Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Eski ve Modern Büyünün Etkisi İçin Bir Örnek Karı-Koca Arasını Ayırmak
Eski ve Modern Büyünün Etkisi İçin Bir Örnek
Eski ve
Modern Büyünün Etkisi İçin Bir Örnek: Karı-Koca Arasını Ayırmak:
?...Onlar karı ile koca arasını açan
şeyleri öğreniyorlardı...?
(2/Bakara, 102) Geçmişte, şeytan karakterli kişiler ya da sihirbazlar,
insanların, karı-kocanın, akrabaların arasını açmak için sınırlı çapta
faâliyette bulunabilmekte, dünya çapında düşünüldüğü zaman küçük zararlara
sebebiyet vermekteydiler. Bunlar, belki bin bir şeytanlık ya da kurnazlıkla,
halktan yana görünerek karıyı kocasına, kocayı karısına karşı kışkırtıp
aralarına geçimsizlik sokmakta, belki ayrılmalarına sebep olmaktaydılar. Kim
bilir, kadınların kulaklarına kocalarının kendilerini sevmediğini, aralarında
başka bir kadın bulunduğunu, ya da kocanın kendisine haksızlık yaptığını,
yeterli gezdirmediğini, güzel giydirmediğini, istenildiği şekilde yedirmediğini,
ona karşı cimrilik yaptığını fısıldıyorlar, huzursuzluk ve münâkaşalara,
mutsuzluklara sebep oluyorlardı. Kocanın kulaklarına, karısının kendisini
istemediğini, evlenmeden önce bir başkasını sevdiğini, zorla kendisiyle
evlendirildiğini, hâlâ o eski şahsı sevdiğini, karısının onunla ilişki kurduğunu
söylemekte, ya da ?hanımın ev işlerini iyi yapmıyor, güzel yemekler yapmıyor,
israf ediyor...? gibi araya kırgınlık ve kızgınlık sokacak düşünceleri
fısıldıyor, vesvese veriyordu. Böylece huzurlu ve mutlu ruhlar, gönüller altüst
oluyor, canlar sıkılıyor, ruhlar daralıyor, sonu ayrılıklarla neticelenecek
fâcialar meydana getiriyor, yavruları ana-babalı öksüz bırakabiliyorlardı.
Günümüzün modern ve çok daha güçlü
büyücüleri, artık gizli gizli kişilerin kulaklarına fısıldayarak onları
büyülemiyorlar. Onlar, toplumlara, fıtratlarında ve benliklerinde yer almayan,
değerlerine zıt fikirleri ve hevâlara hoş gelecek özgürlük anlayışlarını
pompalıyorlar. Kadın-erkek eşitliğini, kadınların ezildiğini, horlandığını,
kocaların onları ezdiğini, erkeklerin onları köle haline getirdiğini, kızların
evlenip koca kahrı çekmeye, çocuk doğurup bakmaya, büyütüp terbiye etmeye
mecbur olmadıklarını, evlilik denilen kurumun kutsal olduğuna inanmaya gerek
olmadığını, cinsel özgürlük olması gerektiğini, iffet, nâmus, bâkirelik gibi
kavramların gereksiz ve boş şeyler olduğunu, kadının da istediği zaman, istediği
süre, istediği erkekle serbeste yaşayabilme hakkı olduğunu, onun da erkek gibi
her işte çalışıp kazanarak özgürce harcayabilmesi gerektiğini sûret-i haktan
görünerek, güya kadınların hakkını savunarak, şuursuz kesimlere ?telkin?
ediyorlar. Onları şartlandırıyor, büyülüyorlar. Bunun sonucu olarak âileler
çöküyor, karı-koca arasında kavga ve gürültüler, nifak tohumları atılıyor,
boşanmalar çoğalıyor, yapısı ve sağlamlığı âileye dayanan toplumlar çatırdıyor.
Sağlıklı nesiller yetiştirebilmek imkânsız hale getirilmek isteniyor. Zina,
fuhuş, ve benzeri çirkinlikler, Allah'ın haram kıldığı fiiller yayılıyor,
ahlâken çöküş başlıyor. Toplumlar zayıflıyor, insanların fıtratları yozlaşıyor,
kimlik ve benlikleri kayboluyor, başka toplumların ve devletlerin hâkimiyeti
altında yok olmaya aday hale geliyorlar.
Boşanmaların oranı konusunda, tv.
