Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Hükmi Küfür
Hükmi Küfür
Hükmi Küfür:
Ayrıca ?Hükmî Küfür? olarak bilinen bir küfür
çeşidi daha vardır. Bu durumda olanların küfrü pek net ve açık şekilde
sezinlenemez. Bu insanların kâfir oldukları sadece bazı tavır ve tutumlarından
anlaşılabilir. Bu da genellikle bilgisizlikten ve bilinçsizlikten
kaynaklanmaktadır. Örneğin bazı cahil müminler (çeşitli sloganların cazibesine
kapılarak, vaadlere aldanarak veya bazı ortak yanlara değer vererek) kafirlere,
ideolojilerinde destekçi olmakta, onların kanaat ve düşüncelerini paylaşma
gafletine düşmektedirler. Bunların da zaman zaman hükmen küfre girme
ihtimalleri vardır.
[1]
Küfür, ?ke-fe-ra? fiil kökünden masdar olup,
lügatta ?bir şeyi örtmek' demektir. Bu anlamıyla tohumu toprağa eken ve böylece
onu örtüp gizleyen çiftçiye küffar denildiği gibi, kılıcı örttüğü için kınına,
karanlığı örttüğü için geceye, yıldızları örttüğü için buluta da kâfir denir.
Bazı ibadetler ve tevbe de bir takım günahları örttüğü için bunlara da keffare(t)
denilmiştir. Kâfir kişi de Allah'ın varlığını, ayetlerini, nimetlerini veya
hükümlerini görmezlikten, bilmezlikten gelip inkâra gittiğinden bu ismi
almıştır.
Küfür, imanın zıddı olduğu gibi, kâfir de
mü'minin zıddıdır. Kâfir, gerçeği örten, nimeti saklayıp inkâr eden kişi
demektir. Yaratıcı'nın en büyük nimetleri olan Allah'ın ayetleri, tevhidî iman,
peygamberlik, din, hidayet vb. hususları saklamak veya görmezlikten gelmek
kâfirliğin en belirgin şeklidir. Küfür, realiteyi, hakikatı çarpıtmaktır. Küfür,
varlıktaki, yaratılıştaki güzellik ve mükemmelliği, nimet ve lütfu görmeme,
görmezlikten gelme illetidir; bir fıtrat nankörlüğüdür. Akı kara, karayı ak
görmektir; Görülmesi gerekeni görmemek, bakar körlüğü tercih etmektir. Küfür,
bir hastalıktır, bir ârıza ve anormalliktir. Doğal olanın, fıtratın dışına
çıkmaktır. Kalpte başlayan bu hastalık, kafaya ve bütün organlara yayılır.
İmanla tedavi edilmedikçe çabuk büyüyen ve tüm vücudu kaplayan bu kanser
mikrobu, kişinin ahiretini ve dünyasını mahveder. İslam'ın hâkim olmadığı çevre
şartları, bu küfür mikrobunun alabildiğine yayıldığı hastalıklı ortamlardır.
Küfür, bir kimsenin iman edilmesi gerekli
esaslara iman etmemesidir ki, yalanlama ve inkârı, tasdiki terketmeyi, ikrah,
yani şiddetli zorlama ve engel bulunmadığı halde ikrarı terketmeyi de içine
alır. İmandaki tasdik gibi, küfürdeki tekzib (yalanlama) de kalble, sözle veya
davranışla olur. Kalp ile yalanlama nasıl küfür ise, ikrah (zorlama) olmaksızın
sözlü yalanlama da öyledir. Hatta, elfâz-ı küfrü (küfür sözünü) böyle sözle
ifade etmek, daha çirkin bir düşmanlığı açığa vurmak olur. Aynı şekilde fiilî
(davranışla) yalanlama da böyledir. İman edilmesi arzu edilen mukaddes şeylere
fiilen hakaret ve alay etmek, küçümsemek ve hafife almak, bunları bozmaya
çalışmanın en çirkin küfür olduğunda şüphe yoktur.
İman, tevhid tertibiyle bütün inanılacak şeylere
bölünmez bir bağlılıkla uymak; küfür de onlardan, birinin bile olsun,
bulunmamasıdır. Yani küfür için iman edilecek şeylerin hiç birine inanmamak şart
değildir. Birine veya bir kısmına inanmamak da küfürdür. İman, bir bütünlüğü
gerektirir. Küfür ise, onun tersi olduğundan, bir kısmı inkâr ile de vâki
olur; tamamının inkârı şart değildir. İman ile küfür, sade zıt değil;
birbirinin tersidirler. Ne toplanırlar, ne yükselirler; arada vasıta, iki menzil
arasında bir menzil (menzile beyne'l-menzileteyn) yoktur. Bir insan ya kâfirdir;
ya mü'min. Fâsık (günahkâr) da işlediği suça göre bunlardan biridir.
