rızıklandırmak için öyle mükemmel, öyle hoş ve güzel, aynı
zamanda akla durgunluk veren öyle muhteşem bir sistem kurmuş ki, hayran
kalmamaya imkân yoktur. İncelediğimizde, bu sistemin ne kadar ince bir hesabın
eseri olduğunu ve ne kadar ustalıkla uygulanmakta bulunduğunu görür ve
hayranlıkla yaratıcının büyüklüğünü kavrarız. "De ki; gökten yağmur
gönderip bitkileri çıkarıp size rızık
(olarak) veren kimdir?"
(10/Yûnus, 31) Bilindiği gibi, yiyeceklerimizden çoğunu Allah'ın büyük
lütuflarından olan yağmur sayesinde sağlarız. Eğer yağmur olmasa, akar sularımız
da olmaz. Akar su ile sulamamız da imkânsız olur.
Kurak geçen senelerde çekilen
su sıkıntısını hepimiz biliriz. Kuraklığın devamlı olduğunu düşünün, halimiz ne
olurdu? Arz üzerinde bitki namına bir şey kalmaz ve bulunmazdı. Yağmuru
yağdıran, topraktan bitkilerin ve gıdamızı teşkil eden hububat, sebze ve
meyvelerin yetişmesini sağlayan Cenab-ı Hak'tır. Çeşitli gıdalarımızın her biri
yaratılma ürünü olduğu gibi, toprak tarafından tekrar tekrar verilmesinin nasıl
meydana geldiğini düşünelim. Eğer bu çeşitli gıdalar yaratılmamış olsaydı, ya da
toprak bunları yetiştirecek imkâna sahip kılınmamış olsaydı, bunları nereden,
nasıl elde edebilirdik? Eğer gökleri yaratıp oradan yağmuru indirmese, toprağı
yaratıp bunları yetiştirecek özelliklere sahip kılmasaydı hiç birini elde
edemezdik. Onun için ne kadar şükretsek yeridir.