öncesi ile tv. sonrası karşılaştırmalı istatistikler, olayın vehâmetini ve
modern büyünün etkisini belgeler. İşi gücü güzel gözükerek fitneye sebep olmak,
erkekleri tahrik etmek, kışkırtmak olan, çağdaş hile ve aldatma araç ve öğeleri
olarak eski sihirbazların değneklerinin yerini tutan kozmetik ürünler, fotoğraf
hileleri, vücutları teşhir eden giyinmeler/soyunmalar, müzik ve dansın katkıları
vb. ile erkekleri büyüleme işini başarıyla gerçekleştiren ?sanatçı?, ?yıldız?
denilen aktrist ve şarkıcıların eski zamandaki büyücü kadınlara, cadılara
benzerlikleri değerlendirilmelidir. Bu starları/sanatçıları (!) izlerken, erkek,
onları kendi karısıyla ister istemez mukayese etmekte, ahlâksız kadınların
teknikle takviye edilen, şeytanın nefislere, olduğundan çok daha güzel
gösterdiği yalancı güzelliğine vurularak karısından soğuyabilmektedir. Yine,
yakışıklı ve ağzı güzel (büyüleyici) lâf yapan aktörler, şarkıcılar kadınları
teshir edip büyülemekte, o da kocası ile filmdeki, pembe dizideki, magazin adlı
büyü showlardaki şeytanın allayıp pulladığı oğlanla/jönle, kendi kocasını
karşılaştırmakta, etkisinde kaldığı bu büyünün bedelini, günlük hayattaki
çatırdayan yuvasıyla ödemektedir. Günümüzde ?sanat?, çağdaş büyü aracı olarak
kullanılmakta, sanatçı da modern büyücü rolünü üstlenmektedir.
Sanat, ruhun güzelliklerinin dışa
yansıması olmaktan çıkarılmış; toplumları maddî yönden sömürme, mânevî yönden de
uyuşturma görevi almış emperyalizmin cadısıdır. Bu çirkin büyücünün kendisini
güzel gösteren maskesinin sırıtan makyajını göremeyen gâfil gençler, yalancı
güzelliğine âşık oldukları bu cadının kollarına atılır atılmaz can vermekteler.
Şimdi sanat adlı bu cadı, büyüsüyle arkasından koşturduğu gençlerin ruhunu
almakla yetinmemekte, bu cinâyetten önce kendi tanrılığına iman ettirip kendine
taptırmakta. Bize düşen görev, gücümüzün yettiği oranda, işi ilâhlık taslamaya
kadar vardıran bu büyücünün maskesini düşürmek ve çevremizdeki kurbanlarını
azaltmak için çalışmak. Bunun da yolu, maskesini takarak onun rolünü oynadığı
?gerçek güzel?i insanlara tanıtmaktan geçiyor. Sahtekârlar ne ile
kandıracaklarsa, o şeyin gerçeğini hakkıyla tanımayanları kandırabilirler
sadece. Gerçeğin apaçık ortaya çıkması gerekir ki sahtekâr bâtıl eriyip yok
olsun.[1]
Bu yönüyle, modern sihirbazlar ve
büyücüler tarafından uygulanan, toplumlara yöneltilen sihrin ne kadar etkileyici
ve tahrip edici olduğu, âileleri yıkmada, karı ile kocanın arasını ayırmada ne
kadar güçlü rol oynadığı ortadadır. Bunların şerrinden, zararından emin
olabilmek için de her şeyin yaratıcısı Yüce Allah'a sıkı sıkıya bağlanmak, O'nun
emir ve yasaklarına kulak vermek, gönderdiği Kitab'ına ve Peygamberinin
tavsiyelerine uymak, fitne saçan ortamlardan sakınmak, insan ve cin
şeytanlarının kulaklarımıza fısıldadığı telkinlere kapılmamak gerektiği
açıktır. Politikacıların yalan vaatleriyle halkı nasıl büyüleyip kandırdıkları,
medyanın nasıl akı kara, karayı da ak gösterdiğini ve toplumu nasıl etkilediği
ortadadır. Hz. Peygamber'in bu konuda: ?Belâğatlı sözlerden bir kısmı
sihirdir.? (Buhârî, Tıb 51, Nikâh 47; Müslim, Cum'a 47) buyurması da konuyu
kavramamıza katkıda bulunmaktadır. Böyle yıkıcı tesirleri olabilen sihrin
tesirinden korunabilmemiz için Kur'ân-ı Kerim'de bir sûre yer almaktadır: ?De
ki: ?Yaratıkların şerrinden, bastırdığı zaman karanlığın şerrinden, düğümlere
nefes eden büyücülerin şerrinden, hased ettiği zaman hasedçinin şerrinden, tan
yerini ağartan Rabbe sığınırım.? (113/Felak, 1-5)
Bu sûrede konumuzla direkt ilgili âyet
şudur: ?düğümlere üfleyip tüküren büyücü kadınların şerrinden?
