Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Allah'ın İzzeti ile İzzetlenmek.
Allah
Allah'ın İzzeti ile İzzetlenmek
İnsan eşref-i mahlûkat... Ahsen-i takvîm sırrı
ile mücehhez varlık... Arzın halîfesi, ulvî emânetin yükleneni... Hâlık'ın
mükerrem ve muhterem eseri... Allah izzetli kıldığı insanı izzetli görmek
ister... Menşe-i iman olan bir izzetle yeryüzünde varolmanın bir anlamı da,
izzet ve zillet kavgasında onurlu bir duruştur... Muiz olan Allah mü'minlerin
izzetini oldukça önemsiyor. Meselenin ciddiyetini Kur'an âyetlerine mürâcaat ile
anlamak mümkün...
İşte Benî Müstalik Gazvesi... Müreysî suyunun
başında İbn Ubeyy es-Selûl... Fitnenin başı, şedid münâfık. İslâm saflarını
çözme, nifak tohumlarını ekme hesabında. Ensarı muhâcirîne karşı tahrik ediyor.
Kavmiyetçilik gayreti ile zehrini kusuyor: "Medine'ye dönersek izzet sahibi olan
şerefliler, zelil olan alçakları dışarı atacak!" Mü'minlerin izzetine uzanan
çirkin bir dil... Olaya bizâtihî Allah müdâhale ediyor ve Kur'an'a konu oluyor.
Mü'minlerin şerefine yönelik bu saldırı Allah'a yapılmış bir isyan olarak
değerlendiriliyor. Çünkü, mü'mindeki izzet Yüce Allah'ın izzetinden alınmadır. O
İlâhî izzet ki kendisi zayıf düşmez ve bulunduğu kimseyi de düşürmez. Eğilmez,
bükülmez. Ve Kur'an'ın konuyu ele alış tarzı: "Onlar; 'şayet Medine'ye
dönersek andolsun ki izzetliler zelil olanları oradan çıkaracaktır' diyorlardı.
Halbuki izzet Allah'ın, Rasûlünün ve mü'minlerindir. Fakat münâfıklar bunu
bilmezler." (Münâfıkun, 8)
İzzeti kimlik edinen o müslümanların dünyasında
zillete hayat hakkı yoktu. Aynı olayda Hz. Ömer (r.a.)'in ictihadı: "Yâ
Rasûlallah, bırak şu münâfığın boynunu vurayım!" İman edenlere bu düzeyde
yapılan bir hareketi ancak kılıç temizler görüşünde. Allah Rasûlü siyâseten bunu
uygun görmez. İbn Übey es-Selûl'ün oğlu, sâdık ve sâlih mü'min Abdullah (r.a.):
"Ey Allah'ın Rasûlü, babamın cezâsı eğer ölüm ise bu göreve gönüllü olarak ben
tâlibim. Tâ ki diğer bir kardeşimin eliyle gerçekleşecek infâz ile ona karşı
içimde yanlış bir duygu oluşmasın." Böylesine onurlu ve kararlı bir tavır...
İşte Allah'ın izzeti ile izzetlenmek. Kuvvet ve cesâretin menbaı. Erdem ve onur
hâlesi.
"İzzet Allah'ındır, rasûlünündür, mü'minlerindir."
O halde izzet nedir, zillet nedir
biliyor muyuz? İzzet; cesaret iksiri, özgürlük bilinci, kendini aşabilme gücü,
ulvî olanı süflî olana tercih melekesi. Yani başı dik tutabilme becerisi.
Zillet; tutsaklık ruhu, dünyevî tutku, beşerî korku. Kısaca Bâkî'ye değil;
fânîlere boyun eğmek...
İşte Kur'an ahlâkı ile ahlâklanmak isteyenlere
Kur'an'ın öğretisi, izzet sahneleri; Hz. İbrâhim (a.s.)... Allah'a baş kaldıran
Nemrut'un neler yapacağını bile bile haykırıyordu: "Yuh olsun size ve
Allah'tan başka taptıklarınıza! Hâlâ akıllanmayacak mısınız?" (Enbiyâ, 67).
Karşı karşıya kaldığı ateş-i Nemrut da olsa tavrında bir tereddüt mümkün mü?
Allah'tan gelen, baş-göz üstüne... Aynı İbrâhim (a.s.) günü gelince, elindeki
bıçağı İsmail'in boynuna tereddütsüz çalacaktı. Böylece millet-i İbrâhim için
İbrâhimî izzet dersi verilmiş olacaktı. Bu izzeti çağa taşıyan el-Halil
kentinde, İbrâhim Mescidindeki aziz cemaat...
Ashâb-ı Uhdûd... Erdem ve onurun, kan ve ateş
hendeğinde sınanması. Emin adımlarla, yılmadan yürümek... Ateşten kurtulmak için
ateşe yürümek... Ebedî izzet için giyilen ateşten gömlek... "Kahrolsun ashâb-ı
uhdûd" (Burûc, 4) seyrede dursun... Onlar izzetlerine gölge düşürmeden
dimdik ayakta; mütevekkil ve mutmain. Verilmek istenen mesaj; ölümün üstüne
yürümek...
