Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Büyünün İçyüzü.
Büyünün İçyüzü
Büyünün İçyüzü
Büyü sözcüğü Türkçedir. Kur'ân-ı Kerim'de bu
anlamı veren ?Sihir?'den çok söz edilmiştir. Batı literatüründe ise ?Magi = Maji?,
?Magic = Mãcik? olarak geçer.
Büyü -gizemli sanılan- ilkel bir çözüm
arayışıdır. Bu kısa tanımdan da anlaşılacağı üzere büyünün temelinde üç şey
vardır:
a)
Gizemlilik iddiası,
b)
İlkellik
c)
Çözüm arayışı
Bunlardan birincisinin açıklaması şöyledir:
Büyünün gizemli olduğu sanılır. Yani büyünün,
herkes tarafından anlaşılamayan, herkes tarafından bilinemeyen ve yapılamayan
birtakım esrarengiz ilişkilerden ve bu ilişkilere dayanan formüllerden
oluştuğu sanılır. Bu sanı, birçok kimselerde kesin bir inanış ve kanaat olarak
vardır. Ancak büyü, çeşitli şarlatanlıkların bazı şekilleridir. Çünkü büyünün
gerçek olduğunu kanıtlayan bir kimseye rastlanmamıştır. Ayrıca büyünün bir
aldatmaca olduğunu Kur'ân-ı Kerim açık şekilde ortaya koymaktadır. Tâhâ
Sûresi'nin 57-72 âyetlerinde Hz. Musa ile Mısır Firavun'u arasında olup biten
bir mûcize-büyü mücadelesi canlandırılmıştır. Bunlardan özellikle 66. 67. 68.
ve 69 uncu âyetlerde büyünün içyüzü bütün çıplaklığıyla ortaya serilmiştir.
Bu âyet-i kerimelerde özet olarak şöyle bir açıklama vardır:
Firavun'un büyücüleri Hz. Musa'ya, önce hangi
tarafın gösteriye başlamasını sorunca Hz. Musa: "Hayır, siz atın." yani
elinizdeki sicimleri ve değnekleri atarak büyü gösterisine önce siz başlayın
dediği kaydedilmektedir.
66. ve 67 inci âyetler gösteriyi ve onu
şaşkınlık içinde seyreden Hz. Musa'nın ruh halini anlatmaktadır. Bu âyetlerin
meâli şöyledir:
?Bir de ne görsün, -büyücülerin-
şarlatanlığından ötürü, sicimlerinin ve değneklerinin yürüdüğü onun hayalinde
canlandırılıyordu.?
?Bu yüzden Musa, içinde bir ürperti duydu.?
66 ıncı Âyet-i Kerime, bu olaydaki büyünün bir
dereceye kadar içyüzünü ortaya koymakta, en azından bu işlemin hayalde
canlandırılan asılsız birtakım kımıldayışlar olduğunu ifade etmektedir.
Sicimlerin ve değneklerin, Hz. Musa'nın hayalinde hareket eder gibi
göründüklerini kaydeden bu âyetlerden iki farklı anlam çıkarmak mümkündür.
Birincisi:
Büyüde kullanılan bu araçların gerçekte hareket
ettikleridir.
İkincisi
ise, hareket eder gibi göründükleridir.
Bilindiği üzere iplik ve sopa gibi cansız
şeylerin -hele büyü gibi asılsız bir işlemde- kendi kendine hareket etmesi
olanak dışıdır. Ama bunu illüzyonistlerin yaptığı gibi bazı hilelere baş
vurarak yapmak elbetteki mümkündür. Özellikle ilahlık iddiasında bulunmuş
mağrur ve çağının en kudretli hükümdarı olarak Firavun'un, sahip bulunduğu güç
ve imkanlarla devrin profesyonel ve en mahir büyücülerini bularak bu hileleri
yaptırması zor değildi. Kur'ân-ı Kerim, büyünün bir gözbağcılık, bir şaşırtma
ve duyuları spekülatif yöntemlerle aldatma olduğunu yine bu olayı anlatan A'râf
Sûresi'nin 116 ıncı Âyet-i Kerime'sinde açıklamaktadır.
Hz. Musa tarafından, büyücülerden hünerlerini
göstermeleri istenince onların, seyirciler üzerinde nasıl psikolojik bir etki
uyandırdıklarını Allah Teâlâ aynen şöyle ifade buyurmaktadır:
?Musa: "Siz atın." dedi. Onlar da hünerlerini
ortaya atınca insanların gözlerini büyülediler. Onları ürperttiler ve muazzam
bir büyü ortaya getirdiler.?
