Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Kader ve Rızık .
Kader ve Rızık
Kader ve Rızık
Özellikle yiyecek ve içecek cinsinden Allah'ın
canlıya ihsan ettiği her besleyici şey rızıktır. Kur'ân-ı Kerim'deki çeşitli
açıklamalar bu tanımı kanıtlamaktadır:
?Allah'tır ki sizi yarattı; Sonra sizi besledi;
Sonra sizi öldürecek; Sonra sizi diriltecektir.?
(30/Rûm, 40) ?Nice canlı vardır ki rızkını
taşıyamaz. Onları da sizleri de besleyen Allah'dır. O, tümü duyandır, tümü
bilendir.? (29/Ankebût, 60)
?İnkâr edenlere dünya hayatı parlak gösterilmiştir. Onlar mü'minlerle
alay ederler. Oysa sakınanlar, kıyamet gününde onlardan üstündürler. Allah
dilediğine hesapsız rızık verir.? (2/Bakara, 212)
Rızık da her olay gibi kaderin kapsamına girer.
Çünkü canlının hangi şartlarda, nerede, nasıl, hangi yollarla ve ne gibi bir
besin maddesini alacağı ve ondan nasıl yararlanacağı ezelde Allah tarafından
bilinmektedir. Dolayısıyla onun, yiyecek ve içecek maddesi olarak bir şeyi
alması, kazanması ve onu tüketmesi, yaşadığı diğer olaylardan farklı bir şey
değildir. Ne var ki, insanın örneğin, ağzına koymak üzere eline aldığı bir
lokmayı herhangi bir nedenle yiyememesi, insanlar arasında öteden beri çok
farklı bir olay gibi algılanmış, bu nedenle de yiyilip içilen şeylerin rızık
adı altında özel bir konu olarak işlenmesi âdet olagelmiştir. Bu konuda olup
bitenler arasında gerçekten de insanı şaşkınlık içinde bırakan bazı olaylar
yaşanmıştır.
Örneğin, bir çocuğun, tam ağzına koymak istediği
et lokmasının, o sırada kedi tarafından kapılması, ya da elindeki süt
bardağının devrilmesi belki pek şaşırtıcı değildir. Ama kazılar sırasında
çıkarılan bir insan kafatasının dişleri arasında henüz çürümemiş bir darı
tanesi şaşkınlık içinde seyredilirken, kenara konduktan az sonra bir kuş
tarafından gagalanarak kapılması daha büyük bir şaşkınlığa yol açabilmiştir.
Bu da rızık meselesinin kader olayları arasında özelleştirilmiş bir konu olarak
işlenmesine neden olmuştur. Halbuki rızık da, yaşanan diğer bütün olaylar gibi
kaderin sıradan bir parçasıdır. Öyle ki, haram lokma da rızıktır.
Örneğin hırsızlık malı bir yiyeceğin, gerek
hırsız tarafından bilinçle yenmesi, gerekse -farkında olunmadan -
diğer biri tarafından yenmesi arasında kader açısından hiç bir fark yoktur.
Haram ya da helâl, ikisine de yedikleri nasip olmuştur. İkisi de kendi irâde
ve seçimleriyle bu fiili işlemişlerdir. Aralarındaki fark: Hırsızın sorumlu,
diğerinin ise mâsum olmasıdır. Bu ise yenen şeyin, kader ya da rızık olmasıyla
çelişmez. Daha doğrusu böyle bir olayın, Kur'ân'ın üslûbu dışında
?rızık? olarak adlandırılmasının hiç bir özelliği yoktur. Çünkü kişinin bir
şey yiyip içmesi ile onun, giyinip kuşanması, yürümesi, okuması, ya da herhangi
bir hareket yapması arasında kader bakımından hiç bir fark yoktur.
Mu'tezilîler bu noktada da Ehl-i Sünnet'ten
farklı düşünmüşlerdir. Onlara göre haram lokma rızık değildir. Çünkü "Allah,
kötülüğü ve yasaklamış olduğu davranışları yaratmaktan münezzehtir." Bu
nedenle rızık için ?Allah'ın, insanı yararlanmaktan yasaklamadığı şeyler"
diye spekülatıf bir tanım yapmışlardır. Halbuki insanlar, Allah'ın yasakladığı
birçok şeyleri de yiyip içmekte ve bunlardan yasaklı yollarla
yararlanmaktadırlar. Dolayısıyla bu tanımın tutarsız olduğu açıktır.
Aslında rızık meselesinin taşıdığı önemi, onu,
kader zinciri içinde pek anlamı olmayan yorumlarla özel bir konu haline
getirmekte aramamak gerekir. Fakat rızkın asıl başka yönden taşıdığı bir önem
vardır. O da şudur: Allah (cc), rızkın yaratıcısıdır, kişi ise onu, kendi
irâdesiyle arayıp kazanandır. Helâli de haramı da hikmetiyle yaratan Allah,
insana neyin helâl, neyin haram, neyin iyi, neyin kötü, neyin serbest ve neyin
yasak olduğunu açıklamış, ancak onu, istediğini seçmekte özgür bırakarak
ileride kendisini hesaba çekmek üzere de sorumlu tutmuştur (5/Mâide, 4; 16/Nahl,
114-116).
Rızık hakkında bilinmesi gereken önemli bir
nokta da şudur: Kişi, bilgisini, enerjisini ve imkânlarını seferber ederek,
çalışıp didinmek, çabalayıp rızkını aramak ve bununla birlikte olanca
dikkatiyle helâlinden kazanmak durumundadır. Bu, hem iman, hem ahlâk, hem de
hayat açısından zorunludur. Yani kişi her şeyden önce helâla helâl, harama da
haram olarak inanmalı, bu iki şeyi vicdanında asla bir tutmamalıdır; Buna bir
toplum baskısı ya da bir gelenek diye değil, bir Kur'ân gerçeği olarak
inanmalıdır (16/Nahl, 116). İnsanın böyle bir inançla rızık arayışı içine
girmesi ise hem bir ahlâk gereği hem de yaşayabilmek için kaçınılmaz bir
zorunluluktur.
Çalışmakla rızık arasındaki ilişkiye gelince bu
nokta, akılları durduran bir sırla örtülüdür. Bu gizemi sonsuza dek hiç kimse
çözemeyecektir. Çünkü bu dünyada canının fedâ edercesine çalışıp çabalayan,
akıllı, zeki, bilgili, atılgan, enerjik ve ahlâklı insanlar vardır ki,
hayatları boyunrca bir türlü iki yakaları bir araya gelmez. Aynı zamanda öyle
tembel, sünepe, mendebur, geçimsiz ve ahlâktan yoksun kimseler de vardır ki,
nimet ve servet içinde âdetâ yüzerler.
Öyle ise akıl, zekâ, enerji, disiplin,
dürüstlük, ya da iman ve ahlâk ile rızık ilişkisinin arka planını deşmek veya
merak etmek yerine, Allah (cc)'ın, insanlara uyguladığı bu gizemli sınavdan
ibret almak ve bu sınav için hazırlıklı olmak daha doğru olur. (4)