Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
İstikbar Duygusu
İstikbar Duygusu
İstikbar Duygusu:
?İstikbar duygusu', büyüklük kuruntusudur.
Istikbar edenlerin hiç biri aslında büyük değillerdir. Onları büyük ve yüce
yapacak bir özellikleri de yoktur. Ancak onlar, kendilerinin büyük olduğu
kuruntusu içerisindedirler.
Allah (cc) şeytana soruyor:
?Sen büyüklük mü taslıyorsun (istikbar mı
ediyorsun) yoksa gerçekten sen üstün olanlardan mısın??
(Sâd, 75)
Demek ki şeytanın yücelikle bir ilgisi yok. O
kendinde bir üstünlük gördü, büyüklendi ve Rabbinin emrini dinlemedi.
Bazı insanlar ellerindeki güçlerle,
dünyalıklarla veya saltanatla (devlet gücüyle) kendilerini üstün görürler. Allah
karşısında kul olduklarını unuturlar da kendilerini Allah'tan müstağni sayarlar
(O'na ihtiyaç duymazlar). Bunların bir kısmı Ahireti inkar ederler. Bir kısmı da
Ahiret olsa bile yine kendilerine ait olacağını düşünürler. Çünkü onlar,
ellerinde güç ve imkan var olduğunu zannederler. Hayatın yalnızca bu dünya
yaşantısı olduğunu kabul ederler. Sahip oldukları mal, çocuklar ve iktidarla
üstünlük taslarlar. Bu dünyalık ve güçle insanlara hükmetmeye, onları
kullanmaya, onları köleleştirmeye çalışırlar. Bu isteklerine kavuşmak için
zorbalığa ve zulme baş vururlar. Böylece haddi aşarak bağy (azgınlık) ederler.
Arzularını gerçekleştirmek yolunda hiç bir yasak ve günah tanımazlar. Işlerine
ve hayatlarına kendi ?heva'larına göre yön vererek ilâhlığa soyunurlar.
Insanları yönlendirmek ve kullanmak isteyerek Rabliğe yeltenirler.
Böyle kimselere Allah'ın âyetleri hatırlatıldığı
zaman ?bunlar da neymiş' der alay eder ve aldırmazlar. Peygamberleri ve onların
yolunu izleyenleri dinlemezler. Allah'ın huzurunda secde yapmayı kibirlerine
yediremezler, ibadet onların nefislerine çok ağır gelir. Allah'ın hükümleri ve
ilkeleri karşısında çok inatçıdırlar. Onlar aslında hem hasta ruhlu insanlardır,
hem de zayıf karakterlidirler. Ancak zayıflıklarını haksız yere kibirlenerek
kapatmaya çalışırlar. Allah'ın âyetlerine karşı çıkışın temelinde yatan sebep
gerçekten ?istikbar' duygusudur. Aynı duygu; Allah önünde ibadet etmekten de
hoşlanmaz. Diğer insanları küçümsemek, onlara tepeden bakmak, onlardan
tiksinmek, onlara hakeret etmek ve onları çeşitli tuzaklarla kullanmak niyetinin
arkasında da istikbar anlayışı vardır.
Yeryüzünde zulme sebep olan, orasını ifsat eden
ve zayıfları ezen kimseler de yine bu istikbar duygusuna sahip olanlar ve bu
yüzden taşkınlak yapanlardır. (Kasas, 39) Iktikbar sahibi müstekbirler,
insanlara karşı haksız yere ?bağy'ilik yaparlar. Onlara karşı böbürlenip
haksızlıkta bulunurlar, onlara hükmetmeye kalkışırlar. Istikbar sahiplerinin
tipik özelliklerinden biri de kendi ?heva'larına uymalarıdır. Onlar, kendilerini
güçlü ve üstün gördükleri için ilâhí yasaları tanımazlar ve akıllarına estiği
gibi hareket ederler.
