Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Hevânın Kişisel ve Toplumsal (Ahlâkî) Boyutu; Hevâî İnsanlar Topluluğu.

Hevânın Kişisel ve Toplumsal



Hevânın
Kişisel ve Toplumsal (Ahlâkî) Boyutu; Hevâî İnsanlar Topluluğu

Hevâ bir boşluktur. Kişinin
herhangi bir iç dayanağa sahip olmamasıdır. Bu durum ise, kişinin her türlü
etkiye açık olmasını, rüzgârın esişine göre vaziyet almasını doğurur.
Kişiliksiz, hafif meşrep hale getirir. İşte bu tablo, dengesizliğe iten en
müsait bir atmosferdir. Böylesine bir fert ve onlardan oluşmuş toplumlar, her
türlü zulmü işleyebilir, haksızlık yapabilir. Nitekim Kabil'in, kardeşi Hâbil'i
öldürmesi, "nefsinin kardeşini öldürmesini kendisine hoş göstermesi, onun da
nefsine/hevâsına itaat etmesinin" (5/Mâide, 30) sonucudur. (30)
Takvâ giysisine bürünmeyen
insan, çoğu zaman, nefsinin arzu ve irâdesini kendine rehber edinir. Arzu
ettiğini elde etmek için nice zahmetlere katlanır, dolambaçlı yolları aşmaya
çalışır. ?Bu konuda İslâm'ın koyduğu hüküm nedir, bu arzum ve yaptığım Allah'ın
rızâsına uygun mudur? Bunu Peygamberimiz'in huzurunda olsam yapabilir miyim?
Yapmış olsam Efendimiz'in tavrı ne olurdu?...? gibi soruları ve cevaplarını
hatırına bile getirmez. Hep kendi basit hesabını yapar ve planını kurar. Öbür
âlemi unutur. Halbuki imanın insanı kurtaracak dereceye ulaşması için, insanın
arzu ve irâdesini Hz. Peygamber'in getirdiği ahkâmın peşine takması gerekir.
(31)
İnsanoğlu, ibâdet için
yaratılmıştır (51/Zâriyât, 56). Fıtrat, nübüvvet ve Kitab gibi ilâhî yardımlara
rağmen Allah'ı tanıyıp ibâdet/tapınma ihtiyacını O'na yönlendiremeyen hevâî
tipler, her şeyden önce kendi arzularını, zanna dayanan bilgisizce görüşlerini,
yanlış kanaatlerini, sapkın düşüncelerini, yani tek kelimeyle ?hevâ?larını
tanrılaştıracaklardır. Başka bütün putlar, hevâ putunun gölgesinde ortaya
çıkacaktır. Hevâ putunu devirdiğinizde diğer putlar kendiliğinden devrilecektir.
Allah'a teslim olmayan
kimsenin, bilinçsiz de olsa kendini (hevâsını) tanrılaştırdığı gibi; sadece
Allah'ı en büyük kabul edip O'nu tekbir etmeyen kişi de kendini (nefsini,
görüşünü, aklını...) en büyük görür. Her nimeti Allah'tan bilip sayısız nimetler
için Allah'a şükür ve hamd etmeyen insan, bu fıtrî ihtiyacı, kendini övmekle,
kendini methetmekle gidermeye çalışır.