Aynı izzeti Hz. Yusuf (a.s.) kuyuda ve zindanda
kuşanacak, Ashâb-ı Kehf mağarada uyku halinde yakalayacaktı. Muhammedî terbiye
ile izzet bulanların ödedikleri bedel... İşte Kerbelâ... Aziz ve asil bir neslin
geçit alanı. İzzetin zilleti dize getirdiği sahne... Parola: "Heyhât minnâ'z-zilleh:
Zillet bizden uzaktır!" Toprağa düşen 72 can... Ve gövdesinden ayrı düşen
başlar. Hz Hüseyin (r.a.)'in kesilmiş başı. Allah Rasûlü'nün (s.a.s.) okşadığı,
öptüğü, sevdiği baş... Kimi zaman kucağında taşıdığı, kokladığı, kolladığı
Cennet gülü Hüseyin... Yerde toz-toprak içinde, çünkü İslâmî izzet öyle
gerektiriyordu. Zulme öfkeli, tuğyâna tahammülsüz bu baş kılıçla kesildi ama
zulme eğilmedi, Yezid'in hesabı tutmadı. Dâvâya baş koydu. "Başıma dert alırım"
korkusuna kapılmadı. Hüseynî mektep böyle oluştu. Muallimesi Zeynep, onur
kıvılcımı... Mazlumların yüz akı, zâlimlerin baş ağrısı... İşte Kerbelâ'dan
Hüseyin'in çağrısı, çağları aşan evrensel mesaj... Ve suyunu susuz Kerbelâ'dan
alan nesiller...
Zilleti doğuran ve besleyen işleyiş ise
Kur'an'ın tesbiti ile: "O (Firavun) kavmini küçümsedi, onlar ise boyun
eğdiler..." (Zuhruf, 54). Zilletin temelinde boyun eğmek, uysal bir bağlılık
mevcut. Firavun'un gücünü, horladığı toplumun tepkisizliğinden, eylemsizliğinden
aldığı açık bir gerçek... Dün böyle olduğu gibi bugün de böyle değil mi?
Anlaşılan o ki, aşağılandığı halde boyun eğen toplumlar oldukça, Firavunlar da
iktidarlarını sürdüreceklerdir. Velev ki yüzde doksanı kendilerini İslâm'a
nispet eden bir toplum olsa...
Bu tesbitler doğrultusunda acaba fiilî durumumuz
nedir? Kendi gerçeğimizi görebilecek miyiz? Bizlere dayatılan zelil ve sefil bir
hayatın izahı mümkün mü? Bu ne zillet? Biz buna lâyık mıyız? Yâ Rabbi, ne zamana
kadar başımız eğik kalacağız? Gözlerimizin içine bakakalan, "İmam Hatibim!,
Kur'an Kursum!, Medresem!, Mescidim!" diyen yavrularımızdan gözlerimizi nasıl
kaçıracağız? Başımızı hangi tarafa döndüreceğiz? Üniversite kapılarında
başörtüsü direnişini sürdüren, izzet ve iffet sembolü, yağmurun altında
sırılsıklam, ıslak gözlü boynu bükük bacılar karşımızda... Başımız eğik,
kalbimiz ezik...
Câmilerde bile yakamızı bırakmayan meskenet...
Ve mihrâba sirâyet eden zillet. Uydu aracılığıyla cemaati uyutma taktik ve
teknikleri... Aile boyu tutkunu olduğumuz ekran. Yuvamıza sıçrayan çirkef... Yüz
kızartıcı görüntüler. Yarınlarda da bizleri yüzsüzleştirmez mi acaba? Başımızı
ekrandan çevirip Kur'an'a yönelebilecek tâkati kendimizde görebilecek miyiz?
Endişemiz, dünyevî mahcûbiyetin uhrevî
mahcûbiyete dönüşmesidir. Gözlerimiz harama kaymasın diye başımız önümüzde mi
yürüyüp duracağız? Başımızı kaldıramayacak mıyız? Ekonomi dünyasında
girişimcilerimizin, akîdelerinin öngördüğü ilke ve ahlâk ile müslümanların
yüzünü ağartmaları gerekmiyor mu? Kapitalizmin sürüklemesine karşı izzetli bir
duruşu bekleme hakkımız yok mu? Dâvâ adına politik arenada kürek çekenler,
postmodern darbe sürecinde Rabbimiz'in şu uyarısını hatırlamak istemiyor mu
dersiniz? "Mü'minleri bırakıp kâfirleri mi dost ediniyorlar? Onların yanında
izzet mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah'a âittir."
(4/Nisâ, 39). Ve müslüman bulunduğu her platformda izzeti ile var olmak
mecbûriyetinde değil midir? Silik ve sönük bir varlık, yok oluştan beter olmaz
mı?
