Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Küfür ve Tuğyan İlişkisi

Küfür ve Tuğyan İlişkisi



Küfür ve Tuğyan
İlişkisi



İnkâr edenler, 'tâğut' haline getirdikleri
ilâhlarını severler, onların uğruna mücâdele ederler. Kurdukları 'tâğutî'
sistemlerin devam etmesi için her şeyi yaparlar. Yaptıkları işi öylesine süslü
ve doğru olarak gösterirler ki, arkadan gelen nesilleri çok iyi kandırırlar.
Onların kurduğu sistemler çoğu zaman insanların hoşuna giden şeylere değer
verir, nefisleri doyurmayı ön plana çıkarır.

İman edenler, Allah için, O'nun hükmünün geçerli
olup zulüm ve fesat ortamlarının yıkılması için uğraşırlar.

"İman edenler Allah yolunda cihad ederler
(çalışırlar), kâfir olanlar ise tâğut uğruna savaşırlar."
(4/Nisâ, 76)

'Tâğutluk' iki şekilde karşımıza çıkmaktadır.
Yukarıda geçtiği gibi, bazı insanlar veya topluluklar, istikbar veya istiğnâ
(kendini zengin ve yeterli görme) duygusuyla rabbliğe kalkışır. Allah'ı ve O'nun
hükümlerini dinlemez ve kendi hevâ ve hevesinden, yani Allah'ın peygamberlerle
insanlara gönderdiği temel prensiplere karşılık kendi kafalarından hükümler
koyarlar. Sonra da koydukları bu hükümleri insanlara dayatırlar.

İşte bu gibi kişi ve güç toplulukları 'tuğyan'
içinde olanlardır, kendilerini 'tâğut' haline getirenlerdir.

İkinci olarak, kimi insanlar da bu 'tuğyan' eden
kişi veya güçleri ilâh veya rabb gibi bilip onlara tâbi olurlar, onların
isteklerini, uyulacak tek istek kabul ederler. Allah'ın ne dediğine kulak
asmazlar. Böyleleri şüphesiz Allah'ı bırakıp 'tâğutları' ilâh edinen
müşriklerdir.

Tâğutları ilâh bilip onların hükümlerine itaat
edenler elbette inkârcılardır.

'Tâğut' kavramı 'tuğyan' edip insanlar üzerine
rabbleşen bütün kişi ve güç odaklarını anlatmaktadır. Firavun örneğinde geçtiği
gibi, ilâhlık iddiasında bulunup insanlara hükümler koyan ve insanları o
hükümlere boyun eğmeye zorlayan bütün zorbalar tâğuttur.



Azgın, sapık, kötülük ve sapıklık önderi, zorba,
şeytan, put, puthane, kâhin, sihirbaz. Allah'ın hükümlerine sırt çeviren kişi ve
kuruluşların tümü. Arapça "Teğa" kökünden türetilmiş olup kelimenin masdarı olan
"Tuğyan" Allah Teâlâ'ya isyan etmek anlamına gelmektedir.

Allah'ın indirdiği hükümlere muhalif olan ve
onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden her varlık tağuttur.

Tağut, Allah (c.c)'a karşı isyan etmekle beraber
O'nun kullarını kendisine kul edinmek gayretinde olandır. Bu ise şeytan, papaz,
dinî veya siyasî lider veyahut da kral olabilir. Bu sebepten bir insanın hakiki
mümin olabilmesi için tağutu reddetmesi gerekmektedir.

Tağut kelimesi aslında çoğul manâsı
taşımaktadır. Çünkü Allah (c.c)'ı inkâr eden, bir yerine birçok tağutun kulu
olur. Bunlardan bir tanesi insanı çeşitli günahlara yönelten şeytandır. Diğeri,
insanı ihtiras ve arzularının esiri kılan kendi nefsidir. Kezâ karısı,
çocukları, hısım ve akrabaları, ailesi, arkadaşları ve milleti ile siyasî ve
dinî liderleri ve hükümetleri gibi diğerleri de bulunmaktadır. Bütün bunlar o
kimse için birer tağut olur ve o kişiyi kendi arzu ve ihtiraslarına esir etmek
isterler. Bu pek çok efendilerin kulu olan kimse, tatminine bir türlü imkân
olmayan bu tağutlardan her birini ayrı ayrı memnun etmek hayaliyle ömrünü boşa
tüketir.[1]


Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerîm'de: "Andolsun ki
biz her kavme "Allah'a ibadet edin, tağuta kulluk etmekten kaçının" diye (tebliğ
yapması için) bir peygamber göndermişizdir" (en-Nahl, 16/36),

"İman edenler Allah yolunda cihad ederler,
kâfirler ise tağut yolunda savaşırlar"
(en-Nisa, 4/76) ayetleriyle müminlere tağut hakkında bilgi vermekte ve tağuta
karşı takınmaları gereken tavrı açıklamaktadır. Alimler de tağut hakkında, ayet
ve hadislerden çıkardıkları deliller çerçevesinde yaptıkları yorumlarla bu
kavramı tefsir etmektedirler.