İstikbar duygusu ve ahlâkı inkârcıların
özelliğidir. (A'raf, 36,75-76; Kasas, 76-77) Dünyada iken Allah'a ve O'nun
âyetlerine karşı istikbar edenler için alçaltıcı bir azap vardır. (Ahkaf, 20;
Ğafir, 60) Allah'ın âyetlerine karşı istikbar edenlere göğün kapıları
açılmayacak, onlar deve iğnenin deliğinden geçinceye kadar Cennet'e
giremeyecekler. Onlar için Cehennem'de ateşten yataklar hazırlanmıştır. (A'raf,
40-41) Allah'a karşı ibadet etmeye istikbar duygusu yizinden yanaşmayanları
sonları da farksız olacaktır. (Ğafir, 60)
Kullara düşen Rablerinin huzurunda ?kul' olarak
haddini bilmek, bulunduğu yeri iyice tesbit etmektir. Ya da O'nu Rab olarak
bilip verdiği nimetler şükretmektir. Güçsüz, zayıf, yaşamak için başkasına
muhtaç ve nihayet ölümlü olan insanın kibirlenmeye, iblis gibi Allah'a kafa
tutmaya hakkı yoktur. Istikbar edenler büyük bir haksızlık içerisindedirler. Bu
nedenle Allah (cc) kesinlikle istikbar edenleri sevmez. (Nahl, 23)
Peygamber (sav) şöyle buyuruyor:
?Şüphesiz Allah (cc) şöyle diyor: ?Büyüklük (kibriya)
elbisem, azamet (ululuk) da gömleğim (gibidir). Kim bu iki şeyde benimle
yarışırsa onu Cehennem'e atarım'.?[1]
Kur'an-ı Kerim'de istikbarın tipik örneği
firavun'dur. O kendini büyük, güçlü ve yıkılmaz saltanat sahibi görerek ilâhlığa
kalkıştı, Hz. Musa'nın davetinden yiz çevirdi. Hz. Musa'nın çağrısına uyarak
Allah'ın önünde secde etmeyi gururuna yediremedi. Allah'ın hükmüne uymaya
tenezzül etmedi.
Günümüzde ise bu haksız büyüklük taslamanın (istikbarın)
yansımalarını her yerde görmek mümkün. Zenginler, makam sahipleri, koca koca
şirketleri ve fabrikaları olanlar, sistemler, devlet düzenleri, uluslararası
kuruluşlar, devlet yöneticileri, sultanlar, krallar, şöhrete ulaşanlar ve daha
niceleri ?istikbar' ediyorlar. Allah'a ve O'nun koyduğu ölçülere karşı çirkin
bir başkaldırı ve büyüklük duygusu içerisindedirler.
[2]
Allah'a istiğna ve isyan, insanları küçük görme,
onlar üzerinde zorbalıkla egemenlik kurma anlamını da ihtiva eden büyüklenme. Bu
niteliklere sahip olan kişiye de müstekbir* denir. Kelime olarak istikbar, büyük
olma anlamındaki "ke-bü-ra" kökünden gelir ve büyüklenme anlamını dile getirir.
Aynı kökten gelen tüm kelimeler de büyüklük ve büyüklenmeyle ilgili anlamlar
taşır. Meselâ kebir, büyük; kebire, büyük şey; ekber, daha büyük, en büyük;
kibriya, büyüklük, yücelik, ululuk; ikbar, büyük görme; tekbir, büyükleme,
yüceltme, ululama; tekebbür, büyüklenme; mütekebbir, büyüklenen demektir.
Büyüklük Allah'a özgü bir niteliktir. Bu nedenle
"ke-bü-ra" kökünün tüm türevleri genellikle Allah'ı nitelemek, adlandırmak,
yüceltmek için kullanılır. Sözgelimi büyüklük anlamındaki Kibriya, Allah'ın
sıfatlarındandır. Mütekebbir de Allah'ın güzel adlarından (esmau'l-hüsna)
birisidir. Bu nedenle müslümanlar her fırsatta Allah'ın büyüklüğünü, yüceliğini
dile getirmekle yükümlüdürler.
Meselâ, kulluğun en büyük işareti olan namaza, "Allahu
ekber" denilip (tekbir) Allah'ın ismi yüceltilerek başlanır. Namaz sonunda Allah
Tealâ, yine "Allahu ekber" (Allah en büyüktür) denilerek tesbih edilir. Kurban
ve Hac ibadetleri sırasında, Şeytan taslanırken, Kâbe tavaf edilirken,
büyüklüğün Allah'a özgü olduğu "Allahu ekber" denilerek, tekbirle ilan edilir.