(113/Felak, 4) ?Düğümlere üfleyen kadınlar? ifadesiyle, sihir yapmak için
bağladıkları düğümlere üfleyen kadınlar kast edilmiştir. Bu ibâre, ?erkeklerin
kadınlara düşkünlüğünden yararlanıp, naz ve işve ile onların zihinlerini çelerek
istedikleri görüşe döndüren kadınlar? şeklinde de anlaşılmıştır. ?Bunlar, düğüm
gibi açılması zor olan erkekleri naz ve işveleriyle fikirden fikre döndürürler.
Böylelerin, erkeklerin fikirlerini çelmek için döktükleri dil, yaptıkları işve,
erkeklerin düğüm gibi düşüncelerini üfleyerek çözmeleri, onları çeşitli
fitnelere düşürmeleri? şeklinde de tefsir edilmiştir (Bkz. Fahreddin Râzi,
Elmalılı ve S. Ateş'in Tefsirleri, Felak sûresi tefsiri). Âyetin bu şekilde
yorumlanması, telkinin sihir olduğuna, sihrin de telkinden ibaret olduğuna dair
yukarıda kaydettiğimiz hususlara uygundur.
İslâm'a rağmen müslümanların içinde
icrâ-yı faâliyet gösteren büyücü ve sihirbazların, kaynağı Bâbil, Âsur, Eski
Mısır, yahûdilik vs. gibi İslâm öncesi küfür ve şirk dönemlerine ulaşan efsun,
tılsım ve büyüleri, onlara İslâmî bir kimlik vermek sûretiyle müslümanların
câhil halk tabakası arasına yaydıkları bilinmektedir. Bunda da en çok şamanlar,
budist râhipler, maniheist din adamları, yahûdiler rol oynamış, karşı
gelemeyince, ellerinde mevcut birtakım tılsım, efsun, vefk vs. büyü cinsinden
hurâfeleri İslâm'a sokmaya çalışarak, bu yüce dini tahrif etme, Kur'an'ı
topluma, anlaşılmaz bir sihir kitabı olarak algılatma yoluna gitmişlerdir.
Böylece Kur'an'ı hükümsüz bırakma ve Onun denetiminden uzak kalan toplumlar
üzerinde eski hâkimiyetlerini sürdürme maksadı gütmüşlerdir. Bunu
gerçekleştirmek için, âyetlerden, hadislerden, esmâ-i hüsnâdan, bazı İslâmî
duâlardan yararlanmışlar, bunları istismar ederek büyü yapmada kullanmışlardır.
Halbuki İslâm büyüyü yasaklamış, bunun şirk ve küfür olduğunu bildirmiştir.
Cinci olduğunu iddia eden muskacı, üfürükçü ve büyücüleri ?hoca? sıfatıyla
adlandırmışlar, dinin şirk ve küfür kabul ettiği bu sahtekârlıkları,
müslümanlığın sahip çıktığı imajı vererek dine büyük darbeler indirmişlerdir.
Görüldüğü gibi, ?düğümlere
üfleyenler?, İslâm'ı iptal ederek, Kurân-ı Kerim'i devre dışı bırakmak
isteyen, içine sokuşturmak istedikleri hurâfe ve büyülerle tevhid dinini tahrif
etme arzusunda olan İslâm düşmanlarıdır. Kur'ân-ı Kerim'in inmesi ve İslâm'ın
bunların faâliyet alanlarında hâkim olmasıyla menfaatleri haleldâr olmuş bu tür
kimseler, hem intikam almak, hem de eski sömürü çarklarını işletmeye devam edip,
bu zavallı halkı pençelerinde tutmak için sihre meşrûiyet kazandırmak
istemişlerdir. Yüce Allah'ın, ?düğümlere üfleyenlerin şerrinden?
kendisine sığınılmasını isteyerek, mü'minleri onların bu sinsi ve çok tehlikeli
faâliyetlerine karşı uyarmasına bu açıdan da bakmak gerektiği kanaatindeyiz.