Âyet-i kerime'deki: ?İnsanların gözlerini
büyülediler.? ifadesi çok açıktır ve bu olaydaki büyünün, gerçek değil,
bilakis psikolojik bir etki yaptığını ortaya koymak bakımından da en büyük
kanıttır. Bu ilâhî açıklamadan kolayca anlıyoruz ki büyünün birtakım hileler
olarak izahı vardır. Bununla birlikte hiç bir gizemli yanı da yoktur. Çünkü
Kur'ân-ı Kerim'de sicim diye geçen şeylerin -söylentilere göre- içleri
birtakım kimyasal maddelerle doldurulmuş hayvan bağırsakları olduğu ve
gösteri sırasında bu maddelerin reaksiyona girerek bağırsakların hareket
etmesine neden oldukları ihtimalı bulunduğu gibi, büyücüler benzer bazı
spekülatif işler de yapılmış olabilirler.
İpliklerin ve sicimlerin gerçekte
değil, fakat Hz. Musa'nın hayalinde hareket eder gibi görünmüş olabileceği
ihtimali de vardır. Şöyle ki:
Hz. Musa, Firavun'un ve avenelerinin
yanı sıra, kalabalık seyirci karşısında ve belki de tek başına bulunmak gibi
-peygamber bile olsa- insan moralini olumsuz etkileyen bir konumda idi. Allah
Teâlâ'ya açıkça kafa tutacak kadar küstahlaşan Firavun'un, bu şedid ve kanlı
diktatörün karşısında bulunmuş olmak ve hele moral verecek bir taraftar
kitlesinden yoksun olmak gibi etkenler hesap edilirse Hz. Musa'nın bu olayda ne
kadar zor dakikalar yaşadığını tahmin etmek güç değildir. Aslında bu ihtimali
araştırmak yersizdir. çünkü Kur'ân-ı Kerim, bu gerçeği de çok berrak şekilde
ortaya koymakta ve Tâhâ Sûresi'nin, 67. ve 68 inci Âyet-i Kerime'lerinde
şunları kaydetmektedir:
"Bu yüzden Musa, içinde bir ürperti
duydu."
"Biz O'na, korkma dedik, asıl üstün
gelecek olan sensin sen!"
İşte gizemli sanılan büyünün özet
olarak aslı esası budur. Onun için büyü tamamen bir hile ve safsatadır.
Büyünün ikinci niteliği, onun hem
amaç, hem de araç bakımından ilkelliğidir. Evet büyü, hem kaynakları, hem de
yapılış ve uygulaması bakımından ne vahye, ne de akla dayanır. Bilakis vahyi
ve aklı hiçe sayan rezil bir düşünce ürünüdür. Bu gerçeği anlayabilmek için hiç
bir incelemeye ve araştırmaya bile gerek yoktur. Sadece bir tek büyücü görmek
bile büyünün her bakımdan ne olduğunu anlamak için yeterlidir. Bu sefil
insanlar her türlü faziletten yoksun oldukları gibi onlara inanan ya da
tuzaklarına düşen zavallılarda da sağlıklı bir moral yapı ve güçlü bir iman
yoktur.
Allah Teâlâ, Tâhâ Sûresi'nin 69 uncu
Âyet-i Kerime'sinde:
"Çünkü onların yaptığı bir büyü
hilesidir. Büyücü ise nereye varsa asla başarıya ulaşamaz!"
buyurmaktadır. Büyünün,
etki yapmak bakımından bir "hiç" olduğunun, bundan daha büyük bir kanıtı
olamaz.
Büyü, amaç bakımından ilkel ve
zararlıdır. Çünkü:
a)
Akılcı bir yol değildir. Bilakis büyü, aklı küçümsemekte, hatta onu inkâr
etmektedir. Birçok saf ve cahil insan, gerçekleri anlayabilecek bilgi ve
basirete sahip bulunmadıkları için, onların basit düşünce yapıları büyücüler
tarafından kullanılmaktadır. Bu ise insan aklının küçümsenmesi demektir.
b)
Büyü, akla dayanmadığı gibi vahye de dayanmamaktadır. Bilakis vahiy, sihri
"küfür" olarak mahkûm etmekte ve sihirbazı kâfir olmakla
suçlamaktadır. Büyü yapan insanın, İslam Hukuku'nda cezası pek ağırdır.
c)
Büyü, insanların aldatılmasına ve kötü yönlendirilmelerine neden olmaktadır.
İnsanları karşılıksız, hatta günah karşılığında zarara uğratmaktadır.
Büyü, araç bakımından da ilkel ve
zararlıdır:
Türüne göre büyüde kullanılan
araçlar son derece iğrençtir. Katır toynağından, karga beynine, kıldan dışkıya
kadar, büyüde en pis ve en necis maddeler kullanılır. Ne yazık ki bunların bir
kısmı da insanlara şu veya bu şekilde yedirilir!