Bugün yeryüzünde yürürlükte olan rejimlerin
hepsi, beşerî rejimlerdir ve hükümlerini kendileri koymaktadırlar. Dolayısıyla
da Allah (c.c)'ın hükümlerine muhalefet etmektedirler. O halde bu rejimlerin
hepsi "tağut" olarak isimlenir. Hatta kitlelere "en cazip ve hüsn-ü kabul gören
bir rejim" olarak tanıtılan demokratik ve lâik rejimler de tağut hükmündedir.

Her ne şekilde olursa olsun, insanlar tarafından
konulmuş ve Allah (c.c)'ın hükümlerine muhalefet eden hükümler "tağut" olarak
isimlendirilirler.

Allah Teâlâ (c.c) Kur'an-ı Kerîm'de; "Sana
indirilen Kur'an'a ve senden önce indirilen kitaplara iman ettik diye boş
iddialarda bulunanlara bakmaz mısın? Onlar tağutun huzurunda muhakeme olmak
(hükümlerine boyun eğmek) istiyorlar. Halbuki tağutu inkâr etmekle (tekfir
etmekle, lânetlemekle) emrolunmuşlardı. Şeytan onları uzak bir sapıklığa
saptırmak ister" (en-Nisa, 4/60) buyurmaktadır.

Allah (c.c)'a, peygamberlere, ahiret gününe,
meleklere, kitaplara ve inanmakla mükellef olduğu bütün hususlara inandığını
açıklasa, fakat demokratik, lâik, sosyalist, kapitalist vb. rejimlerden herhangi
birinin hükümlerini kabul edip itaat eden bir kimsenin irtidadına hükmedilir.
Zira insanları yaratan Allah Teâlâ'dan başkası, insanların nasıl idare olunacağı
hususunda ve onların sosyal yaşamlarına yönelik hükümler koyma yetkisine sahip
değildir. Çünkü hüküm koyan insan, o hükme tâbi olmasını istediği insanlardan
üstün ve herhangi bir ayrıcalığa sahip değildir. Allah Teâlâ katında üstünlük,
sadece takva iledir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de Allah Teâlâ; "Şüphesiz ki
sizin Allah katında en şerefliniz, takvaca en ileri olanınızdır? (el-Hucurat,
49/13) buyurmaktadır.

Kendisinde böyle yetkiler gördükten sonra, Allah
Teâlâ'nın indirdikleriyle hükmetmeyip, heva ve hevesleri doğrultusunda hükümler
koyanlar aynı zamanda "ilahlık" iddiası içindedirler. Dolayısıyla Allah
Teâlâ'nın hükümleri dışında hüküm koyanlar ve o hükümlere tâbi olanlar da,
tevhid akîdesinin dışına çıkıp kâfir olurlar. Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de:
"Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar, fasıklardır" (el-Maide,
5/45) buyurmaktadır.

Tağutların hükümlerine göre yönetilen beldeler "Dâr'ul-Harp"
durumundadırlar. Tağutun hüküm sürdüğü beldelerde yaşayan bütün müminlerin, din
Allah'ın oluncaya, Allah'ın indirdikleriyle hükmedilinceye kadar cihad etmeleri
farzdır. Bu cihaddan kaçıp, tağutun hükmüne razı olanlar ise, ister bilerek,
ister bilmeyerek yapsın, kâfir olma durumundadırlar. Allah Teâlâ (c.c) bu
hususta; "İman edenler Allah yolunda cihad ederler, küfredenler ise tağut
yolunda savaşırlar" (en-Nisa, 4/76) buyurmakta ve müminin tağut karşısındaki
yerini belirlemektedir.

Allah Teâlâ, Âdem (a.s)'dan, Resulullah'a
(s.a.s) kadar bütün peygamberleri, insanları Tevhid'e, yani Allah'ın varlığına
ve birliğine, ortağı olmadığına inanmaya; O'nun koyduğu hükümleri
kabullenmeyerek kendi heva ve heveslerine göre hüküm koyma isteğinde olan
"tağut"a karşı savaşmaya ve tağut kapsamına giren her şeye kulluk etmekten
kaçınmaya çağırmaları için göndermiştir.

Nitekim Allah Teâlâ bu hususta; Andolsun ki biz
her kavme, "Allah'a ibadet edin, tağuta kulluk etmekten kaçının" diye (tebliğ
yapması için) bir peygamber göndermişizdir" (en-Nahl, 16/36) buyurmaktadır.

Bu tağutlar İbrahim (a.s) döneminde Nemrut, Mûsa
(a.s) döneminde Firavun, Resulullah (s.a.s) döneminde de Ebu Cehil, Ebu Leheb
gibi Daru'n-Nedve'nin ileri gelenleri ve puta tapan şahsiyetleri olduğu gibi,
diğer peygamberler döneminde de, kendilerine gönderilen peygamberlerin getirdiği
tevhid akidesini inkâr edip, atalarından kalan inançları devam ettirme
inatçılığı gösteren puta tapan kavimler olmuşlardır.