Kur'an'a göre, küfrün en sık belirişi insanın
nimetleri inkârı, yani nankörlüğüdür. Allah, insanların yaratıcısı, onları
rızıklandıran, onlara sayısız nimet veren, yaşatan... bir ilah ve rabb'dır ki,
en küçük bir iyilikte bulunana teşekkür edildiği gibi, nimetleri karşısında
Allah'a da şükretmek gerekir. ?Beni zikredin, ben de sizi anayım; bana şükür
edin; küfr (nankörlük) etmeyin.? (Bakara, 152)
Gerek sıkıntı ve darlık, gerekse bolluk ve ferah
anında tiksindirici bir istiğna ve şımarıklıkla veya umutsuzlukla insan Allah'a
karşı kâfir kesilir. Demek ki, küfrün temelinde, aynı şirkte olduğu gibi bir
bakıma nefse tapınma, bencillik ve istiğna vardır ve küfr Allah'ı hakkıyla
tanımamak, O'nun verdiği nimetlerin O'ndan olduğu gerçeğini sözle, davranışla ve
kalben örtmek, gizlemektir. Bazıları, ?peygamber Allah'tan ne getirdiyse
inandım? der, fakat hareketleriyle bunu yalanlar. Temel emir ve yasaklarlar-dan
bazılarını yerine getirmez, getirmeye getirmeye bu emir veya yasağın üzerine bir
örtü çeker ve artık yanında ?yok? hükmüne geçer.
Allah'ı, ayetlerini veya hükümlerini örten, daha
çok da Allah'ı ve O'nun hükmünü yok saymaya çalışan, nedenleri görüp ötesini
göremeyen, duyularının ulaşamadığı şeyleri yok sayan, evrenin yaratılışını,
meydana gelen olayları raslantı, zorunluluk gibi bir takım hayalî etkenlere
bağlayan, bilmeden her bir zerreyi ilahlaştıran veya Allah'ın ayetlerinin
birini, bir kaçını veya tamamını tanımamaya yönelenlerin artık kalpleri de
örtülür; basiretleri yok olur, akılları işlemez, dilleri hakkı söylemez hale
gelir. Böylelerinin kalpleri mühürlenmiştir ve bunlar için uyarı, korkutma
hiçbir etki yapacak değildir (Bkz. Bakara, 6-7; A'raf, 101, 179; Enfal, 22)
Kur'an, küfrün her türünde nankörlükle
yalanlamanın beraber bulunduğuna dikkat çeker. (Bkz. İnşikak, 22; Bürûc, 19;
Hadid, 19; Teğâbün, 10) İmandaki tasdik ve itiraf, burada yerini inkâr ve
yalanlamaya bırakmaktadır. İnsana şah damarından daha yakın olan Allah'ı (Kaf,
16) görmezlikten gelmeye kalkmak, insan onuruna yakışmamaktadır. Bunun içindir
ki Kur'an, küfre sapanları sözü değil; bağırıp çağırmayı duyan sağır-dilsiz ve
körlere benzetmektedir. (Bakara, 171) Şuur ve iman nimetini teperek hayvanlaşan
bir varlığın, hayvan olarak yaratılan bir canlıya denk olmak gibi bir şansı ve
liyakati de olamaz. Böyle birisi, hayvandan daha aşağılara iner ve hayvanların
en kötüsü, en zararlısı olur. ?Şu bir gerçek ki, Allah katında hayvanların en
şerlisi, küfre sapıp da imana gelmeyenlerdir.? (Enfal, 55)
Durum böyle olduğuna göre, küfür ehlinin sahip
bulunduğu dünya imkân ve nimetlerine bakarak onların kemal ve mutluluğuna
hükmetmek yanlıştır. (Bkz. Al-i İmran, 196-197, 178;Enfal, 59; İbrahim, 18) Ne
yazık ki, işin esasını göremeyen küfür mensupları, bir kuruntu, bir kasılma,
yani istikbar ve istiğna içindedirler. (bkz. Sad, 2; Mülk, 20) Küfür ehlinin
sayısız nimete nankörlük içinde bulunmalarından dolayı, Allah onları dostluğa
kabul etmez; ancak mü'minler, Allah'ın dostları olarak anılır. Allah da
kendisini onların dostu olarak belirtir. (Muhammed, 11) Allah, kâfirleri sevmez.
Onların gönüllerine dostluk ve muhabbet duygusu yerine korku yerleştirilmiştir (bkz.
