Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Küfre Neden Olan Söz, Kanaat ve Davranışlar

Küfre Neden Olan Söz



Küfre Neden Olan
Söz, Kanaat ve Davranışlar:



Küfre neden olan çeşitli söz, kanaat, tavır ve
davranışlar şu beş grupta toplanabilir:

1-
Kur'ân gerçeklerinden en az birine inanmamak, veya onu red ve in­kar etmek,

2-
Böyle bir gerçeği çarpıtmak veya mantıksız, çağdışı, iğrenç, vahşi, acı­masız ya
da adaletsiz bulmak,

3-
Onu aşağılamak,

4-
Onu alay konusu yapmak,

5-
Gerçek ile gerçekdışı arasında tarafsız bir tavır göstermek.

Küfür suçu, aynı zamanda şirk, nifak, zendeka ve
irtidâd suçlarını da kapsar. Yani Gerek müşrik, gerek münafık, gerek zındık,
gerekse mürted kişi aynı zamanda kafirdirler. İslam Dini ile hiç bir ilişkileri
yok­tur. Dolayısıyla dünyadaki bütün müminler, (ırkları, renkleri ve dilleri ne
olursa olsun) na­sıl ki kardeş ve bir tek millet sayılırlarsa, aynı şe­kilde
ka­fir­ler de (ırkları, renkleri ve dilleri ne olursa olsun) İslam'a göre bir
tek millet sayılırlar. İslam'da ilim deyimiyle bu hüküm: ?El-Kufru milletun
vahi­dah? olarak ifade edilir. Binaenaleyh, İslam dışı ol­mak bakımından müşrik,
münafık, zındık, mürted veya herhangi bir kategoriye giren ka­firler arasında
hiç bir fark yoktur. Sadece karşılıklı ilişkileri düzenleyen İslam Hukuku'nun ve
İslam Ahlakı'nın, ilgili kurallarına göre bu kam­plara karşı yapılacak resmi ve
kişisel muamele farklıdır.

Örneğin kitabi kafirler, zimmi (sözleşmeli
vatandaş) olarak İslam dev­le­ti'nin sınırları içinde oturabilmelerine karşılık
müşriklere bu hak tanına­maz. Keza münafıklar kâfir olduklarını açık şekilde
ortaya koy­ma­dıkça on­larla aynen müslüman muamelesi görülür.

Yukarıda sayılan beş ayrı yoldan işlenebilecek
çeşitli küfür suçlarını iki ana başlık altında toplamak mümkündür.

1-
Allah (cc)'a, peygamberlere, semavî kitaplara, meleklere ve âhiret gü­nüne
ilişkin ?gaybî gerçekler? den en az birini inkâr ve red etmek veya bu gerçekler
hakkında kuşku duymak.

Örneğin Allah Teâlâ'yı (haşa!) yok bilmek veya
sanmak, O'nu ya­kış­ma­yan bir sıfatla niteleyerek -bir anlamda- sahip olduğu
?kemal? vasfını inkâr etmek. Meselâ Allah Teâla'nın, kâinatta cereyan eden bazı
olaylardan habersiz olduğunu, ya da olabileceğini; uyumak, unutmak, yorulmak ve
bıkmak gibi Zât-ı ilâhiyesi'ne yakışmayan ve asla kendisi için söz konusu
olamayan nitelikleri O'na mal etmek veya bu yollu düşünceler ileri sürmek; Keza
O'na herhangi bir bir şeyi ortak koşarak -bir çeşit- birliğini inkâr etmek.

2-
Tamamen seküler hayatı ilgilendiren madde, hayat, dünya, uzay, iş, sanat ve ilim
konularına; haklara, özgürlüklere, meşru ve legal ça­lışma­lara ilişkin Kur'an
gerçeklerinden en az birini inkâr etmek.

Örneğin, yılın 12 den daha az, ya da çok sayıda
aylardan oluştuğunu, gü­neşin hareket etmediğini, rüzgarın döl aşılayıcı
olmadığını yağmu­run bu­lutlardan inmediğini ileri sürmek gibi...[1]







[1]
Çünkü bunlar da birer Kur'ân gerçeğidir.
Allah Teâlâ: ?Gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah katında ayların
sayısı onikidir.? (Tevbe: 9/36) buyuruyor. Şu halde bir kimse, yılın,
aylarının bu sayıdan daha az veya daha çok olduğunu ileri sürecek olsa kafir
olur. Keza Allah Teâlâ: ?Güneş kendi konumunda hareket edip
dur­makta­dır.? (Yasin: 36/38) buyuruyor. Şu halde bir kimse eğer
güne­şin hare­ketsiz olduğunu ileri sürecek olursa İslam dininden çıkar.


Yine Allah Teâlâ: ?Biz rüzgarı döl
aşılayıcı olarak gönderdik.? (Hicr: 15/22) buyu­ruyor. Bu Ayet-i Kerime
çok yönlü anlam­lar içermektedir. Nitekim rüzgar­ların, su buharın­dan
oluşan bulutları çarpıştırarak bu çarpışmadan bulutlarda artı-eksi elektrik
yüklü elek­tron geçişmesini sağladığı; Keza bitkiler üzerinden eserken
-türüne göre- gerek ayrı iki çiçek­teki, gerekse aynı çiçekteki anterozoit
ile cosfer­'in birleşme­sini temin ettiği anla­şılmakta­dır. Öyle ise bu
kadar ayrıntılı olmasa bile hiç değilse rüzgarın, döl aşıla­yıcı oldu­ğunu
kabul etmeyen insan, İslam Dini'nden çıkmış olur.