Gelen peygamberler, gönderildikleri kavimleri
tevhid'e çağırdılar. Tapmaya devam edegeldikleri putlarının kendilerine ne bir
fayda, ne de bir zarar veremeyeceklerini açıkladılar. Ancak pek azı müstesna
olmak üzere, çoğunluğu peygamberleri yalanladılar, hatta öldürdüler. Allah
Teâlâ'ya yönelecekleri yerde, atalarından devraldıklarını ileri sürdükleri
tağuta yöneldiler. Allah Teâlâ bu inkârcı kavimler hakkında; Onlara;
"Allah'ın indirdiğine ve o peygambere geliniz" denildiği zaman, "Atalarımızı
üzerinde bulduğumuz yol bize yeter" dediler. Ya ataları bir şey bilmeyen ve
doğru yolda olmayan kimseler idiyseler" (el-Maide, 5/72) buyurmakta ve nasıl
bir çıkmazda olduklarını açıkça gözler önüne sermektedir.

Tağutların devri kapanmış değildir. Peygamber
bulunsun veya bulunmasın, her dönemde tağutlar varlıklarını korumuşlardır.
Tağut, sadece eski kavimlerde ortaya çıkıp yaşama imkânı bulan bir güç değildir.
Tağut, bugün de müslümanın en büyük düşmanıdır. Tağut, devlet sistemlerini,
ahlâki değerleri ele geçirmiş ve onları müslümana zarar verecek bir hale
dönüştürmüştür. Kısaca tağut, müslümanı dört yanından kuşatmış bulunmakta ve
müslümana hayat hakkı tanımamaktadır.

Müslüman Allah'ın hükümleri doğrultusunda
yaşamak, O'nun koyduğu hükümler dışında konulan bütün hükümleri reddetmek,
İlâhlık taslayan bütün güçleri yok etmek için çalışmakla mükelleftir. Şu bir
gerçektir ki, Allah (c.c)'a iman edenler, O'nun yolunda tağutla savaşmak
zorundadırlar. Çünkü tağut bir mümin için her şey demek olan imanını çiğnemek,
ona hayat hakkı vermemek ve Allah'ın hükümlerini iptal edip, kendi heva ve
hevesleri doğrultusunda hükümler koymak amacındadır. Nitekim Allah Teâlâ
Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurur:

"İman edenler Allah yolunda cihat ederler,
küfredenler ise tağut yolunda savaşırlar"
(en-Nisa, 4/76).

Resulullah (s.a.s) de tağut hakkında bir hadis-i
şerifinde; "Her kim (tağuta karşı) cihat etmeden ve onunla mücadele (ederek
Hakk'ı hakim kılma) arzusunu ruhunda duymadan ölürse, nifaktan bir şube üzerinde
ölür" buyurmaktadırlar"[2]


Bu ayet ve hadis, bir müminin tağuta karşı
takınması gereken tavrı en anlaşılır şekilde ortaya koymaktadır.

Bir mümin; camilerinin ibadete açık olmasına
izin veren, insanları dini inançlarında özgür bıraktığını iddia eden rejimlere
karşı çok dikkatli olmak zorundadır. Bugün bu rejimler, İslâm dünyası için büyük
bir tehlike arzetmektedirler. Bu rejimlerin hepsi tağuttur. Çünkü apaçık
ortadadır ki Allah'ın indirdikleriyle hükmetmemektedirler. İnsanları kendi heva
ve hevesleri doğrultusunda çıkarmış oldukları hükümlerle idare etmektedirler.
Allah'ın hükümlerini, ortaçağ insanına hitab edebilen, sınırlı, bugünün gelişen
ve düşünen insanının gerisinde kalmış hükümler olarak kabul etmektedirler.

Bir mü'min, tağutu, yani Allah Teâlâ'nın
emirleri ve yasakları ile çatışan nefsini, diğer şahısları, önderleri, rejimleri
ve ilkeleri red etmedikçe, hakimiyetin yalnız Allah'a ve O'nun düzeni olan İslâm
nizamına ait olduğunu kabullenmedikçe imanın sembolü olan tevhid kulpuna
yapışamaz. Allah Teâlâ bu konuda da şöyle buyurmaktadır:

"Dinde zorlama yoktur. Hakikat, iman ile küfür
apaçık meydana çıkmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp da Allah'a (O'nun
kanunlarına) iman ederse, muhakkak ki kopması (mümkün) olmayan en sağlam kulpa
sarılmıştır. Allah işiten ve bilendir"
(Bakara, 2/256).

Dolayısıyla insanlar için iki yol vardır.
Birincisi: Allahu Teâlâ (c.c)'ya iman etmek ve her türlü ilişkileri (hayatını)
İslâm'ın hükümlerine göre değerlendirmek; ikincisi, tağuta kalben teslim olmak
(iman etmek) suretiyle hevâ ve heveslerine göre yaşamak!.. Bu iki inanç ve
yaşama biçiminin dışında üçüncü bir durumdan söz etmek mümkün değildir. İnsanlar
kendi iradeleri ile, bu iki yoldan birisini tercih etmekte serbesttirler. Buna
"Kesb" (kendi kazancı) denilir. İmam Taftazânî, "İnsanların sevap ve mükâfat
almaya, ceza ve azab görmeye esas teşkil eden ihtiyari fiilleri vardır"[3]
diyerek, bu konuda herhangi bir zorlamanın olmayacağına işaret etmiştir.