Kısacası düğümlere üfleyerek sanat icrâ eden sihirbaz ve büyücülerin asıl
tehlikesi, Kur'an'ı ve islâm'ı tahrif etmeye ve onları kötü amaçlarına yönelik
istismar etmeye yönelik faâliyetleridir.
Kur'ân-ı Kerim indiği zaman, dünyada
mevcut tüm toplumlarda olduğu gibi, câhiliye Araplarında da karanlık korkuları
vardı. Onlar, gece karanlığında cinlerin ortaya çıkıp kendilerini
çarpacaklarına inandıklarından geceleyin bir dereye indiklerinde o derenin en
büyük cinine sığınıyorlar ve böylece güven içinde olduklarına inanıyorlardı.
Yine bu dönemde Araplar arasında, insanları hasta yapmak, onları istediği yöne
sevketmek, onlara zarar vermek amacıyla sihir yapan erkek ve kadınlar vardı.
Bunlar büyü yaparken, okuyup üfleyerek düğüm bağlarlardı. Yine toplum içinde,
haset eden insanların nazarlarının değeceğine inanılır ve bunun için çeşitli
tılsımlara, hurâfe yollarına başvurulurdu. Bu açıdan bu âyetlerin amacı, gecenin
karanlığında cinlerin çarpacağını, yahut büyücülerin insana zarar vereceğini
veya mutlaka göz değeceğini anlatmak değil; tek kuvvet ve kudret sahibinin Allah
olduğunu, O'na sığındıktan sonra hiç kimsenin ve hiçbir şeyin zarar
veremeyeceğini, başkasına değil; yalnız Allah'a sığınmak gerektiğini
anlatmaktır.[2]
Cinlerin insanlara zarar verebileceği,
çarpacağı, büyü yaparak cinler vasıtasıyla diğer insanların etki altına alınıp
istenilen yöne sevkedileceği, öldürülebileceği, hastalandırılabileceği, hayvan
şekline dönüştürülebileceği iddiaları, câhiliye döneminin birtakım yanlış
kanaatleri olmalıdır. Bize göre, günümüzde bazı bilim dallarınca da kullanılan
hipnoz vs. yollarla telkin, iknâ, şartlandırma, beyin yıkama durumları hâriç bir
insanın irâdesinin etki altına alınması söz konusu değildir. Bir insan, bir
konuda şu ya da bu yolla iknâ olabilir, etki altında kalabilir, ama attığı her
adımda, her davranışında cüz'î irâdesini kullanması söz konusudur. Deli değilse,
irâdesini kullandığı şeylerden de sorumludur. Çünkü Allah, irâdesini hayır ya da
şerde kullanmakta serbest bırakmış, insanın davranışlarından sorumlu
tutulacağını bildirmiştir. Ayrıca bir insanın hipnoz vs. yollarla devamlı bir
sûrette telkin altında tutulup, başkasının emri altına girmesi de mümkün
olmamalıdır. Çünkü bu durum, bir nevi uyku halidir. Bir kimseyi irâdesi dışında
hipnotize etmek de mümkün değildir.[3]
Bu sebeple de cinlerle irtibat kurarak ya da onları emri altına alarak,
başkalarını öldürecek, eşinden boşattıracak ya da birisini istemediği bir
kimseye âşık edecek davranışları yaptırtabilmek pek mümkün değildir.
Bu iddialarda bulunanlar, ilgili
şahısla doğrudan irtibatta bulunup onlara söz vs. yollarla telkinde
bulunmuyorlar. Yazdıkları birtakım muskalarla ya da yaptırdıkları birtakım
hurâfe mahsûlü, Bâbil, Âsur, Süryânî kalıntısı büyülerle hedef şahsı etki altına
alabildiklerini ileri sürüyorlar. Bu iddialarını desteklemek için de cinleri
kullandıklarını, onların kendi emirleri altında bulunduğunu iddia ediyorlar.
Cinlerin insanların emrine girmeleri mümkün olmadığına göre, geriye bu iddiada
bulunan sihirbaz ve büyücülerin cinler ve şeytanlarla dost olmaları kalıyor. Bu
durumda, bu tür kimselerin cin ve şeytanlarla irtibat kurduklarını kabul etsek
bile, başka insanları hasta ettirip hatta öldürebileceklerini, onları tesir
altına alıp istedikleri her şeyi yaptırabileceklerini kabul etmek de mümkün
değildir. Çünkü hayat veren ve öldüren yegâne güç Allah'tır. Bunlar O'na mahsus
fiillerdir (Bkz. 2/Bakara, 258; 15/Hıcr, 23).