Yine, hevâî şahıs, yaptığı
sayısız hatayı kendi üzerine almaz da, nefsini yanlışlardan, kusurlardan,
yanılgılardan uzak göstermek ister. Bunun da sebebi, ruhun Allah'ı tesbih etme
ihtiyacını, gerçek hedefi olan Allah'a, O'nu tüm noksan sıfatlardan tenzih
etmeye, tesbih etmeye yanaşmayan insanın hem kul hem tanrı olması gibi
çelişkisidir bu. Hevâsı, yani kendisi bir taraftan tanrı rolünü üstlenirken, bir
yandan da hevâ sahibi insan kulluk rolü oynar, arzusu neyi emrediyorsa ona
teslim olup kendisi onun pespâye bir kulu ve kölesi olur. Bu iki zıt özelliğin
(tanrılık-kulluk) aynı kişide bulunması ise tam bir anarşidir, kaostur,
fitnedir, fesaddır, zulümdür, çelişkidir, karakter bozukluğu, şizofreni ve çifte
standartlılıktır. Çünkü zıtlar birleşmediği halde, bu iki taban tabana zıt şeyi
birleştirmeye kalkışmak, sadece küstahlık değil; sünnetullahın (Allah'ın
yeryüzündeki yasalarının) çiğnenmek istenmesidir. Bu zulmün fecî cezasını, başta
kendisi çekecek olan hevâî kişi, sonra ilişkide bulunduğu canlı cansız tüm
çevresine hastalık bulaştırdığından cezasını topluma da çektirecektir. ?Eğer
hak, onların hevâlarına uyacak olsaydı hiç tartışmasız gökler, yer ve bunların
içinde olan herkes (ve her şey) fesâda (bozulmaya) uğrardı?? (23/Mü'minûn,
71)
Yaratılış gayesini unutan
insan, doymak bilmeyen canavar olan hevâsını tatmin etmek için hayat boyu
çalışır, koşturur durur. Tüm enerjisini hevâsını doyurmak için harcayan, yine de
onu tümüyle tatmin edemeyen zavallı, olumlu tüm cihazlarını, yani zihnini,
bilgisini, sevgisini... tanrılaştırdığı bu canavarın hizmetine verdiğinden hakkı
anlayamayacak, doğruları göremeyecek, işitemeyecek hale gelir. ?Andolsun Biz
cin ve insandan birçoğunu (sanki) cehennem için yaratmışız. Zira onların
kalpleri vardır, ama onlarla gerçeği kavramazlar; gözleri vardır, lâkin onlarla
görmezler; kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar
gibidir; hatta daha da sapıktırlar. Onlar gaflete düşenlerin ta kendileridir.?
(7/A'râf, 179). Hevâlarının emrine, denetim ve kulluğuna giren insanların;
hakkı, Kur'an'ı ve Peygamber'in tebliğini anlayıp kavrayamadıklarını Rabbımız şu
ifadelerle anlatır: ?Onlardan kimi gelip seni dinler. Fakat senin yanından
çıkıp gittikleri zaman, kendilerine bilgi verilenlere derler ki: ?az önce ne
demişti? (anlayamadık).' Bunlar, Allah'ın kalplerini mühürlediği hevâlarına
uyan kimselerdir.? (47/Muhammed, 16)
Hevâdan kurtulmak veya onun
etkisine hiç girmemek için, hevânın zıddı hüdâya yönelmek gerekmektedir. Bunun
için de hevânın, hedefini tersine çevirdiği, yozlaştırdığı tekbir, tesbih ve
hamde sarılmak gerekiyor. Hevânın hoşlanmadığı gerçek tekbire, hamde, tesbihe ve
bütün bunların en güzel şekilde içine serpildiği tevhid eylemi namaza sarılmak,
hevâ zehrine panzehir olacaktır. Bütün bunlar, Allah'ın yardımıyla ve onun
hüdâsı/hidâyetiyle olacaktır. Allah'ın hüdâsı ise, başta Kur'an olmak üzere,
nübüvvet, yani Peygamber rehberliği/sünnet ve bu iki kaynağa bağlı olan selim
akıl ve fıtrattır.
Hevâyı tanımak, hüdâya giden
yolu açar. Çünkü, inkârı inkâr etmek ispata götürür. Kötüyü kötüleyen iyiye ve
iyiliğe ulaşır. Yanlışın yanlışlığını ortaya koymak kişiyi doğruya erdirir. Ters
yönün tersine gitmek, insanı düze çıkarır. Kur'an, kötü tipleri (Nemrud,
Firavun, Hâmân, Karun, Bel'am, İblis vb.) onların kötülükleri anlaşılıp onlar
gibi olunmasın diye, o kötülerden yola çıkılıp iyiliğe yol açılsın diye anlatır.
Kötü ahlâklı kimse, itici davranışlarıyla kendine ve kendi çirkin ahlâkına
düşmanları çoğaltırken, farkında olmadan iyi ahlâkın güzelliklerini tebliğ etmiş
olur.