Allahü Teâlâ'nın hükümlerini bir kenara
bırakarak, Tağut'un huzurunda muhakeme olmak ve onun hükümlerine boyun eğmek,
küfrü tercih etmek demektir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "Sana indirilen
Kur'an'a ve senden önce indirilen kitaplara iman ettik diye, boş iddialarda
bulunanlara bakmaz mısın? Onlar Tagut'un huzurunda muhakeme olmak (hükümlerine
boyun eğmek) istiyorlar. Halbuki Tağut'u inkâr etmekle (tekfir etmekle,
lânetlemekle) emrolunmuşlardı" (en-Nisa: 4/60) buyurulmuştur. Bu ayette
Tağut'un hükümlerine boyun eğen ve kalben razı olanların, iman iddialarının boş
olduğu ifade edilmektedir. İbn-i Kesir bu ayetin tefsirinde "Allahü Teâlâ
Tağut'un hükümlerine kalben teslim olanların iman iddialarını red etmektedir"
diyerek, meselenin özüne işaret eder.[4]
Tağutî güçler; Allahu Teâlâ'nın arzında, O'nun hükümlerine karşı tuğyan eden ve
insanların üzerinde ilâhlık iddiasında bulunan otoritelerdir. Bunlarla sürekli
olarak savaşmak farzdır. Bununla ilgili olarak, "İman edenler; Allah
Teâlâ'nın yolunda cihat ederler. Küfredenler ise, Tağut yolunda savaşırlar. Öyle
ise; şeytanın dostlarıyla (Tagut güçlerle) savaşınız. Şüphesiz ki, şeytanın
hilekârlığı zayıftır" (en-Nisa, 4/76) buyurulmuştur. Bir mümin Tağutî
güçlerle savaşmanın farz olan bir ibadet olduğunu bilmek mecburiyetindedir. Bu
Kelime-i Tevhid'in tabii bir sonucudur.

Allahû Teâlâ'nın hükümlerine karşı tuğyan eden
siyasi otoriteler insanları, dalaletin karanlığına doğru çekerler. Hem bu
dünyada, hem Ahirette işkenceye ve azaba uğramalarını sağlarlar. İslâm dininin
hükümlerini inkâr eden bütün ideolojiler Tağut hükmündedir. Kur'an-ı Kerim'de;
"Allah, iman edenlerin velisidir (yardımcısıdır). Onları karanlıktan
(kurtarıp) nura çıkarır. Küfredenlerin velisi ise Tağut'tur. O da kendilerini
nurdan (ayırıp) karanlıklara çıkarır. Onlar (Tağut ve ona tabi olanlar)
Cehennemin arkadaşlarıdır. Onlar orada, bir daha çıkmamak üzere ebedi
kalıcıdırlar" (el-Bakara, 2/257) buyurulmuştur.

Günümüzde Allahü Teâlâ'nın indirdiği hükümleri
bir kenara bırakarak, "Hakimiyet kayıtsız ve şartsız insanındır" sloganına
sarılan ve insanların çoğunun rızasına göre kurulduğu iddia edilen siyasî
otoriteler, iktidar haline gelmişlerdir. Bu siyasi otoritelerin Tağut hükmünde
olduğu asla unutulmamalıdır. Daha açık bir ifade ile İslâm nizamının dışındaki
bütün sistemler "Tağuti" özellikleri taşırlar. Kelime-i Şehadet getiren ve günde
beş vakit ezânı dinleyen her mükellef bu mahiyeti asla unutmamalıdır. İnsanları
Tağutî güçlere karşı cihada teşvik etmeyen ve bu uğurda gayret sarfetmeyen
kimseler ne kadar ilim sahibi olursa olsunlar, kat'iyyen âdil değildirler.
Dolayısıyla onların fetvaları ile amel edilemez.[5]

Arapça bir kelime olan tâgût, iştikaak
itibariyle tuğyan ile ilgilidir. Tuğyan ise; Allahû Teâla (cc)'ya isyan etmek
mânâsınadır.[6]
Tefsir-i Mücahid'de tâgûtun ismi has olduğu ve çoğulunun da, tekilinin de aynı
olduğu kayıtlıdır. İmam-ı Muhammed İbn-i Cerir, tâgûtu şu şekilde tarif
etmektedir: "Allah'ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek
üzere hükümler icad eden her varlık tâgûttur."[7]
Bunun insan olması, put, şeytan veya bunların dışında herhangi bir şey olması
mahiyetini değiştirmez.

Kur'ân-ı Kerim'de: "Andolsun ki, biz her
kavme: `Allah'a ibadet edin, tâgûta kulluktan kaçının!' diye (tebligat yapması
için) bir peygamber göndermişizdir." (Nahl: 16/36) buyurulmaktadır. İnsanlar
"kul olma" hususunda istisnasız uyarılmışlardır. "İman edenler Allah yolunda
cihad ederler, küfredenler ise tâgût yolunda savaşırlar" (Nisa: 4/76) âyet-i
kerimesinde de beyan buyurulduğu gibi, insanlar "ya Allah'a ibadet edecek, veya
tâgût'a kul olacaktır"[8]
bu iki yolun dışında üçüncü bir hâl yoktur.