Ayrıca insanın koruyucu melekleri
(hafaza melekleri) olduğunu da hatırdan çıkarmamak gerekir. Cin ya da
şeytanların bu konuda bir gücü ve fonksiyonu yoktur. Kur'ân-ı Kerim'in çeşitli
yerlerinde Yüce Allah, ?Kullarımın üzerinde senin bir nüfûzun olamaz. Ancak
sana uyan sapıklar bunun dışındadır? (15/Hıcr, 42; benzer ifade için bkz.
14/İbrâhim, 22; 16/Nahl, 99; 17/İsrâ, 65) buyurarak bu hususa işaret etmiştir. O
zaman kâfir cin ya da şeytanların insanlar üzerindeki etkisi, gücü, sadece
onları doğru yoldan saptırıp azdırmak, haram ve yanlış yollara sevkederek,
Allah'ın kendilerine buğzetmesini temin etmek için kalplerine vesvese vermek,
kötü telkinlerde bulunmaktır. Bu açıdan cin şeytanları ile, insan şeytanları
aynı görevi yapmakta, her iki grup da telkin yoluyla insanları etkilemeye, tesir
altına alıp kandırmaya çalışmaktadırlar. Şeytanların insanlara vesvese verdiği,
onların insanın gönlüne getirdiği bu vesveselerin, gizli fısıltıların şerrinden,
kandırmasından Allah'a sığınmak gerektiği Kur'an'da haber verilmektedir
(6/En'âm, 112, 121; 41/Fussılet, 36). En-Nâs sûresinde ise bu konuda şöyle
buyrulmaktadır:
?De ki: ?İnsanlardan ve cinlerden ve
insanların gönüllerine vesvese veren o sinsi vesvesecinin şerrinden, insanların
İlâhı, insanların Hükümrânı ve insanların Rabbi olan Allah'a sığınırım.?
(114/Nâs, 1-6). Yine Kur'an, şeytanın kıyâmet günü Allah'ın huzûrunda şöyle
diyeceğini haber vermektedir: ?İş olup bitince şeytan, ?doğrusu Allah size
gerçek vaad etti. Ben de vaad ettim, ama sonra caydım. Esasen sizi zorlayacak
bir nüfûzum da yoktu; sadece çağırdım, siz de geldiniz. O halde beni değil;
kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Beni
Allah'a şirk/ortak koşmanızı daha önce kabul etmemiştim. Doğrusu zâlimlere can
yakıcı bir azap vardır' der.? (14/İbrâhim, 22)
Yine bu konuda: ?Doğrusu şeytanın
iman edenler ve yalnız Rablerine güvenenler üzerinde bir nüfûzu yoktur. Onun
nüfûzu sadece, kendisini dost edinenler ve Allah'a şirk/ortak koşanlar
üzerindedir. (O, sadece onları kandırabilir).? (16/Nahl, 99-100)
buyurulmuştur. Bu âyetten cin ya da şeytanların telkin ve vesveselerine şirk
koşanlarla şeytanı dost edinen günahkâr kimselerin kapılabileceğini anlıyoruz.
İster büyücü, ister sihirbaz tarafından gönderilsin, ister cin ya da şeytan
kendisi gitsin, kulağına fısıldayarak, gönlüne vesvese vererek etki altına
aldığı kimse, demek ki şeytanın dostudur. Ona dost olanın da şu veya bu
zorlamayla değil; yukarıdaki âyette (14/İbrâhim, 22) kendisinin de itiraf ettiği
gibi özgür arzu ve irâdesiyle bunu yaptığı, şeytanın telkinine kapıldığı
açıktır.
Bu durumda da uğranılan zarardan
sorumlu ve suçlu yine büyücü vs. değil; cüz'î irâdesini o yönde kullanan
insandır. Sihirbazın sorumluluğu ayrı bir konudur. O zaman ister nüsha (muska)
yazarak, ister çeşitli yollarla sihir yaparak, isterse düğümlere üfleyerek
faâliyette bulunsun, büyücü ya da sihirbazların şerrinden Allah'a sığınmak
gerekir. Cin ya da insan şeytanlarının şerri de, insanlara vesvese vermesi,
kulaklarına fena şeyleri fısıldaması, onlara yanlış ve zararlı hususları telkin
ederek dünya ve âhirette hüsrâna uğratmasıdır. Nitekim Ebu'l-Yüsr el-Pezdevî,
ehl-i sünnet âlimlerinin çoğunun, cinlerin vesvese vermek sûretiyle insanlara
etkili olabileceklerini söylediklerini kaydetmektedir.[4]
İnsan şeytanlarının telkin vs.