Bu ilkelliğin bir örneği de kutsal
değerlere karşı bilinçli saygısızlıktır. Çünkü bazı büyü türlerinde -özellikle
harap olması istenen mekânlar ve zarar görmesi istenen insanlar için yapılan
büyülerde- Allah'ın yüce adları ve âyet-i kerimeler pis sıvılarla yazılmakta ve
ayakkabı topuklarına, eşiklerin altına ve benzeri yakışıksız yerlere gizli
şekilde yerleştirilmektedir.
Büyünün üçüncü niteliği ise onun,
talihsiz bir çözüm arayışı olmasıdır. Çünkü büyü ile derdine derman arayan
insan, eğer sorunun çözümü için akılcı ve legal bir yol varsa bu yola
inanmayacak ya da güvenmeyecek kadar rüşdünü yitirmiş biridir. Eğer tamamen
çaresizlik içinde ise bunu, ikinci bir çaresizlikle birleştirecek kadar Allah'ın
feyiz ve nurundan uzak, bilakis dalalet karanlığına saplanmış biridir.
Bazı akâid yazarları tarafından,
"Sihir haktır. " şeklinde kullanılmış olan sözden amaç şudur: Sihir (yahi büyü)
Kur'ân-ı Kerim'de sözü edilmiş ve işlenmiş bir konu olarak vardır. Elbette ki
büyü tarih boyunca insanları meşgul etmiş bir hadisedir. En uygar sanılan
toplumlar içinde bile sihir yapan ve sihre inanan insanlar bulunmuştur. Onun
için sihrin bir toplum gerçeği olarak var olduğunu inkâr etmek imkansızdır.
İlginçtir ki bazı yazarlar da "Sihir
haktır. " sözüne, farklı bir yorum getirmiş ve büyünün gerçek anlamda etki
yaptığına inanmışlardır. Eğer büyünün gerçek anlamda etkisi olsaydı,
büyücülerin açamadıkları kapı, çözümleyemedikleri sorun kalmayacaktı. Tarihte
büyücülerden ve şarlatanlardan medet uman nice krallar olmuştur ki bunların
hepsi de sonunda hayal kırıklığına ve hüsrana uğramışlardır. Büyünün bir tek
kere dahi başarıya ulaştığı kanıtlanamamıştır. Kaldıki büyücülere meydan
okuyan insanlar hiç bir zaman onların büyü yoluyla tertip ettikleri bir
kötülüğe uğramamışlardır! Bu bile büyünün ne büyük bir yalan olduğunu ortaya
koyan başlıbaşına bir kanıttır.
Bazı kimseler eğer Kur'ân-ı Kerim'in
113 üncü Sûresi olan Felak Sûresi'nin 4'üncü Âyet-i Kerime'sini göstererek
büyünün şerri hakkında bir kanaat ortaya koymak istemişlerse, hemen ifade etmek
gerekir ki bu Âyet-i kerime'de şerrinden söz edilen büyü değil, tam tersine
?Düğümlere üfleyip tüküren? büyücü kadınlardır. Binaenaleyh bu kimseler, büyü
ile büyücüyü birbirine karıştırmışlardır!
Hiç kuşku yok ki her devirde bu gibi
nameşrû işlere kendini vererek duygusal insanların psikolojisini olumsuz yönde
etkileyen kadınlar bulunmuştur. Genelde cahil topluluklar arasında faaliyet
gösteren bu kadınlar, iplik düğümlemek, bu düğümlere üflemek, muska ve tütsü
yapmak, kurşun dökmek ve kehanetlerde bulunmak gibi batıl şeylerle bir yandan
geçinmeye çalışırken bir kısım insanların iç dünyaları üzerinde etkili
olabilmektedirler. Aslında bunlardan yararlanmak isteyenler, onların şerrine
daha çok uğrayanlardır. Çünkü büyücüye inanmak küfürdür. Yani İslam Dini'nden
çıkmak için yeterli bir sebeptir. Bu ise şer ve kötülüğün en tehlikelisidir.
Ayrıca büyücüye, yapmış olduğu büyü karşılığında ücret vermek, hem işlediği bu
ağır günaha karşılık onu ödüllendirmek, hem zararlı bir faaliyete değer
biçmiş olmak, hem de böyle bir faaliyeti cesaretlendirmek bakımından elbette ki
bu yapılanların hepsi şerdir, kötüdür. Rabb'imiz işte bütün bu kötülükleri
işleyen kadınların şerrinden kendisine sığınmamızı istemiştir.
Büyü, hiç bir reşit toplum içinde
legal bir meslek niteliğini kazanamamış, vicdanlarda mahkum olduğu için hep
gizli yapılmış ve büyü yapanların da yaptıranların da sonu daima pişmanlık
olmuştur.[1]
[1]
Ferit Aydın, İslam'da İnanç Sistemi,
Kahraman Yayınları: 311-317.