Şaşırtıcı her durumda da tekbirle, "Allahu ekber" denilerek Allah'ın ismi
yüceltilir, yaratılmışlara özgü niteliklerden soyutlanır, tenzih edilir.
Ke-bü-ra kökünden gelen kibir, tekebbür ve
mütekebbir kelimeleri gibi, istikbâr ve müstekbir kelimeleri de insan için ancak
olumsuz bir durumu belirtmek ya da adlandırmak için kullanılır. Bu bağlamda
istikbar kelimesi büyüklenme, büyüklük isteğinde olma, bu istekle yeryüzünde
bozgunculuk çıkarma, başkaları üzerinde rableşme ve kendinde kibir içinde bir
büyüklük vehmetme anlamlarını dile getirir. Bütün bu nitelikler müslüman
tanımının dışına, kâfir insan tipine özgü niteliklerdir. Çünkü müslüman olan,
tevazu ile Allah'a teslimiyet demektir. Dolayısıyla müslümanın temel nitelikleri
tevazu (alçak gönüllülük) ve hilm (yumuşak başlılık) dir. İstikbar ise, hepsi de
küfürle eşanlamlı ya küfrün nedeni veya sonucu olan isyan, zulüm, azgınlık ve
sapkınlık gibi niteliklerle ilişkilidir.
Kur'an'a göre istikbar, insanlara tepeden bakma,
onları küçük görme gibi kâfirin en tipik özelliklerinden birisini temsil eder.
Bunu kelimenin kullanıldığı çok sayıdaki ayette açıklıkla görmek mümkündür.
Semud kavminin istikbarı ve bunun neden olduğu küfür şöyle dile getirilir:
"Sonra (Salih'in) kavminin kibirli (istikbâru) önde gelenleri, hakir görülen
insanlara dediler ki; "Siz Salih'in Rabbi tarafından gönderilen biri olduğunu
kesin olarak biliyor musunuz?" Onlar da;"Biz onunla gelene iman ediyoruz"
dediler. Ama kibirlenenler (istikbâru) dediler ki: "Biz ise sizin iman ettiğiniz
şeye iman etmiyoruz" (el-A'raf, 7/75-76). Aşağıdaki örnekler de kâfirlerin
istikbârını ve bunun sonuçlarını ortaya koymaktadır: "Ayetlerimizi yalanlayıp
onların karşısında istikbâra kapılanlar, işte onlar ateş halkıdır" (el-A'raf,
7/36); "Meleklere"Âdem'e secde edin " dedik de hepsi secde ettiler. İblis hariç.
(O) diretti, istikbarda bulundu ve kâfirlerden oldu" (el-Bakara, 2/34);
"Firavun'a ve adamlarına; onlar istikbarda bulundular ve böbürlenen bir topluluk
oldular" (el-Mü'minun, 23/46); "Sana ayetlerim vasıl oldu da sen onlara iftira
ettin ve istikbarda bulundun, iman etmeyenlerden biri oldun" (ez-Zümer, 39/59).
Kur'an'da istikbârın çeşitli tezahürleri, onunla
anlamdaş ya da onun anlamını açan başka kelimelerle de anlatılır. Bunlardan
birisi "beğâ" kelimesidir. "Beğâ", başkalarına karşı aşırı kibir yüzünden haksız
ve hukuk-dışı davranışlarda bulunmak, zulüm yapmaktır"Eğer Allah rızkı kullanma
(ölçüsüz) verseydi; mutlaka yeryüzünde beğada bulunurlardı" (eş-Şura, 42/27)
ayetindeki beğa kelimesi müfessirlere göre böbürlenip şişinme, küstahlıkla
bozgunculuk yapma anlamına gelir. Şu ayet ise beğanın adeta tanımını
yapmaktadır: "Karun, Musa ümmetindendi. Ama o, o ümmete beğada bulundu. Çünkü
biz kendisine hazinelerden o kadarını vermiştik ki, bunların anahtarlarını bile
taşımak bir tabur güçlü insana çok ağır yük olurdu. Allah böbürlenenleri, başı
göklerde gezeni sevmez... " (el-Kasas, 28776-77).