Kur'ân-ı Kerim de "Sana indirilen Kur'ân'a ve
senden önce indirilen kitaplara iman ettik diye boş iddialarda bulunanlara
bakmaz mısın? Onlar tâgûtun huzurunda muhakeme olmak (hükümlerine boyun eğmek)
istiyorlar. Halbuki tâgûtu inkâr etmekle (tekfir etmekle, lânetlemekle)
emrolunmuşlardır" (Nisa: 4/60) buyurulmaktadır.

Kur'ân-ı Kerim'deki bütün bu âyetleri ve
mütevatir sünnetleri dikkate alarak şu hususu belirtmekte fayda vardır. Tâgûtun
hükümlerine boyun eğenler ve râzı olanlar, kâfirlerdir. Nitekim İbn-i Kesir bu
hususta şunları kaydediyor: "Bu ayet-i kerimede (Nisâ: 4/60) Hz. Muhammed
(sav)'e ve diğer peygamberlere iman ettiklerini söyleyip, bununla beraber
ihtilaf ettikleri hususlarda, Allah'ın kitabından ve Peygamber'in (sav)
sünnetinden ictinap edip, insanların kendi akıllarına göre (beşeri kanunlarla)
hüküm vermesini istiyen kişinin iman iddiasını Allahû Teâla (cc)
reddetmektedir."[9]

Bugün dünyada; vahyi inkâr ederek, insanların
çoğunluğunun rızasına göre kurulduğu iddia olunan bütün demokratik sistemler,
Allah (cc)'ın hükümlerine mukabil ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad
etmektedirler. Dolayısıyle bütün demokratik sistemler, bu noktada "tâgûtî"
özellikler taşırlar. Bu bir anlamda bütün ideolojik sistemler için geçerlidir.
Daha genel bir ifade ile, İslâm dışındaki bütün sistemler, tâgûtîdir. Tâgûtların
hükümlerine göre yönetilen bütün yerler de dâru'1-harp durumundadır. O
beldelerde yaşayan mü'minlerin Allah (cc)'ın indirdiği hükümlerin gâlip gelmesi
uğruna cihad etmeleri farz-ı ayndır." Şurası unutulmamalıdır ki, tâgûtun
hükümlerine "evet" diyenler, Allahû Teâla (cc)'nın dinine küfretmek
durumundadırlar. Bunu ister bilerek-ister bilmeyerek yapsınlar durum asla
değişmez. Çünkü Hz. Âdem (as)'den itibaren bütün peygamberlerin insanlara;
"Allah'a ibadet edin, tâgûta kulluktan kaçının" diye tebligat yaptıkları "muhkem
âyetlerle" sabittir.

Tâgûtun hükümlerini inkâr etmeyen ve tâgûtî
güçlerle mücadele vermeyen kimse, ne kadar âlim olursa olsun, "müsteşrik"
çizgisini asla geçemez.[10]

Tâğut, kelime olarak haddi aşan, azan,
hakikatten sapan, taşkınlık gösteren ve her sapıklığın başı gibi anlamlara
gelir; Istılahta ise Allah'a isyan eden anlamında kullanılır. Allah'ın indirdiği
hükümlere alternatif olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler koyan her
varlık tağuttur. Bunun insan olması, put, şeytan veya bunların dışında herhangi
bir şey olması farketmez. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur:

"Andolsun ki, biz her kavme; 'Allah'a ibadet
edin, tağuta kulluktan kaçının' diye (tebliğat yapması için) bir peygamber
gönderdik." (Nahl: 16/36)


İnsanlar, sadece Allah'a kul olma, yalnız
O'na ibadet etme hususunda istisnasız uyarılmışlardır.

"İman edenler Allah yolunda cihad ederler;
küfredenler ise tağut yolunda savaşırlar."
(Nisa: 4/76)

Yani insanlar ya Allah'a ibadet edecekler veya
tağuta kul olacaklardır; bu iki yolun dışında üçüncü bir hal yoktur.

Kur'an-ı Kerim'de: "Sana indirilen Kur'an'a
ve senden önce indirilen kitaplara iman ettik diye boş iddialarda bulunanlara
bakmaz mısın? Onlar tağutun huzurunda muhakeme olmak (hükümlerine boyun eğmek)
istiyorlar. Halbuki tağutu inkâr etmekle (tekfir etmek, lanetlemekle)
emrolunmuşlardır." (Nisa: 4/60) buyrulmaktadır. Kur'an'daki bütün bu
ayetleri dikkate alarak şu hususu belirtmekte fayda vardır: Tağutun hükümlerine
râzı olanlar ve boyun eğenler, kâfirlerdir. Nitekim İbn Kesir, bu hususta
şunları kaydediyor: "Bu ayet-i kerimede (Nisa: 4/60) Hz. Muhammed (s.a.v.)'e ve
diğer peygamberlere iman ettiklerini söylemekle beraber, ihtilaf ettikleri
hususlarda, Allah'ın kitabından ve Peygamber'in sünnetinden kaçınıp, insanların
kendi akıllarına göre (beşerî kanunlarla) hüküm vermesini isteyen kişinin iman
iddiasını Allah reddetmektedir."[11]