Hevâ; şehvetin, hırs ve
şeytanın emrine insanı teslim etmekle, ruhu aşağılara düşürmeye ve
bayağılıkların hizmetine sokmaya çalışan İblis oyuncağıdır. Hevâsına kul olan
kimse, kötülüğe âşık, harama düşkün, sefâhete hayran, nâhoş zevklerle sarhoş
olur. Pislerden ve pisliklerden hoşlanan zavallı biridir o. Hayırlı işlerde
tembel ve ürkek, şerde cesur ve atılgan, bozuk bir karakter, tağyîr edilen bir
fıtrat, tahrif edilen ölçü... Bunlar hep hevânın eseri ve hevâî insanın renksiz
veya çok renkli, yüzsüz veya çok yüzlü yapısı, kişiliksiz veya çok değişken
şahsiyetidir.
Hevâî tip, Allah'ın hükmüne ve
hakemliğine başvuracağına, kendi hevâsının yargısına mürâcaat eder. Doğru ve
yanlışın, güzel ve çirkinin ölçüsü kendi hevâsı (arzusu, menfaati, görüşü,
beşerî ideolojisi) dır. Bu, şehvet denilen şiddetli ve çirkin eğilimlerin kıble
edinilmesidir. Hevâlîler, yaratılış amaçlarını akıllarıyla düşünmezler. İnsan
ülkesinde ins ve cin şeytanlarının yardım ve hileleriyle, kalp adlı kralın da
gafletinden yararlanarak yönetimi ele geçiren hevâ, egemenliğini pekiştirmek
için, kendine karşı devrim yapabilecek düşman olan kalbi, selim aklı, fıtratı,
vicdanı, haram-helâl, ayıp-günah duygusunu zincirlere bağlar, prangalara vurur.
Artık ilâhlaşan ego, insan ülkesindeki fıtrî düzeni sarsmakta, dengeyi bozmakta,
her şeyi altüst etmektedir. Kalp yerine nefsin tek egemen olduğu hevâî insan,
sadece gözüyle düşünmekte, doymak bilmeyen midesine/aç gözüne hizmet etmekte,
gücünün ve imkânının yettiği her istediğini yapmayı özgürlük saymaktadır.
Hevâsının gösterdiği
istikamette imkân ve gücünden başka hiçbir hudut/sınır tanımayan insandır
hevâsını tanrı edinen. Hiçbir dâvânın adamı olamayan, günü birlik yaşayan, tek
dünyalı, tek gözlü, aç gözlü, at gözlüklü, dolayısıyla hakka karşı kör gözlü
biridir o. Nefsinin zaafları, yani hevâsı doğrultusunda hareket eden, hoppa,
hafifmeşrep, hayvanî zevkler peşinde koşan, heves ve arzularına düşkün ve düşük
kişilere halk arasında ?havâî? denir ki, aslı ?hevâî?dir; hevâî, yani hevâsına
uyan. Boşvermiş bir tiptir hevâî insan; top kafalı, top gibi içi boş (yani hava/hevâ
ile dolu) kafa, top gibi boş şeyleri endâd edinerek, hevâ putuna ortak tanrılar
arayan Hak'tan gâfil insancık... Allah'a ibâdete zamanı yoktur bu hevâî kişinin;
ama faydasız bilgilere, magazin denilen âdî dedikodulara, muzır uğraşlara, geyik
muhabbetlerine ve de çeşit çeşit haramlara hem vakit, hem fırsat, hem para
ayırabilir. Eğlencede ?ayıp?, hele hele ?haram? diye bir engel tanımaz. Müzik
tutkunu, tv. tutsağı, ilim yerine filmi tercih eden, haram-helâl diye bir ölçüyü
unutan, nefsinin kulu kölesi bir tiptir hevâî. Ve bunların oluşturduğu insanat
bahçesidir hevâ düzeninin oluşturduğu hevâî toplum.
Haram modayı mubaha, kumarı
helâl ticarete, dünya rahatını âhiret saâdetine bilinçsizce tercih eden hevâî
kimseler, nefis ve hevâlarına kulluk yapmayı Allah'a kulluğa, O'na teslim olmaya
yeğlemiş insanlardır. ?Özgürlüğüme kimseyi karıştırmam, memlekette demokrasi
var, ben istediğimi yaparım? diyen, buna rağmen nefsinin kulu, kölesi olup
arzuları tarafından yönlendirilen ve onun için de hevâsına tapınan, kendini
tanrılaştıran azgın bir karakter, dejenere olmuş bir kişilik, menfaatperest bir
tip... Yararlı-zararlı, helâl-haram demeden imkânının elverdiği her türlü gıda
ile midesini doldurur, hatta bunu yaşama gayesi edinirken; ruhunun hemen hiçbir
ihtiyacını giderip tatmin etmeye çalışmayan, süflî arzularının elinde oyuncak
bir zavallı...
