Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Azâb; Helâk Kavramına Yakın Anlamı Olan Diğer Bir Cezâ.
Azâb
Azâb; Helâk
Kavramına Yakın Anlamı Olan Diğer Bir Cezâ
Azâb; Otorite sahibi bir kimse tarafından
yapılan işkence, ezâ, cefâ; beden ve ruha tesir eden eziyet anlamına gelir. Bir
terim olarak, Allah'ın günahkârlara dünya veya âhirette vereceği cezâ, sıkıntı
ve eziyet demektir.
Kabir azâbı, Cehennem azâbı. İslâm'da azâb
dünyevî ve uhrevî olmak üzere ikiye ayrılır:
1. Dünyevî azâb.
Yüce Allah eski devirlerde imandan uzaklaşan, gönderdiği peygamberlere itaat
etmeyen, Allah'a isyan eden kavimleri helâk etmiş, onları dünyada azaplandırarak
sonraki nesillere ibret yapmıştır. Hz. Nûh (a.s.)'un kavminin sular altında
kalması, sadece kendisiyle birlikte bir gemiye binen insanların ve hayvanların
kurtulması, Âd ve Semûd kavminin başına gelen felâketler, Nemrud'un ve
Firavun'un helâk oluşu, erkeklerin kadınları bırakarak birbirlerine yaklaştığı
Lût kavminin yere batırılması dünyadaki azâba örnek verilebilir. Bunlar Kur'an-ı
Kerîm'de ibret için zikredilen kıssalardır.
Dünyevî azâbın bir de eziyet, sıkıntı, fakirlik
vb. şekillerde imtihan amacıyla karşılaşılan şekli vardır. Bu imtihanların
gayesi insanın sabır ve tahammül gücünün ölçülmesi, buna karşılık günahlarının
affedilmesi, ya da mânevî derecesinin yükselmesidir. Âyette şöyle buyurulur:
?Ey mü'minler! (İtaat edeni âsî olandan ayırt etmek için) Sizi biraz korku,
biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden yana eksiltmek ile
imtihan ederiz (ey habibim) sabredenleri müjdele.? (2/Bakara, 155). Buna
göre, dünyadaki bazı sıkıntı ve ıstıraplar âhirette sevâba, dünya hayatının
sonraki yıllarında refaha dönüşebilmektedir. Münkirler için dünyadaki azap da
âhiretteki azap da aleyhlerinedir. Kur'ân-ı Kerîm'de; "Onlar için dünyada
rezillik ve aşağılık, âhirette de elem verici bir azap ve cehennem ateşi vardır"
(el-2/Bakara, 114; 22/Hacc, 9) buyurulmaktadır.
2. Âhiretteki azâb:
Âhiret azâbı kabir azâbıyla başlar. Kabir hayatı hemen dünya hayatının bitimiyle
başladığına göre, insanoğluna azap uzak değildir. Çünkü âyetlerde işâret yoluyla
ve hadislerde net bir şekilde azâbın kabirde başlayacağı belirtilmiştir. Cenâb-ı
Hakk buyurur: "Kim Benim zikrimden (Kuran'dan) yüz çevirirse, o kimse için
(kabirde) dar, sıkıntılı bir yaşayış vardır. Biz onu Kıyâmet gününde kör olarak
haşredeceğiz. O şöyle diyecek: Ey Rabbim, beni niçin kör olarak haşrettin?
Halbuki ben daha önce görüyordum.' Allah diyecek: Bu böyledir. Çünkü sana
âyetlerimiz geldi de, sen onları unuttun. Bugün de unutulma sırası sendedir."
(20/Tâhâ, 124)
Hz. Peygamber, ?sâlih kullar için kabrin Cennet
bahçelerinden bir bahçe olacağını, günahkârlar için ise Cehennem çukurlarından
bir çukur hâlini alacağını? bildirmiştir (Tirmizî, Kıyâme 26).
İbn Ömer'den nakledildiğine göre Allah Rasûlü
şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz vefat ettiğinde sabah ve akşam ona kendi
makamı gösterilir: O kimse Cennetlik ise Cennet'e gireceklerin makamı;
Cehennemlik ise, Cehennem'in hücrelerinden bir yer gösterilir. Ve ona, ?burası
senin ebedî durağındır. Kıyâmet günü seni Allah buraya göndererektir' denilir.?