Bugün dünyada; vahyi inkâr ederek, insanların
çoğunluğunun rızasına göre kurulduğu iddia olunan bütün demokratik sistemler,
Allah'ın hükümlerine mukabil ve onların yerine geçmek üzere hükümler
icad etmektedir. Dolayısıyla bütün demokratik sistemler, bu noktada "tâğutî"
özellikler taşırlar. Bu, bir anlamda bütün ideolojik sistemler için de
geçerlidir. Daha genel bir ifade ile, İslam'ın dışındaki bütün sistemler
tağutîdir. Tağutların hükümlerine göre yönetilen bütün yerlerde yaşayan
mü'minlerin, Allah'ın indirdiği hükümlerin galip gelmesi uğruna cihad etmeleri
farz-ı ayndır. Şurası unutulmamalıdır ki, tağutun hükümlerine "evet" diyenler,
Allah'ın dinine "hayır " demiş, küfretmiş durumundadırlar. Bunu ister bilerek,
ister bilmeyerek yapsınlar durum asla değişmez. Çünkü bütün peygamberlerin
insanlara; "Allah'a ibadet edin, tağuta kulluktan kaçının" diye tebliğat
yaptıkları ayetlerle sabittir. Tağutun hükümlerini inkâr etmeyen ve tağutî
güçlerle mücadele vermeyen kimse, ne kadar âlim olursa olsun, "müsteşrik"
çizgisini asla geçemez.[12]


Tağut, Hakkı tanımayıp azan ve sapan her kişi ve
güce verilen addır. Şeytana da bu yüzden tağut denmiştir. Tağut, hakka, hakikate
ve imana karşı gelen, Allah'ın kulları için çizdiği nizamı ve sınırları aşan
herşeyi ifade eder. Tağut, bir şahıs olabileceği gibi, Allah nizamından
alınmamış her türlü sistem, Allah'a bağlanmayan her çeşit fikir, düşünce, âdet
ve alışkanlık da olabilir. Kim bütün bunları ne şekilde olursa olsun reddeder ve
yalnız Allah'a iman edip bağlanır, sadece Allah'ın kanun ve nizamlarını kabul
eder ve tüm yaşantısını buna göre düzenlerse, sağlam bir kulpa bağlanmış, yani
kurtulmuş olur.[13]
Tağutu reddetmeden iman eksiktir, yarımdır; böyle bir iman geçerli olmaz. Bu
durum, aynen müşriklerin Allah'a inanması gibidir. Tağut, Allah'a ibadetten
alıkoyan, Allah'a giden yolu tıkayan, dini Allah'a has kılmayı, Allah ve
Rasülü'ne tâbi olmayı önleyendir. Bu, cinnî ve insî şeytan olabileceği gibi,
ağaç, beton, tunç, taş, mezar, inek, para, ateş, âdet ve sistem de olabilir.
Günümüzdeki medya araçlarının çoğunu da bu kavramın içine koyabiliriz.

Mevdudi'ye göre tağut kelimesi, sözlük
anlamıyla, sınırları aşan herkes için kullanılır. Kur'an bu kelimeyi Allah'a
isyan eden, Allah'ın kullarının hâkimi olduğunu iddia eden ve onları kendi kulu
olmaya zorlayan kimse için kullanır. Eğer bir kimse Allah'a isyan eder ve O'nun
kullarını kendisine boyun eğmeye zorlarsa, o zaman tağuttur. Böyle bir
kimse; şeytan, rahip, dinî veya politik lider, kral veya bir devlet olabilir. Bu
nedenle bir kimse tağutu reddetmedikçe Allah'a inanmış sayılamaz. Tağutun, tekil
ve çoğul anlamı birlikte kullanılır. Çünkü Allah'ı inkâr eden kimse, sadece bir
tek değil; binlerce tağutun kölesi olur.[14]
Tağut, ilahî olmayan hükümlere göre kararlar veren otorite demektir. Tağut
kelimesiyle, aynı zamanda, Allah'ı tek hâkim/egemen ve Rasülü'nü nihâî otorite
olarak tanımayan hüküm sistemleri de kastedilir.[15]


Seyyid Kutub da tağutu şu şekilde tanımlar:
Allah'ın emri dışındaki her çeşit sistem, Allah'ın şeriatına dayanmayan her
türlü nizam tağuttur. Tağut, Allah'ın şeriatından başka bütün idare
şekilleridir. Zira insan, ülûhiyet özelliklerinden birisini kendisine mal edip,
adaletin ve hakkın ta kendisi olan şeriatın hududlarını aşarak kendi
egemenliğini ileri sürerse tuğyan etmiş ve kendi haddini aşmış demektir. Böyle
bir şey, tuğyandır ve böyle iddialar ileri sürenler tâğî denilen haddini aşmış
âsilerdir. Bunlara inananlar, bunlara tâbi olanlar şirk içerisindedirler, küfür
içerisindedirler.[16]