Bütün bunlar, kızılmaktan
ziyade acınacak, çevre ve düzen kurbanlarıdır. Bizim yitik çocuklarımızdır
bunlar. Kendilerine gelmeleri, benliklerini bulmaları, bayağı esâretten
kurtulmaları için bize çok şey düştüğünü değerlendirmek içindir bu ifadeler.
Yoksa, bu tiplerin özelliklerini anlatıp kendimizi onlarla mukayese ederek
temize çıkarmak için anlaşılmamalı. Ve daha önemlisi, farkında olmayarak da olsa
bu özelliklerin en küçüğü bizde, sorumluluğunu yüklendiğimiz yakınlarımızda var
mıdır? Akrabalarımızda, komşularımızda, iş yerlerimizde, çevremizde, kısaca
bizim ulaşabileceğimiz yerlerde hiç bulunmadığını iddia edebilir miyiz bu
tiplerin? Bu konuda bize neler düşüyor? Bu sorulara, boş verirsek, ya da bu
hastalıkları tedâvi için doktor rolünü üstlenmez, yakın çevremize kadar gelen bu
hevâî ateşin tutuşturduğu yangını, havayı kaplayan ateşleri söndürmek için
itfaiyecilik yapmaya çalışmazsak, bu tipler, dünyada değilse bile âhirette
yakamıza yapışabilirler, bulduğumuz güzellikleri niye kendilerine
ulaştırmadığımızın hesabını sorabilirler.
Hevâî tipin nasıl oluştuğu,
sebepleri iyi değerlendirilmeli, sivrisinekle mücâdele için bataklığın
kurutulmasının şart olduğu unutulmamalıdır. Hevâî düzen ve onun kurumları,
düzenin oluşturduğu toplum yapısı ve çevre şartları değişmeden, ürünlerin
değişmesini beklemek doğru olmaz. Düzen, müslüman gencin oluşmasını her taraftan
engellerken, kurum ve kurallarıyla hevâî insanın ihtiyacı olacak, nefse hoş
gelen her çeşit fitne ve fesadı, fuhuş ve kumarı... desteklemekte, hevâî insan,
bu sistemin mücâdele ettiği değil; oluşturmayı hedeflediği tip olmaktadır. Darbe
ile ele geçirdiği İspanya'yı kırk sene yöneten Franco, "nasıl halk ayaklanmadan
bu kadar uzun süre iktidarda kaldın?? diye soranlara şöyle diyordu: ?Futbol,
müzik, kumar ve uyuşturucu sâyesinde!? İnsanları bunlarla meşgul edince, başka
şeylere ayıracak zamanları kalmayacaktır. Bir de buna hayat pahalılığı,
işsizlik, particilik, tv. hastalığı, kahvehane hayatını da eklerseniz, hevâî
düzeninizi değil kırk, yüz kırk sene de sürdürürsünüz. Ama, unutmamalı ki,
onların hevâî düzenlerini sürdürmeleri için hesabı varsa, Allah'ın da; sadece
Allah'a kulluk yapan mü'minlerin de bir hesabı vardır: ?Zâlimler, hangi
inkılâbla devrileceklerini, nasıl bir dönüşe (âkıbete) döndürüleceklerini
yakında bilecekler (ve görecekler).? (26/Şuarâ, 277)
İfrat ve tefrit; Kur'an
referanslı düşünüp yaşamayanların en temel problemi... Kimi boşvermişlik, kimi
de takvâ adına aşırılıklar sırât-ı müstakîmin önünde engel olmaktadır. Nefis
konusunda da, nefsin oyununa gelip aşırılıklardan birini seçme durumunda kalıyor
insanlar. Nefsin emmâre özelliğini, kötü arzularını, yani Kur'an'ın tâbiriyle
hevâyı alabildiğine tatmin etme arzusuyla yanıp tutuşan halk yığınlarının bu
tavrına Kur'an hevâyı putlaştırma diyor (25/Furkan, 43; 45/Câsiye, 23). Buna
tepki de, nefsi öldürülesi bir canavar görme şeklinde tarihten bu yana ortaya
çıkmış. Kur'ân-ı Kerim'de Yüce Allah; ?...Nefislerinizi öldürmeyin.?