Al-i İmran, 151; Rum, 44; Bakara, 276; Al-i İmran, 32)
Durum böyle olduğu içindir ki, mü'minler de
küfre sapanları dost edinmemelidirler. Kâfirler ancak birbirlerine dost olur,
mü'minlere dost olamazlar. (Bkz. Enfal, 73; Al-i İmran, 28; Nisa, 139, 144)
Mü'minler, onları veli, dost edinemedikleri gibi, onlara arka çıkma, destek
verme yönüne de asla gidemezler. (Kasas, 86) Hele onlara boyun eğmek, bir
mü'minin onuruyla asla yan yana gelemez. Onlarla mücadele etmek gerekir. Ve bu
mücadelede onlara şiddetli davranmak da esastır. ?Kâfirlere boyun eğme,
itaat etme ve bununla (Kur'an ile) onlara karşı olanca gücünle büyük cihad
yap, büyük bir savaş ver.? (Furkan, 52) ?Ey Peygamber! Kâfirlere ve
münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran.? Tevbe, 73)
?Muhammed Allah'ın rasulü, elçisidir. Onunla beraber olanlar da kâfirlere karşı
şiddetli, çetin; kendi aralarında merhametlidirler.? (Fetih, 29)
Mü'min, dinini alaya alıp eğlence yerine koyan
ve Allah'ın nimetlerini inkâr ve nankörlük yolunda kullanan (İbrahim, 28),
nimetlerden yararlanıp yemede hayvanları andıran (Muhammed, 12) bir topluluğu ne
sevip onlarla dostluk kurabilir, ne de onlara güvenebilir. (Maide, 57) Onlara
güvenenler, yüzüstü bırakılırlar (Al-i İmran, 149). Zaten güven, imanla
ilgilidir; inkârla değil. İman'ın bir anlamı emin olmak, güvenmek (Allah'a) ve
güvenilir olmaktır (insanlara). Mü'min, küfrün alay konusu ettiği iman
kardeşlerine onur ve güç; kâfirlere ise zillet ve eziklik getirici, aziz ve
üstün olmalıdır. (Maide,
54)
Küfre sapanlar zalimdirler (Bakara, 254) ve
zalimler, düşmanlığa müstahak biricik hedeftirler. Tağut uğruna savaşan
(Nisa, 76) ve mallarını Allah yolundan insanları alıkoymak için harcayan
(Enfal, 36), Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen (Maide, 44) ve mü'minlere 큧elen
hakikatlere sırt çevirenlere gönülden sevgi ve güven (meveddet) beslemek, destek
vermek akıl işi değildir. (Mümtahine, 1) Bunlar, iflah etmeyecek bir güruhtur.
(Mü'minun, 117; Kasas, 82)
Kalbinde imanı olmadığı halde, dışa karşı mü'min
görünene ?münafık?; Müslümanlıktan sonra dinden dönene ?mürted?
denir. İki veya daha çok ilah olduğunu söyleyen, Allah'a başkasını ortak koşan
kimseye ?müşrik?; Yahudilik veya hıristiyanlık dinine bağlı olanlara
?kitabî? veya ?ehl-i kitap? adı verilir.
İman esaslarından birini inkâr etmek küfürdür.
İslam'da iman konuları bir
bütündür. İnanılması gereken esaslardan herhangi birisini inkâr etmek, bütünü
inkâr etmek anlamına gelir. Kur'an-ı Kerim'in tamamını veya bir ayet ya da bir
hükmünü, bir emir ve yasağını bile inkâr etmek küfürdür. Kur'an'a bir şey ilave
etmek, Kur'an'ın kendisi, bir suresi veya bir ayeti ile, ya da dinden olan bir
hükümle alay etmek, onu küçümsemek ve hafife almak da kişiyi iman dairesinden
çıkarıp küfre düşürür. Kur'an'da veya sahih hadislerde bildirilen ve üzerinde
ihtilaf bulunmayan İslamî emir ve yasaklardan birisini inkâr etmek küfürdür.
İçki, kumar, zina gibi yasakları helal saymak bu niteliktedir. Allah'ın haram
kıldıklarını işleyip, farzlarını yerine getirmemek, onları küçümsemekten,
inanmamaktan kaynaklanıyorsa, bu durum da küfürdür. Kısaca, Allah'ın emir
ve yasaklarını, bütün İslamî hükümleri kabul ederek İslam'ı bir nizam olarak
görmek iman gereğidir. Bunlardan bir kısmını reddetmek veya İslam'ın,
çağımızda uygulanmasının mümkün olmadığını ileri sürerek bir hümünü bile olsa
reddetmek küfürdür; bunu yapan kimse kâfir olur.