Yusuf el-Kardavi'ye göre, Allah'ın şeriatı ile
çatışan bütün gelenekler, rejimler, zâtında güç görülen eşya, insan ve putlar
tağuttur. Tağut, kulun haddi tecavüz ederek, ibadet ettiği, tâbi olduğu ve itaat
ettiği şeydir. Her kavmin tağutu, kendisine hüküm götürdükleri, huzurunda
muhakemeleştikleri, ibadet ettikleri, tâbi oldukları, yalnız Allah'a itaat
edilmesi gerektiği yerde itaat ettikleri kimse veya varlıklardır. Bunların ve
bunlarla ilişkisi olan insanların durumlarını düşündüğümüz zaman, insanların
çoğunu Allah'a ibadet ve itaatten yüz çevirmiş, tağutlara ibadet ve itaat eder
halde görürüz.[17]


Nisa: 4/76. ayetine göre tağut, Allah'a karşı
olanların, uğruna savaştığı şey, nesne, insan, dâvâ, ideoloji olarak
anlaşılmaktadır. Tağut, itaatte Allah'a ortak koşulan her şeydir. Kendisine
kayıtsız şartsız itaat edilecek tek merci Allah'tır. O'nun dışındakilere O'ndan
dolayı itaat edilir. Bu tür itaatler, meşruiyetini Allah'tan alırlar. Kur'an,
Allah'tan başkasına itaati, tağuta itaat ve ibadet olarak nitelemektedir.[18]
İtaat edilen şey, Allah'ın hükümlerine aykırı olursa, itaat tağuta itaatin ta
kendisi olmaktadır.[19]


Tağut bir semboldür; küfrün, zulmün, şerrin,
haksızlığın, adaletsizliğin, putçuluğun, azgınlığın, sapkınlığın ve daha
aklınıza gelen tüm kötülüklerin sembolü. Bu sembol, bazan kendini Firavun ilan
eden antik ya da çağdaş bir yönetici, bazan cansız bir eşya, bazan bir ideoloji,
bazan da şeytan, uğur, şans, talih gibi soyut şeylerdir. Tağut, insanoğlunun
ilahlaştırdığı her şeydir. Daha doğrusu tağut, insanla Allah arasına gerilen
şeylerin tümüne verilen ortak isimdir. Allah'ın koyduğu sınırları çiğneyen insan
tuğyan etmiştir. İşte tağut, o insana bu sınırları çiğneten şeydir. Eğer o şey
insansa ve kâfirse ona itaat eden de kâfir olur; yok eğer insanın itaat ettiği
tağut münafıksa ona itaat eden de münafık olur. Tabii fâsıksa fâsık; zâlimse
zâlim olur.[20]


Bütün bu açıklamalar çerçevesinde tağut, her
türlü azgınlık, sapkınlık, aşırılık ve bâtıl inanç ve davranışları sembolize
eder. Tağut, tuğyanı yaşayan ve yaşatmaya çalışan kişi ve güçtür.

Tâğut, her devirde Firavun ruhlu kişilerle,
onların yardakçıları olan grubun genel adı, cins ismidir. Her devirde birden çok
tağut bulunur. Tağutların, kabile çapında, millet çapında olanları yanında
bölgesel ve enternasyonal olanları da bulunacaktır. Bunlar, birbirlerinden
habersiz olabilecekleri gibi, organize de olabilirler. Hatta, İblisler
parlamentosu (hizbu'ş-şeytan, evliyâu'ş-şeytan) gibi birlikler, beraberlikler
vücuda getirebilirler. Tağutlar, aralarında hiyerarşik bir düzen kurabilir,
paralellik veya entegrasyona gidebilirler. Böyle olunca tâğutî sistemler,
parlamentolar, prensipler geliştirilebilir. Mesela, Muhammed İkbal, emperyalist
batılıların oluşturdukları sömürü düzeninin temsilcilerinin vücut verdikleri
organizasyonu, İblisler parlamentosu diye anmıştır. Aynen bunun gibi tâğutlar
parlamentosu deyimini de kullanabiliriz. Kur'an, bu noktada evliyâu't-tâğut
(tağutun dostları, görev arkadaşları, destekçileri) deyimini kullanıyor.[21]

Bir kimse, Allah'a, meleklerine... inandığını
ikrar etse, buna mukabil, tağutî rejimleri (demokratik, laik, hümanist,
kapitalist, sosyalist vs.) çağdaş devlet modelleri adı altında benimsese,
doğruluklarına itikat etse, irtidat etmiş olur, yani dinden çıkar. Kim,
insanların maslahat ve iyiliklerini Allah'tan daha iyi bildiğini iddia ederek,
insanlar üzerinde hükümler koymaya ve bunları tatbik etmeye gayret ederse
"ilahlık" iddiasına girişmiş olur. Her kim de bunların bu iddialarını
doğrulayarak onlarla işbirliği yaparsa, tevhid akidesini parçalamış, ilahlara
iman etmiş, kâfirler zümresine dahil olmuş demektir. Bu açıdan "çağdaş devlet
modelleri" iyi değerlendirilmeli, isimleri milliyetçi-mukaddesatçı dahi olsa,
Allah'ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere
doktrinler imal eden, bu doktrinleri insanların hayatına tatbik edeceğini ilân
eden insanların tağut olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Bu gün dünyada insanların
beşikten mezara hayatlarını düzenlemek iddiasındaki meclisler, konsüller,
krallar, kavimlerarası kuruluşlar, insanları teslim almış görünmektedirler.[22]

