Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Tefsirlerden Alıntılar

Tefsirlerden Alıntılar



Tefsirlerden
Alıntılar:

(4/Nisâ, 97): Zararlı olan geri
kalanlardan önemli bir kısmın durumuna bakalım. O kimseler ki, kendilerine
zulmederlerken melekler dünyada canlarını alacak veya ahirette kendilerini
yakalayıp mahşere süreceklerdir, kuşkusuz melekler onlara siz ne durumda
idiniz, dininizle ilgili ne iş yapıyordunuz? diye azarlayıp soracaklar. Onlar
da, "biz bu yeryüzünde, şu bulunduğumuz yerde zayıf sayılmış kimseler idik"
diyecekler, yani başkalarının ezici gücü ve mağlubiyet altında âcizlik ve
güçsüzlüğümüzden dolayı bir şey yapamıyorduk, zayıf sayılıyorduk diye özür beyan
edecekler. Melekler de bunlara "Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi?
-Mesela, Medine'ye Habeşistan'a göç edip kendilerini kurtaranlar gibi-
yeryüzünde başka bir tarafa göç etseydiniz ya!" diyecekler ve mâzeretlerini
kabul etmeyeceklerdir. İşte böyle bulundukları yerde görevlerini yerine
getirmelerine engel olan bir zulüm ve hâkimiyet altından çıkmak ve az çok uygun
bir tarafa gidebilmek gücünü olsun taşıdıkları ve dolayısıyla tam anlamıyla âciz
ve zayıflardan olmadıkları halde, kendilerini tamamen âciz sayıp yerlerinden
kımıldamayanlar, bu şekilde yapabilecekleri görevlerini terketmiş, küfür ve
zulme yardımcı olmuş olacaklarından bunların varacakları yer cehennemdir. Ve
bu gidiş ne fena bir gidiştir veya o cehennem ne fena yerdir.
Bu âyet Mekke'de müslüman olmuş
ve hicret farz kılındığı sırada hicret etmemiş olan bazı kişiler hakkında
inmiştir. Demek ki, hicret vâcip iken kâfirlerin suyunca gidip oturmak doğrudan
doğruya küfür değil ise de, her halde bir günah ve nefse bir zulümdür.
Tefsircilerin açıklamasına göre bu âyet bir yerde dinini yaşama imkânı bulamayan
bir adamın oradan göç etmesi gerektiğini göstermektedir. Hz. Peygamber
(s.a.s.)'in bir hadisinde sahih olarak şöyle gelmiştir: "Her kim dini uğruna
bir yerden kaçarsa, gittiği bir karış yer de olsa cennete girmeye hak kazanır.
Babası İbrahim'in ve peygamberi Muhammed'in yoldaşı olur." Rivâyet
olunduğuna göre, bu âyet inince Resulullah (s.a.s.) bu âyeti Mekke
müslümanlarına göndermiş, Cündüb bin Damre (r.a.) de oğullarına: "Beni bir şeye
yükleyiniz. Çünkü ben ne güçsüzlerden, ne de yolu bilmeyenlerdenim. Allah'a
yemin olsun, bu gece Mekke'de yatmam." demişti. Oğulları bunu bir sedyeye koyup
Medine'ye gitmek üzere taşıdılar. Çok yaşlı bir zat idi, yolda vefat etti.
Demek oluyor ki, gerektiğinde
hicret de bir tür cihaddır. Kâfirlerin zulmü altında ezilip kalmak ve hak dinin
yayılmasına hizmet edememek, neticede çok kötü bir başkalaşıma neden
olabileceğinden az çok gücü varken bundan kaçınmamak nefse bir zulümdür.
"Kendi nefislerine
zulmedenler" İslâm'ı kabul eden, fakat geçerli bir nedenleri olmadığı halde
henüz İslâm'a girmemiş kabileler arasında yaşayan kimselerdir. Onlar, "İslâm
diyarı" varolduğu halde ve oraya hicret edip tam bir müslüman olarak yaşamaları
mümkün olduğu halde, yarı İslâmî bir durumda yaşayarak kendi kendilerine
zulmediyorlardı. Onların "biz yeryüzünde zayıflardan idik" diye öne sürdükleri
özrün kabul edilmemesinin nedeni işte budur.
(Melekler de:) "Onda hicret
etmeniz için Allah'ın arzı geniş değil miydi?"derler. "Niçin Allah'a
isyankâr kimseler tarafından baskı altında tutulan ve Allah'ın kanunlarına uygun
olarak yaşamanın mümkün olmadığı bir yerde yaşamaya devam ettiniz? Neden hiçbir
engel olmadığı halde Allah'ın kanunlarına uyabileceğiniz bir yere hicret
etmediniz?"
"Allah yolunda hicret etmek"