Tüm bunları düşünürken; Filistin'de intifâda
çocuğunun attığı taş, sanki başımıza değecek gibi. Evrensel bir sorumluluğun
ağırlığı kuşatıyor çepeçevre dünyamızı, başımızı kaldıramıyoruz. "Kaldır başını,
gör beni!" diyor. Aynı dünyanın insanıyız... Aynı zulme mâruz mazlumlarız. Aynı
peygamberin ümmeti. Aynı Kitab'ın muhâtabı olan bizler... Yoksa?
Başımızı kaldırıp kendimize ördüğümüz dünyanın
dışına uzanabilmek... Beton yığını binaların gurbetinde yalnızlaşan boynu
büküklerin dünyası ile tanışmak... Başımıza gelen her musîbet kendi ellerimizle
işlediklerimizden dolayı değil mi? (Şûrâ, 30). Bizler değil miyiz birbirimizin
etini yiyen? Rüzgârımızı götüren nizâlarımız, cedelleşmelerimiz son buldu mu
acaba? Atâlet, zâfiyet ve zillet neyin ürünü? Kardeşlik hukuku, uhuvvet,
muhabbet, merhamet kimler için? Gıybet, haset, zan, tecessüs... Yaralı gönüller,
sönen ümitler, tükenen özgüven... Kim kimin yüzüne nasıl bakacak? Kardeşinin
izzet-i nefsini kendine tercih etmeden...
"İman etmedikçe Cennete giremezsiniz.
Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız"
buyuruyor mürebbî-i âhir zaman. Kendi izzetini
kardeşinin izzetinde bulan bir kişilik... Evet, izzetimizi zedeleyen
korkularımız, tutkularımız, tutarsızlarımız ne zamana kadar? Zilleti kimlik
edinme sefâletinden kurtulamayacak mıyız? Başı eğiklerin, boynu büküklere
vereceği ne olabilir ki? Elbette başı dik tutmanın bir riski, izzetli duruşun
ödenmesi gereken bir bedeli vardı. O halde, izzeti hangi zeminde arayacağız?
Bürokratik tırmanışta mı? Ekonomik büyümede mi? Kaypak ve kaygan demokratik
platformlarda mı? Evet, Nasıl yakalayacağız izzeti? Sünerek mi? Sürünerek mi?
Yoksa, ayağa kalkıp yürüyerek mi? Evet, yürümek... Kehf'e, Uhud'a, Kızıldeniz'e,
ateş-i Nemrut'a, Yesrib'e... Ya da oturmak..."O halde oturun oturanlarla
beraber..." (9/Tevbe, 46). Elinde mendil, başı tülbentliler gibi... Zelil ve
sefil...
Onurumuz... Nedir onurumuz? Ciromuz mu, üretim
rekoltemiz mi, sicil notumuz mu? İnsan hak ve hürriyetini kime emânet edeceğiz?
ABD'nin insafına mı? BM'ye mi? Uluslar arası Af Örgütü'ne mi? Barış Gücüne mi?
Ama, tüm olumsuzluklara rağmen, imtihan sürecimiz işlediğine göre, ne pahasına
olursa olsun, başımızı kaldırabilmeliyiz. Mezellet ve meskenet duvarını
aşarak... Ye'se ve yenilgiye yenik düşmeyecek bir izzetle bilenmek... Secdeye
kapanarak aklamalıyız alnımızı. Allah'a yakınlaşarak, Kitab'a tutunarak...
"Andolsun, size içinde şerefiniz bulunan bir
Kitap indirdik. Hâlâ akıllanmaz mısınız?"
(Enbiyâ, 10). İşte şeref: Vahiyle akıllanmak...
Akılla vahyi zorlamak değil... Rabbin huzurunda bel bükerek, kıyâma yol
aramak... "Rükû edenlerle beraber rükû ediniz." (2/Bakara, 43). Saf
tutarak, hablullah'a tutunarak savunma siperlerini tahkim ederek...
"Muhammed, Allah'ın Rasûlüdür. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin,
kendi aralarında merhametlidir. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün.
Allah'ın lütuf ve rızâsını isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde
izidir..." (48/Fetih, 29)
Kaybolan değerleri hayata geçirerek. Sarsılan
umutları onararak. Kendi ayaklarımız üzerinde doğrularak Rabbimize yol aramak...
Onun görmek istediği istikamette durarak lutfettiği izzetle donanarak...
Gevşemeden, üzülmeden, inançla ve ısrarla, basîret ve cesâretle... Ölümlü bir
hayatın zorunlu yolcularıyız. Ölülümü hangi koşullarda beklemekteyiz? Putların
gölgelediği bir hayat... Kirli bir hayatın kuşatması altında bizleri bekleyen
ölümün nasıl gerçekleşeceğini tahmin etmek zor olmasa gerek... Azrâil (a.s.) ile
randevumuz başımız eğik olarak mı gerçekleşecek yoksa? Haşre taşınmamız hangi
kimlikle olacak? Aziz olarak mı, yoksa zelil olarak mı? Allah'ım, Sen koru
bizleri! Ve duâmız: "De ki: 'Ey mülkün sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü
dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini aziz,
dilediğini zelil edersin. Her türlü hayır Senin elindedir. Gerçekten Sen her
şeye kaadirsin." (3/Âl-i İmrân, 26) (7)