yollarla, medyayı kullanarak, ya da ferdî hareket ederek, kişide, âilede,
toplumda nasıl tahribat yapabildiklerini yukarıda açıklamaya çalıştık. Eski
sihirbazların daha dar imkânlarla hakkı bâtıl, bâtılı hak göstererek küfrü
yaymaya, hâkim kılmaya çalıştıkları gibi, günümüzde de daha geniş çapta
insanları telkin altına alıp gözlerini boyayarak, beyinlerini yıkayarak, hakkı
bâtıl, bâtılı hak gösterip şerri, fitne ve fesâdı hâkim kılmaya çalışan modern
büyücü ve sihirbazlar vardır. Bunların zarar ve etkisinden korunmak için
Allah'ın yardımını dilemek, O'na sığınmaktan başka çare yoktur. O zaman, eski
sihirbazların da, yeni büyücülerin de, şeytanların da başvurdukları yol
?telkin?dir ve hedefleri de insanları şirk ve küfre düşürmektir. Onların dünyada
mutsuzluğa, âhirette azâba uğratmak, devamlı ruh sıkıntıları, stres ve
bunalımlar içinde yaşatarak, sonuçta hastalandırıp delirtmek, inkâra, intihara
kadar götürmektir. Küfre ve şirke, inançsızlığa, ahlâksızlığa sevketmektir.
Buraya kadar saydığımız şu hususların
şerrinden Yüce Yaratıcı'ya sığınılmasını gerektirecek büyük felâketler olduğu
açıktır. İnsanoğlu bu felâketlere, bu acı sonuçlara kendisini insan ya da cin
şeytanlarının telkinlerine teslim etmesi, irâdesini bu yönde kullanması
sebebiyle uğramaktadır. O halde kişi, suçu büyücü ve sihirbazda, şeytan ya da
cinde değil; kendisinde aramalıdır. Tarih boyunca Cenâb-ı Hakk'ın bu konudaki
Sünnetinin, sihrin iptal edilmesi (tesirsiz bırakılması), büyücülerin perişan ve
mağlûp edilmesi şeklinde tecellî ettiğini hatırdan çıkarmamak gerekir (F. Râzi,
T. Kebir, 3/273). Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de bu konuda, ?büyücü nereden
gelirse gelsin, başarı kazanamaz? (20/Tâhâ, 69), ?Sihirbazlar gelince
Mûsâ onlara, ?atacağınızı atın' dedi. Attıklarında Mûsâ ?Yaptığınız sihirdir,
fakat Allah onu boşa çıkaracaktır. Allah fesatçıların/bozguncuların işini
elbette düzeltmez. Suçlular/günahkârlar istemese de Allah sözleriyle hakkı
gerçekleştirecektir' dedi.? (10/Yûnus, 80-81) buyurulmaktadır.
Burada konuyla ilgili olarak Hz. Peygamber'den nakledilen bir hadisi kaydetmenin
yerinde olacağını düşünmekteyiz: Hz. Peygamber, devamlı içki içen ayyaş
kimselerin, sihre inanan ve doğru olduğunu tasdik edenlerin, sıla-i rahmi
kesenlerin, kâhinlerin, yaptığı iyilikleri başa kakan kimselerin cennete
giremeyeceğini söylemiştir (Ahmed bin Hanbel, 3/14, 83; 4/399). Bir diğer
hadislerinde ise Rasûlullah, sihir yapan kimsenin Allah'a şirk/ortak koşmuş
olacağını bildirmiştir (Nesâî, Tahrîm 19, hadis no: 4076).[5]
[1]
Ahmed Kalkan, Sanat Bilinci, s. 7.
[2]
İzzet Derveze, Tefsîru'l-Hadis 1/197-198; S. Ateş, a.g.e. 11/191
[3]
Tahir Örs Özakkaş, Gerçeğin Dirilişine Kapı Hipnoz, s. 158/159
[4]
Pezdevî, Usûlü'd-Dîn, s. 226; Krş. Kılavuz, TDV. İslâm Ansiklopedisi, Cin
Maddesi, 8/9
[5]
A.Osman Ateş, a.g.e. s. 230-250