İslam'ın itikadî, iktisadî, ictimaî,
hukukî ve ahlakî kanunlarıyla hükümran olmadığı toplumumuzda, mü'minler, günah
olmasına rağmen amelî yönden bazı tavizler verse bile, iman bakımından taviz
veremezler. Aksi takdirde kâfir olur, ahiretin ebedî azabına müstahak olmuş
olurlar. (Bakara, 217) Allah'a, O'nun seçtiği hayat önderi Hz. Muhammed'e
(s.a.v.) ve Kur'an kanunlarına imanı korumak, her türlü küfre ve nifaka karşı
nefretle direnç göstermek her mü'minin baş görevi ve ebedî azaptan korunmanın
biricik vesilesidir.
Allah'a inandığı halde, O'na tam
anlamda güvenememek, şartlar ne olursa olsun mutluluk ve kazancın, Allah'ın emir
ve yasakları çevresinde olduğuna itimat edememek küfre götürür. (Yunus, 54;
İbrahim, 31) Bütün nimetlerin Allah'tan olduğuna, O'nun takdiri ile insanlara
ulaştığına, Rabbimizin sebepler yaratarak insanları nimetlendirebileceğine,
dolayısıyla Allah'ın haram kıldığı yollardan rızık aramamak gerektiğine bütün
varlığımızla inanmamak da küfre götürür. (Nahl, 53; Talak, 3)
Yapılan amelleri Allah'a kulluk için,
O'nun emri olduğu için değil de; çeşitli gayeler için yapmak imansızlığa ileten
bir davranış şeklidir. (En'am, 162; İbn-i Mace, hadis no: 4205) Mü'minin bütün
söz, iş ve davranışları, tüm hayatı ve ölümü, âlemlerin Rabbı Allah içindir.
Mü'min; ahlak, ilim, sanat, vatan, bayrak ve halk için değil; yalnız ve yalnız
Allah için, O'nun emri ve yasağı olduğu için konuşur ve susar; yapar ve sakınır.
Mü'min, bu sayılan değerleri ancak Allah'a kulluk için ve O'nun izin verdiği
şekilde yüceltir ve uğrunda mücadele verir.
Yaratmak ve kanun yapmak hakkı yalnız
Allah'a ait iken; Allah'tan gayrı güçlerin, fert ve kurumların, kesin emirler
vermek, yasaklar koymak, helal kılmak, haram kılmak hakkı olduğunu kabul etmek
de küfre götürür. Çünkü İslam'da egemenlik/hakimiyet yalnız Allah'a aittir.
Halkın, parlamentoların, Allah'ın emir ve yasakları ile çelişen ve çatışan karar
alabileceğine ve bu kararların İslam açısından meşru olabileceğine inanmak,
böyle düşünmek kesinlikle küfürdür.
(A'raf, 54; Tevbe, 31; Ahzab, 67)
Hakkında kesin ilahî hükümler olmayan
konularda, -bilim, uzmanlık, istişare ve referandum verilerine itaat gibi-
Allah'ın itaat edilmesine izin verdiklerinin dışındaki düşünce sistemlerine ve
gayr-ı İslamî kurumlara itaat da küfre götürür. Mü'min, İslam nizamına teslim
olmayan kendi nefsine, ilahî kanunlar açısından değerlendirme yapmayan bilim ve
politika adamlarına ve İslam dışı temeller üzerine kurulmuş kurumlara itaat
edemez. Allah'a isyan hususunda insanlara ve kurdukları kurumlara itaat yoktur.
(Ahzab, 48; Kalem, 9)
Din hürriyetimizi kısıtlayan toplumumuzda,
aramızda vasiyet, miras, alım-satım, nikâh, boşanma gibi işlerimizi, Allah'ın
indirdiği ölçülere göre değil de; bu ölçülere zıt prensiplere göre ?gönül
rızasıyla- düzenlemek, ?devir değişti? gibi hezeyanlarla Allah'ın kanunlarının
geçerli olamayacağına inanmak da küfre götürür. (Maide, 50; Nisa, 60)
İslam'ın iman, ibadet, hukuk, iktisat ve ahlak
dallarına ait bir tek hükmünü dahi küçümsemek, modası geçtiğine inanmak; yani
artık kısas fikri geçerliliğini kaybetti; faiz yasağına yer yok; kadınların
örtünmelerine gerek yok; karşılıklı rıza oldukça, ya da devletin korumasına
aldığı ve uygulanması için gösterdiği yerde zinada sakınca yok; beş vakit namaz
biraz fazlacadır gibi ve benzeri fikirlerin bir tekini dahi benimsemek küfürdür.
Zira İslam bir bütündür. Onun bütün hükümleri yücedir ve tartışma üstüdür.
(Maide, 44-45; Nisa, 14; Mücadele, 20)
[2]
[1]
Ferit Aydın, İslam'da İnanç Sistemi, Kahraman
Yayınları: 124.
[2]
Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 266-271.