Hz. Adem'den günümüze kadar, genel anlamda
insanlığın iki tanrısı var olagelmiştir: Allah ve tağut... Tarih boyunca
insanoğlu ya tevhid dinine mensup olmuş ve bu dinin tanrısı olan Allah'ı kendisi
için yegâne ilah edinmiş; ya da şirk dinine mensup olmuş ve bu dinin çok çeşitli
olan tanrı veya tanrılarına ittiba etmiştir. İşte Kur'an, şirk dininin tanrı
veya tanrılarına genel olarak tağut demektedir.

Günümüzde müslümanlık iddiasında bulunanların
birçoğu bu bakımdan profan/bölmeli bir kafa yapısına sahip bulunmaktadır. Bu
kimseler, bir yandan Allah'a iman ettikleri iddiasında bulunurken, diğer yandan
İslam'ın açıkça emrettiği ve yasakladığı şeylere ters düşebilmekte ve tağutların
yasalarına kabulleri arasında yer verebilmektedirler. Oysa bir kalpte hem imana,
hem de küfre yer verilmesi İslam'a göre açık bir paradoks, gerçek bir
çelişkidir.

"Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına inanıp bir
kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil
ve rüsvaylıktır. Kıyamet gününde de azabın en şiddetlisine itilirler. Allah,
yaptıklarınızı bilmez değildir."
(Bakara: 2/85)

Bir kalpte hem iman ve hem de aynı zamanda küfür
bulunamaz. Bu iki olgu, ateş ile barut gibi yanyana bulunamazlar. Birisinin
yerleştiği kalpte bir diğerine yer yoktur. Mü'min, kâfir ve münâfıktan
farklıdır; kendisine İslam ile beraber bir veya birkaç dünya görüşünden veya
ideolojiden sentezler yapan, bukalemun bir şahsiyete sahip olamaz. Çünkü
tevhidi, şirkten farklı kılan; başka felsefelere, herhangi bir dünya görüşüne
veya ideolojiye ihtiyaç duymaması, mü'minin bütün bir hayatını kuşatan yetkin
bir inanç, bir pratik; kısacası bir sistem, bir yaşam biçimi olmasıdır. Bugün
beşeriyet, Tevhid dininden uzaklaşarak, yeryüzünde egemen olan tağutların dinine
sapmış bulunuyor. Müslümanlık iddiasında bulunan yığınların Allah'a değil;
tağutlara ibadet ettikleri su götürmez bir gerçektir. Bu gerçekten hareketle
Kur'an'ı öğrenmek, manasının derinliklerine dalmak ve onu pratik hayatlarına
indirgemek isteyen her müslümanın, tağut kavramının gerçek anlamını kavraması ve
kavradığı tağutu tüm kuralları ve kurumlarıyla birlikte reddetmesi, bu reddi
davranışlarıyla göstermesi itikadî bir sorumluluktur.

[23]










[1]
Mevdudî, Tefhimu'l-Kur'an, Terc. Heyet, İstanbul 1986, I, 176.



[2]
Muhtasar Sahih-i Müslim, Hafız Münzirî, Hd. No: 103.



[3]
Taftazanî, Şerhu'l Ahaid, İstanbul 1980, s. 196.



[4]
İbn Kesir, Tefsir, Beyrut 1969, I, 519.




[5]
Yusuf Kerimoğlu, Yalçın Çetinkaya, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/77-79.




[6]
Râğıb el-Isfahani, Müfredat. "Ta-ğa" mad. (Nakleden: Tevhid Gazetesi, 21
Mayıs 1979, Sayı: 22, sh.6.




[7]
Muhammed ibn-i Cerir, Camiû'l-Beyan fi Tefsirû'l Kur'ân, Mısır 1324,
Meymeniyye Mtb. c. III, sh.13.




[8]
Hüsnü Aktaş, Medeni Vahşet, Ank.1981,(53. bsm.)sh.140,"Evet, sadece İki Yol"
başlıklı bölüm.




[9]
İbn-i Kesir, Tefsirû'l-Kur'ân'il-Azîm, Beyrut,1969, Dâru'1-Marife Yay. c. I,
sh.519.



[10]
Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, İnkılap Yayınları: 316-318.



[11]
İbn Kesir: 1/519.



[12]
Kelimeler Kavramlar, s. 316.



[13]
Bakara: 2/256.



[14]
Tefhim: 1/202.



[15]
Tefhim: 1/375.



[16]
Fi Zılal: 3/269.



[17]
Tevhidin Hakikati, s. 57.



[18]
Nahl: 16/36.



[19]
Nisa: 4/60.



[20]
M. İslamoğlu, İman Risalesi, s.170.




[21]
Bakara: 2/257. Kur'an'ın Temel Kavramları, 562.





[22]
Hüsnü Aktaş, Medeni Vahşet, 140.



[23]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.