(4/Nisâ, 29) diye emrettiği halde.
Allah, nefsi insana zulüm olsun
diye yaratmamış. Tam tersine insanın olgunlaşması ve derecesinin yükselme için
bir araç olarak ihsan etmiş. Zâten nefis olmadan, insanın imtihana tâbi
tutulması, yaratıkların en güzeli ve en hayırlısı olmasına da imkân yoktur.
Kur'an, insana kendi kusurlarını ve nefsin problemlerini sayarak nasıl tedbir
alınması gerektiğini belirtir. Nefsin isteklerine mubah istikametler çizmesi ve
arzularına sınır koyması gerektiği halde, nefisten şikâyet edip onu yok etmeye
(ki, bu mümkün de değildir) çalışıp olmayacak işlerle uğraşır nice insan.

Kur'an'ın beyanlarına göre
?nefsine zulmetmek?, günahkârların ve daha çok da kâfirlerin özelliğidir.
Peygamberimiz'in ifâde ettiği gibi, cesedinin/nefsinin senin üzerinde hakkı
vardır (Müslim, Sıyâm 193). Hadis-i şeriflerde nefsini müdâfaa için öldürülenin
şehid olduğu vurgulanır (bak. S. Müslim Tercüme ve Şerhi, A. Davudoğlu, Sönmez
Y. c. 2, s. 7). Kur'an'da ?...Nefislerinizi ayıplamayın...? (49/Hucurât,
11) diye emredildiği halde, nefisler suçlanır hep. Halbuki nefis, insanın
kendisidir. Suç ve günah varsa, insan kendisi işlemiştir onu. Ve suçu yükleyecek
bir yer arayacağına kendi hatasını kabul ve itiraf edip hemen tevbeye sarılmalı,
Allah'ın affına mürâcaat etmelidir. Şeytanın bir oyunu da, kişinin yaptığı suçu
kabullenmesini engelleyip bir günah keçisi aratmasıdır. Bir günah veya bir dinî
görevi ihmal varsa, suçlu ?ya yahûdidir, ya düzendir, veya çevre, ya da nefis.?
Böyle düşünen kimse tevbe kapısına yaklaşamayacak ve temiz bir sayfa açıp
olgunlaşamayacaktır; kısır döngü içinde suçu bir yerlere yamayıp rahat
edecektir... Ve kolaycılık bu konuda da kendini gösterecektir: ?Nefis merhale
merhaledir, sınıf sistemi gibi basamak basamaktır. En alttaki nefis, emmâre olan
nefistir...? Bazı yaptırımlarla (ki, bunların en kolayı bir şeyhe bağlanıp, her
şeyi ona havâle etmektir) insan, nefsine sınıf atlattıracak, râdıye, mardıye,
kâmile gibi zirvelere tırmandıracaktır. O durumdaki nefis de kötülüğü artık hiç
emretmeyeceğinden iş otomatiğe bağlanmış, kendiliğinden kurtulma yolu sonuna
kadar açılmış olacaktır.
Halbuki nefsin ilk ve en
alttaki basamağı sayılan emmâre vasfı, Hz. Yusuf tarafından dillendirilmiştir
(12/Yusuf, 53). Bu mantığa göre Yusuf (a.s.), hem de först leydinin isteğine
olumsuz cevap verdiği halde, insan duygularının, yani nefsin kötülüğü şiddetle
emrettiğini, günahlardan hevânın zevk alacağını vurgular. Âyetin başında da
nefsin tümüyle tebrie edilip temize çıkartılmasının yanlış olduğunu vurgulama
ihtiyacı duymuştur. Çünkü nefsin doğasında kötülüğü emretme vardır. Bu, tevhid
şuuru ve Kur'an ahlâkıyla hayat boyu terbiye edilecek, ama buna rağmen, ölüme
kadar insanda bulunan nefis, fırsat buldukça kötülüğü emretmeye çalışacaktır.
Böylece müslüman da son nefesini verinceye kadar olgunlaşmaya ve derecelerini
arttırmaya devam etmiş olacaktır.
Nefis altı-yedi tane değil; bir
tanedir. İnsan nefsi, zaman zaman uysallaşır, kendisine ilham edilen takvâ ağır
basar; zaman zaman azgınlaşır, kendine ilham edilmiş fücur isteği ile dolar.
?Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de fücûru (kötülükleri) ve takvâyı
(iyilikleri) ilham edene yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındıran
kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.? (91/Şems, 7-10).
Nefis, devamlı terbiye ve ıslah edilmeye ihtiyaç hissettirir. İnsan hangi yaşta
ve hangi seviyede bulunursa bulunsun, yine insandır, beşerdir. Hata yapma
ihtimali ve meyli hâlâ olacaktır. Hevâsının bazı kötülük ve günahlardan zevk
alması devam edecektir. Kur'an talebesi müslümana düşen görev, ibâdet ve ihsan
çizgisini sürekli yaşayarak, takvâya da meyilli olan nefsini ölünceye kadar
ıslah etmeye ve onun isteklerine karşı uyanık ve dikkatli olmaya gayret
etmektir. Nefsini, hevâsını aklının ve imanının kontrolünde tutmaktır. Bu dikkat
gösterilmezse, hangi yaş ve hangi seviyede olursa olsun hevâ insanı
mahvedebilecek, hatta insanın tanrısı olabilecektir. Nefsine hâkim olan, kimseye
mahkûm olmaz. İnsan gâlibiyeti içinde kazanır veya mağlûbiyet, onu kendi içinde
yakalar.
Tasavvufun etkisiyle
insanlarımıza hâkim olan yanlış nefis anlayışının Kur'an'daki nefis kavramıyla
sağlaması yapılmalı, ifrat ve tefritten kaçınılarak hayat boyu bize kötülüğü
emredecek olan nefsin oyununa gelmeden ona hâkim olmaya gayret edilmelidir.
Hevânın hâkim olduğu kalp, her türlü bireysel ahlâksızlığın, toplumsal fesâdın,
her çeşit pislik, kötülük ve zulmün kaynağı olan şirkin bulaşıcı mikroplarının
toplandığı yerdir. Bunun yanında, nefse karşı da âdil olmak, nefsimizin de bizim
üzerimizde hakkının olduğunu unutmamak gerekmektedir. Müslümana yakışan, nefis
kaynaklı hevâya değil; İlâhî kaynaklı hüdâya, tâbi olmaktır. Başkalarının
hevâsına değil; ilme/vahye sarılmaktır. Nefsin kötülüğü emreden özelliğine iman
ve takvânın imkânlarıyla cevap verebilmektir. Esselâmu alâ men ittebea'l-hüdâ.
Hevâya değil; hüdâya tâbi olanlara selâm olsun!
"Rabbinizden size indirilene
uyun. O'ndan başka evliyânın ardına düşmeyin. Siz ne kadar az hatırınıza
getiriyorsunuz?" (7/A'râf, 3) ?Tuğyân edene/azana
ve dünya hayatını âhirete tercih edene, şüphesiz cehennem tek barınaktır.
Rabbının makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştıran için ise
şüphesiz cennet yegâne barınaktır." (79/Nâziât,
40-41) ?Ey huzura kavuşmuş nefs/ruh! Sen O'ndan hoşnut, O da senden râzı
olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl. Gir
Cennetime!? (89/Fecr, 27-30)



Ahmet Özalp, Şamil İslâm
Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 5, s. 72-74
Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel
Kavramları, s. 492-494
Harun Yahya, Kur'an'da Temel
Kavramlar, Vural Y. s. 30-35
Ömer Tellioğlu, Şamil İslâm
Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 5, s. 74
Ö. Tellioğlu, A.g.e. c. 5, s.
74-75
Nureddin Turgay, A.g.e. c. 5,
s. 75
Muhiddin Bağçeci, A.g.e. c. 5,
s. 75-76
Ahmet Ögke, Kur'an'da Nefs
Kavramı, s. 23-37
M. Said Çekmegil, Tetkiklerde
Metod ve Tenkid, Sanih Y. s. 104-112
Fevzi Zülaloğlu, ?Nefs? Kavramı
Çerçevesinde Kur'an'da Kişiliğin Tekâmül Aşamaları, Hak Söz, 69
Abdülaziz Bayındır, Duâda
Evliyayı Aracı Koyma ve Şirk, s. 91-103
A.g.e., s. 187-189
Cavit Yalçın, Kur'an'da Temel
Kavramlar, Vural Y. İst. 1997, s. 36-48(50)
Hamdi Döndüren, Şâmil İslâm
Ansiklopedisi, c. 3, s. 166-167
Ömer Tellioğlu, Şamil İslâm
Ans. C. 5, s. 120-121
Ramazan Özcankaya, Ruh, s. 87
vd.