(S. Buhârî, Tecrîd-i Sarih Terc., 678).
Ebû Hüreyre'den, Hz. Peygamber'in şu duâya devam
ettiği nakledilmiştir: "Ya Rabbî! Kabir azâbından, hayat ibtilâsından, ölümün
şiddetinden, Mesih-Deccalin fitnesinden Sana sığınırım.? (S. Buhârî, Tecrîd-i
Sarih Terc., 677).
Kıyâmete kadar bu şekilde sürecek bir kabir
hayatı sonunda, mahşer yerinde hesap ve mizandan sonra sevapları günahlarından
fazla gelenler Cennet'e, az gelenler ve inkârcılar ise Cehennem'e gireceklerdir.
Günahkâr mü'minler bir süre azap gördükten sonra, sonunda yine Cennet'e
gireceklerdir. Kâfirler ise ebedî Cehennem'de kalacaktır. Kur'an-ı Kerîm'in
birçok âyetinde Cehennem azâbından, bu azâbın dehşet ve korkunçluğundan söz
edilir:
?Defterleri sol tarafından verilen günahkârlara
gelince; onlar ne acıklı durumdadırlar. Onlar ateşin alevi ve kaynar su
içindedirler. Bir de üzerlerinde Cehennem'in kapkara dumanı olan bir gölge var.
O gölge ne serindir, ne de mülâyim. Çünkü onlar dünya hayatında zevklerine
düşkün kimselerdi.? (56/Vâkıa, 41-46)
İslâm'da azap İlâhî adâletin gerçekleştirilmesi
içindir. Dünya hayatında uygulanan cezâ ve azaplar hukukî müeyyidelerdir. Bu da
toplum içinde işlenebilecek kötülük ve suçların önlenmesi ve diğer insanlara bir
ibret teşkil etmesi içindir. Âhiret azâbı mü'min insanlar için geçicidir. Bu
geçici azâbın sonunda Allah'ın bir lûtfu olarak Cennet nimeti verilecektir.
Allah'ın bütün emir ve yasaklarının hak olduğuna iman eden, yegâne din ve
nizamın onun dini ve nizamı olduğunu kabullenip bütün emir ve yasaklarının
yeryüzünde uygulanması gerektiği inancında olan, Allah'a hiç bir şekilde şirk
koşmayıp, ancak bazan insanî fıtrat gereği olarak günah işleyen kimseler, bu
günahlarının karşılığı olan cezâyı çektikten sonra, ebedî azâba çarptırılmayıp,
af edilirler. Zira Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: ?Allah kendisine şirk
koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları dilediği kimse için affeder.?
(4/Nisâ, 48). Buna göre küfrün dışında kalan diğer günahlar Cenâb-ı Allah'ın
irâdesine kalmış bir husustur. O isterse bağışlar isterse azap eder. Fakat O'nun
emir ve yasaklarını dinlemeyen, Kur'an'a sırt çevirip hükümlerinin
uygulanamayacağını söyleyen veya böyle inananların düşüncesini paylaşan
insanlar, küfürde olacakları için, ebedî azâba çarptırılacaklardır.
"Gerçekten küfredip (Peygamberliği ve İslâm'ın
bütün hükümlerini reddedip insanları Allah'ın dininden ve hak yoldan
alıkoymakla) zulmedenleri, Allah asla mağfiret edecek değildir. Onları Cehennem
yolundan başka bir yola erdirecek değildir. Onlar orada ebediyyen
kalıcıdırlar...? (4/Nisâ, 168-169).
Ayrıca (72/Cinn, 23) ve (33/Ahzâb, 65) âyetleri aynı hususu hatırlatmaktadır.
Allah ve Rasûlü âyet ve hadislerde, âhiret
nimetlerini müjdeleme yanında dünyada emir ve yasaklara uymayanlara, haksızlık
ve zulüm edenlere, inkâr yoluna sapanlara, Allah'ın hükümlerine sırt çevirenlere
azap edileceğini bildirmiştir. Bundan maksat da insanları kötülüklerden ve
inançsızlıktan kurtarmaktır.[1]
[1] Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi,
c. 1, s. 183-184)