Bilindiği üzere vahiyden başka İslam'ın diğer
bütün kaynakları Hz. peygamber (sav)'in vefatından yaklaşık yüz yıl sonra
oluşmaya başlamıştır. Onun için kelâm ve akâid ilim­le­rinde eser veren ilk
şahsiyet­ler, Hz. Peygamberle birlikte yaşamış yüce sahabiler kadar ge­niş
ufuklara sahip olamazlardı. Dolayısıyla daha çok sebep-sonuç ilişkisin­den
hare­ket ede­rek mantıksal kuramlarla uğraşmalarına rağmen bu alimler bile
ne il­ginçtir ki dün­yaya, ha­yat ve maddeye hep ruhanî bir açıdan
bak­mışlardır. Binaenaleyh aynen tefsir alimleri gibi akaid alimleri de
Kur'ân-ı Kerim'in, madde ve hayatı işleyen ayetleri üze­rinde ciddiyetle
durmamışlardır. Onun içindir ki örneğin, Kur'ân-ı Kerim'in fizik,
ma­te­matik, astronomi, tıb ve benzeri pozitif ilimlere konu oluşturan
ger­çeklerinden birini red ve inkar eden kimsenin kafir olacağını hiç bir
yerde sözkonusu etmemişlerdir. Dünyaya ilim ve irfanlarıyla ışık tu­tan
müslümanlar, ne ya­zık ki, bu konuda, arkalarında çok bü­yük bir boş­luk
bırakmışlardır! Çünkü din denilince akıllara genellikle namaz, oruç, dua ve
zikir gibi şeyler gelmiş, dinin en büyük konusu­nun, ya­şam, ahlak ve ilim
olduğu unutulmuş­tur. Laboratuarda, fabrikada, tar­lada, dü­ğünde kavgada ve
siyasette değil, dua ve ibadet sırasında ancak Allah'ın hatırlan­dığı bir
din imajı bu suretle müslümanlarda oluşmuş, ta ki zaman gelip müslümanımsı
top­lum­lar hayat ve düşüncenin rû­hânî ve seküler olmak üzere iki türlü
olabileceğine inan­maya baş­lamış­lardır. Oysa Allah Teâlâ, Kur'ân-ı
Kerim'in birçok yerinde ?hiç akıl et­mez misiniz ?!? ?Hiç düşünmez misiniz
?!? diye insanı uyarıp buna bağlı olarak man­tıksal düşüncenin ne bü­yük bir
nimet olduğuna işaret buyurur­ken (2/44, 21/10-67, 6/50-80, 32/4) akılla ve
akılcı yol­larla disip­line alınabilen seküler hayatın önemini de bu
su­retle hatırlatmıştır.

Şu halde Kur'an-ı Kerim ?aklın sınırları
içinde- pozitif ilimlerin kesin olarak kanıtladığı gerçekleri
doğrulamaktadır. Örneğin Kur'an'da: 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9? sayıları
?karşılaştırmalı olarak- geçmektedir. (2/61, 6/143, 24/58, 2/226, 18/22,
7/54, 18/22, 6/143, 17/101) Bundan şu sonuçları çıkarmak mümkündür:

İki, birden büyük, üçten ise küçüktür. Bu
ifade matematiğin ve mantığın ortaya koyduğu aynı zamanda Kur'an-ı Kerim'in
ilgiyle doğruladığı kesin bir gerçektir. Şu halde bir kimse eğer ciddi ve
kasıtlı olarak örneğin altının, yediden büyük, ya da beşten küçük olduğunu
ileri sürmeye kalkışırsa bu insan tıpkı ?Ateş yakmaz? ?Ses hızı, ışık
hızından daha büyüktür? ?İnsan maymun soyundan gelmiştir? ?Kadınla erkek
eşittir? veya ?Din işleri devlet işlerinden ayrılabilir? demiş gibi aklı,
mantığı ve bilimi bir çırpıda yalanlamış olur ki bu olay, genişletilecek
olursa, başlangıçta sanıldığı kadar pek de basit bir meseleden ibaret
bulunmadığı anlaşılacaktır!

Mantıksızlığın klasik yargıyla büyük bir
sorun olmadığı ve yalnızca böyle düşüneni ilgilendirdiği sanılır. Oyza bu
çok yanlıştır. Genellikle bütün ahlaksızlıkların hatta işlenen cinayetlerin
temelinde esasen mantıksızlık yatar. Örneğin bir insanın parasına göz
dikerek onu öldüren hırsız veya soyguncu, henüz hırsız niteliğini almadan
önce mantıksızdır. Çünkü bu kimse, her şeyden önce bir insanın, bu kadar
haksızca ve böyle vahşice öldürülemeyeceğini, böyle bir cinayet işleyenin
ise er veya geç yakalanıp en ağır cezalara çarptırılacağını düşünemeyecek
kadar mantıksızdır, zavallıdır.

Şu halde sonuç olarak bir insan, eğer
bilinçle en azından ikinin, üçten büyük ya da birden küçük olduğunu ileri
sürmek gibi bir çelişkiye düşecek olursa bunu, basit ve üzerinde durulmaya
değmeyen bir saçmalık, bir sayıklama ve hezeyan olarak görmek aynı derecede
ikinci bir mantıksızlıktır. Dolayısıyla eğer espiri ya da mecazi kullanım
gibi bir amaç sözkonusu değilse şuna büyük bir ihtimal vermek gerekir ki bu
düzeylerde gösterilen fahiş mantık dışı söz, hareket ve tavırların tümü,
Kur'an'ın evrensel gerçeklerini ve Allah'ın (c.c.) yüce fıtrat ve tabiat
kanunlarını red ve inkara varan ağır suçlardır.

Ferit Aydın, İslam'da İnanç Sistemi, Kahraman
Yayınları: 107-109.