iki durum dışında bir zorunluluktur: Kişi orada İslâm'ı yaymak, peygamberin ve
takipçilerin görevlerinin ilk dönemlerinde yaptıkları gibi küfür üzerine kurulu
hayat sistemini İslâmî bir sisteme çevirmek için kalabilir. Veya kişi oradan
çıkıp gitmeye bir yol bulamaz da nefret ve hoşnutsuzluk içinde orada kalır. Bu
iki durum hariç "küfür diyarı"nda yaşamak sürekli günah içinde yaşamak demektir.
"Hicret edecek bir İslâm Diyarı bulamadık" diye öne sürülen özür de kabul
edilmeyecek ve şöyle denilecektir. "Eğer 'İslâm Diyarı' diye bir bölge bulunmadı
ise, küfrün kanunlarına boyun eğmekten kurtulmak için ağaç yaprakları ve keçi
sütü ile beslenebileceğiniz bir dağ veya orman da yok muydu?"
Bu bağlamda, "Mekke'nin
fethinden sonra hicret yoktur" hadisi hakkındaki yanlış anlama da ortadan
kaldırılmalıdır. Bu, hicretle ilgili sürekli bir emir değil, Mekke'nin fethinden
sonra Arabistan'da değişen duruma uygun düşen geçici bir emirdi. Arabistan'ın
büyük bölümü "küfür diyarı" olduğu sürece müslümanlar, o dönemde tek "İslâm
diyarı" olan Medine'ye hicret etmeye çağrılmışlardı. Fakat Arabistan'ın hemen
her tarafı İslâm kontrolüne girince, Hz. Peygamber (s.a) hicretin zorunlu olduğu
birinci emri ortadan kaldırmıştır: "Mekke'nin fethinden sonra artık (zorunlu
olarak Medine'ye) hicret etmek yoktur." Bu hadis hiçbir zaman Kıyamet'e dek
gelecek olan tüm müslümanlara her zaman için hicreti yasaklayan bir emir
değildir.
(4/Nisâ, 98-99): Ancak bir
çare bulamayacak, hicretin gerektirdiği sebeblere güç yetiremeyecek ve kendi
kendine veya bir vasıta ile yolu doğrultup gidemeyecek olan gerçekten güçsüz ve
çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar hariç. Zira bu gibi çaresizleri Allah'ın
affetmesi kuvvetle umulur. Bunlar için de gitgide kâfirleşme tehlikesi
düşünülebileceğinden mutlak olarak affedilirler denemezse de çocuklar henüz
yükümlü bulunmadıklarından, büyükler de kalplerindeki imanı korumak şartıyla
hicret etmeme husûsunda mâzeretli olduklarından dolayı affedilmeye ve
bağışlanmaya lâyıktırlar. "Allah çok affedici, çok bağışlayıcıdır."
(4/Nisâ, 100): Ve her kim,
yolunu bilip de Allah yolunda hicret ederse yeryüzünde birçok gidecek, sığınacak
veya düşmanların zıddına hareket edecek yer ve genişlik bulur. Dolayısıyla
yaşadıkları yerde bir tür rahat ve bolluk bulunanlar, oradan ayrılınca mutlaka
sıkıntılara ve darlıklara düşeceğini zannedip de korkmamalıdırlar. Bir de,
her kim Allah'a ve Resulüne hicret etmek üzere evinden çıkar da sonra amacına
ulaşamadan ölüm kendisine yetişirse onun ecrini vermek Allah'a düşer. Yani
amelini tamamlamış gibi, ulaşacağına ulaşmış olarak ecir elde eder.
Dolayısıyla bu konuda, "yerimden ayrılırsam amacıma ya ulaşırım ya ulaşamam,
iyisi mi elimdekini de kaybetmeyeceğim; Dimyat'a pirince giderken evdeki
bulgurdan da olmayayım." diye düşünmemelidir. Allah için hareket eden, kaderde
öyle yazıldığı için yarıyolda da kalsa yine tam sevap alacağını bilmelidir.
"Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir."
Cündüb b. Damre Medine'ye
gelirken yolda "Ten'im" denilen yerde öleceğini hissederek sağ elini sol eline
koymuş, "Allah'ım, şu senin, şu da Rasûlünün. Rasûlün sana ne ile biat ettiyse
ben de öyle biat ediyorum." demiş ve ruhunu teslim etmişti. Bu haber Hz.
Peygamber (s.a.s.)'in ashâbına ulaştığı zaman, "Medine'de vefat etseydi sevabı
eksiksiz olurdu." demişler, bu âyet de bunun üzerine inmiştir. İlim aramak,
haccetmek, cihad etmek veya bunlar gibi herhangi bir dinî amaçla Allah rızâsı
için yapılan her hicretin Allah ve Rasûlüne yapılmış bir hicret olduğunu da
açıklamışlardır. (Elmalılı, c. 3, s. 62-63)