İstikbârın anlamını açan kelimelerden birisi de
"batire" kelimesidir. "Refahı ile mesrur olan (batirat) kaç şehir helak ettik
biz! İşte bak konutları, hepsi boş kaldı, çok azı hariç" (el-Kasas, 28/58)
ayetinde görüldüğü gibi; sahip olunan servetten dolayı aşırı bir övünmeye
saplanmak anlamındaki batire, kişinin bu sevinçle küstahça ve mağrurca
hareketlerini ifade eder. İstikbârın anlamdaşlarından biri de "atâ" kelimesidir.
"Atâ", ölçüsüz şekilde kibirli olmak, son derece hoyratça hareket etmek
demektir. Kelime "-dan, -den" eki olan "an" ile kullanıldığında da emredilen
birşeyden burun kıvırarak sırt çevirmek, bir emre isyan etmek anlamına gelir:
"Şimdiye kadar kaç şehir halkı burun kıvırıp Rabbinin ve O'nun elçilerinin
emrinden yüz çevirdi (atât). Biz de Onlarla hesabımızı acı bir biçimde gördük ve
onlara emsalsiz bir ceza verdik" (el-Câsiye, 45/8). İkinci bir örnek olarak da
şu ayet anılabilir: "Fakat onlar koyduğumuz yasaktan yüz çevirdiler (atât). Biz
de dedik ki: Maymunlar olasınız! Uzak mı uzak olasınız! " (el-A'râf, 7/166).
"Teğa" ve türevi olan "tuğyan" da İstikbarın
başka bir yönüne ışık tutar. "Tuğyan", engellere bakmaksızın ve özellikle de
ahlâkî ve dini kuralları çiğneyerek yola devam etme, kendi gücüne sınırsız
biçimde güvenme, yaratıcıyı hiçe sayma ve inkâr etme anlamlarını dile getirir.
"Sana indirilenin onların birçoğundaki tuğyan ve küfrü artıracağı muhakkaktır"
(el-Mâide, 5/64) ayeti, istikbarın küfürle özdeş azgınlığını dile getirir.
İstikbârla anlam ilişkisi içindeki kelimelerden biri de "istiğna"dır. "İstiğna",
insanın kendini zengin, Allah'tan ve başkalarından müstağni sayması ve sonuç
olarak kendi gücüne sınırsız bir güven duymasıdır: "Yo, doğrusu insan
küstahlığını ortaya koydu. Kendini ihtiyaçsız görüyor (istiğna) " (el-A lak,
96/6-7).
Örnek olarak ayetlerde görüldüğü gibi istikbar
İblis, Firavun ve Karun gibi tipik kâfirlerin; peygamberlerin davetine karşı
çıkarak Allah'ın ayetlerini yalanlayan, peygamber ve mü'minleri aşağı gören,
büyük bir şımarıklık ve küstahlıkla yeryüzünde bozgunculuk çıkaran, insanlar
üzerinde egemenlik kurarak onlara zulmeden, sömüren küfür toplumunun ileri
gelenlerinin değişmez niteliğidir. Bu yönüyle istikbâr küfrün en temelli ve
evrensel öğelerinden birini temsil eder. İstikbar içindeki müstekbirler, her
peygamberin tebliği sırasında yaptıkları gibi Hz. Muhammed'in tebliği sırasında
da onun karşısına dikilmiş; Allah'ın ayetlerini yalanlamış, mü'minleri küçük ve
aşağı görmüş, zulüm ve sömürü üzerine kurulu düzenlerini, saltanatlarını korumak
için her türlü işkence ve cinayete başvurmuşlardır. İstikbârın bu evrensel
niteliği, günümüzde de kâfir düzenlerin müslümanlara karşı tutum ve
davranışlarında açık bir biçimde kendini göstermektedir (Âyrıca bakınız:
Müstekbir).
Ahmet ÖZALP
[1]
Ebu Davud, Libas 29, Hadis no: 4090, 4/59. Bir benzeri için bkz. Müslim,
Birr ve Sıla 136, Hadis no: 2620, 4/2023; İbn Mace, Zühd 16, Hadis no: 4174,
2/1397; Ahmed bin Hanbel, 2/248, 376, 414, 444.
[2]
Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 441-443.