A.g.e., s. 90 vd.
A.g.e., s. 131 vd.
Cavit Yalçın,
Kur'an'da Temel Kavramlar, s. 47-48
Abdurrahman Kasapoğlu,
Kur'an'da İman Psikolojisi, s. 227-228
Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel
Kavramları, Beyan Y., s. 264-265
Suad Yıldırım., Kur'an'da
Ulûhiyet, Kayıhan Y. s. 289-290
Seyyid Kutub, Fî
Zılâli'l-Kur'an, Hikmet Y. c. 10, s. 533
Mevdûdi, Tefhîmu'l-Kur'an,
İnsan Y. c. 5, s. 308-309
Fahreddin Râzi, Mefâtuhu'l
Gayb, c. 12, s. 63
Halil Atalay, Fikrî Tevhide
Doğru, Ribat Neşriyat, s. 19-23
Yaşar Düzenli, Kur'an Işığında
Evrensel Dengeler ve İnsan, İFAV Y., s. 265
Şâtıbî, el-İ'tisâm, 1/46
Kur'an'da Hevâ Kavramı,
Muhammed Emin, Misak s. 31-32
Yaşar Düzenli, a.g.e., s. 267
Halil Atalay, a.g.e. s. 17

NEFS.
Nefs; Anlam ve Mâhiyeti
Nefsin İşlevi
Nefsin Farklı Özellikleri
Nefs-i Emmâre
Nefs-i Levvâme
Nefs-i Mutmainne
Nefs-i Râdıye
Kur'ân-ı Kerim'de Nefs Kavramı
"Nefs"in Allah Hakkında Kullanılması
Nefsin Diğer İlâhlar Hakkında Kullanılması
Nefsin Ruh Anlamında Kullanılması
Nefsin "Kalp, Gönül, İçdünya" vb. Anlamlarında Kullanılması
Nefsin "İnsan Bedeni" Anlamında Kullanılması
?Nefs?in ?Bedenle Birlikte Ruh? Anlamında Kullanılması
Nefsin ?Kötülüğü Emredici? Anlamında Kullanılması
Nefsin ?İnsan, Cin, Melek, Hayvan veya Bitki İçin Zât (Kişi, Kimse, Kendi, Şahıs vb.)? Anlamında Kullanılması
Nefsin, ?Cins, Tür? Anlamında Kullanılması
Nefsin Diğer Kullanılış Biçimleri
Kur'ân-ı Kerim'de Nefsin Olumsuz Yönü Anlamındaki Hevâ Kavramı
Hadis-i Şeriflerde Nefs Kavramı
Nefsle İlgili Uydurma Hadisler
Müslüman Nefse Hakaret Edilebilir mi?.
Nefs Kavramı Çerçevesinde Kur'an'da Kişiliğin Tekâmül Aşamaları
Nefis ve Ruh
Kur'an'da Nefsin (Kişiliğin) Tekâmül Aşamaları
1- Nefs-i Emmâre
2- Nefs-i Levvâme
3- Nefs-i Mutmainne
4- Nefs-i Râdıye ve Mardıyye
Tasavvufta Nefis
Nefis Tezkiyesi
Nefs Kavramının Yozlaştırılması ve ?Nefsin Merhaleleri? Tâbiri
Nefsin mertebeleri veya nefsi ta ılaştırma süreci
Nefsin İki Yönü (Nefse Fücûr ve Takvânın İlhâmı)
İstek ve Tutkularını İlâh Edinenler
Vicdan ve Ruh
İntihar
İzzet-i Nefs.
Ben Kavramı
Egonun Özellikleri
Hayat
Güdü
Vicdan.
Nefs ve Ruh Aynı Şey midir?.
Ruhla Nefsî Arzular Arasındaki Dengesizlik.
Nefsin Olumsuz Yönü; Hevâ.
Hevâsına Uyanların Özellikleri
Hevânın Putlaştırılıp İlâh Haline Getirilmesi
Aklın, Hevânın/Kötü Arzuların Güdümüne Girmesi
Hevânın Kişisel ve Toplumsal (Ahlâkî) Boyutu; Hevâî İnsanlar Topluluğu.
Nefis Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
Nefis Konusuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar