Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Musibetlere Sabretmek.
Musibetlere Sabretmek
Musibetlere
Sabretmek
Allah (c.c.) ondan razı olsun, Muaz b. Cebel
anlatır:
?Benim bir oğlum ölmüştü.[1]
Resûlullah (s.a.v.) bu vesileyle bana yazmış olduğu bir mektupta şöyle
diyordu:
?Allah'ın Resûlü Muhammed'den Muaz b. Cebel'e,
es-selâmü aleyke. Kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan Allah'a hamd
ederim.
Allah senin ecrini artırsın, sabır, metanet
versin. Bize de sana da kendisine şükreyleme nimetini bahşeylesin. Şurası
muhakkak ki, gerek bizim canlarımız, mallarımız, amellerimiz, evlatlarımız ve
gerekse aile efradımızın malları, canları Allah'ın bize olan ihsanları ve
emaneten bize bırakmış olduğu armağanları cümlesindendir. Biz muayyen bir
zamana kadar onlardan faydalanırız. Allah onları belli bir zaman için, bize
bırakır. Sonra verdiği nimetlere şükretmemizi, maruz bıraktığı musibetlere de
sabredip tahammül göstermemizi farz kılmıştır. Senin bu vefat eden evladına,
Allah'ın sana olan mevhibeleri ve emanet olarak bıraktığı armağanları
cümlesindendir. Eğer sabreder, feryat figan eylemezsen, Allah gerek hüsnühâl
ve gerekse sevinç hususunda seni onunla faydalandırır ve onu büyük bir ecirle
almış olur. Ya Muaz! Sende alacağın ecri iptal edecek hâller bulunmasın, feryat
etme, sonra kaçırdığın ecirden dolayı nedamet duyarsın. Eğer maruz kaldığın
musibetten ötürü nail olacağın sevabı görmüş olsan, o musibetin mazhar olunacak
sevaptan çok daha değersiz bir şey olduğunu anlarsın. Şu hususu iyi bil ki,
ağlayıp, sızlanmak, ölüme mani olmadığı gibi kaderi de gideremez. Bir gün
mutlaka sana da gelecek olan ölümü düşün, düşün ki kederin dağılsın. Sanki
kendine de ölümün gelmiş olduğunu kabul et. Ves-selâmü aleyke.?
İşte musibetlere sabretmek hususunda Resûlullah
(s.a.v)'in Muaz b. Cebel'e yazmış olduğu mektup.. Buna bir örnek olarak da
okuyalım.
İnsan kendi ölümünü ve kısa bir müddet sonra
mutlaka öleceğini düşünürse, ağlayıp sızlanmaya mecali kalmaz. Zira ağlayıp
sızlanmak ölüme engel olmadığı gibi, kaderi de yok edemez. Üstelik, maruz
kalınan musibetten dolayı nail olunacak sevabın iptaline de sebep olur. Zira
musibet karşısında ah vah eden, Rabbinden şikayet ediyor, onun kararını
reddediyor demektir.
Allah ondan razı olsun, Enes b. Malik rivayet
eder:
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdular:
- Kim sabaha çıktığında, dünyevî meselelerden
ötürü hüzünlenirse, Rabbine gücenmiş olarak sabaha çıkmış olur. Kim maruz
kaldığı bir musibetten ötürü ötekine berikine şikayetçi olur durursa, o ancak
şanı yüce olan Allah'ı şikayetçi olmuş demektir. Kim sırf malından faydalanmak
için bir zengine tevazu gösterirse Allah onun amellerinin üçte birini iptal
eder. Kim Allah ona Kur'an esaslarını bilmiş olma nimetini verirde o, bu
esaslarla amel etmez ve cehenneme girmeye müstahak olacak duruma gelirse, Allah
onu rahmetinden uzaklaştırır.
Allah ondan razı olsun, Vehb b. Münebbih
anlatır:
- Ben, Tevrat'ta şu dört şeyi okudum:
1. Kim Allah'ın kitabını okur ve onunla amel
eder de kendisinin mağfiret olunmadığını zannederse o, şanı yüce olan Allah'ın
ayetleriyle alay edenlerdendir.
2. Kim duçar olduğu bir musibetten ötürü ötekine
berikine şikayetçi olursa, o ancak Rabbi'ni şikayetçi olmuştur.
3. Kim elinden kaçırdığı dünyevî bir nimetten
ötürü tasalanırsa o, Rabbi'nin hükmüne gücenmiş olur.
4. Kim sırf malından-mülkünden-servetinden
faydalanmak için bir zengine tevazu gösterirse onun dininin üçte biri gider.
Yani imanının kuvvet derecesinde noksanlık meydana gelir.
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
- Kimin üç çocuğu ölürse, o, cehenneme girmez.
Ancak Allah'ın şu yemininin yerine gelmesi için girer. Şanı yüce olan Allah
şöyle buyurmuştur:
?Sizden hiçbiriniz müstesna olmamak üzere,
elbette oraya (cehenneme) uğrayacaktır. Bu Rabbi'nin üzerine kesin olarak
aldığı, hükmettiği bir şeydir.?[2]
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdular:
?Kim bir musibete duçar olur da onu sabırla ve
metanetle geçirdikten daha sonra yine aynı musibeti hatırlar ve ?İnnâ lillahi
ve innâ ileyhi râci'ûn? diye istircada bulunsa, o musibetin vakti çoktan geçmiş
bile olsa, Allah bu istircası sebebiyle, ona, musibetin geldiği ilk günün
sevabını aynen verir."[3]
Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun, Hasan Basrî
anlatır:
Musa (a.s.) Rabbi'ne sordu:
- Ya Rabbi, hastaları ziyaret edenlere ne gibi
ecirler verirsin?
Allah buyurdu:
- Analarından doğdukları günkü gibi
günahlarından temizlerim!
Musa (a.s.) sordu:
- Cenazeleri teşyi edenlere ne gibi ecirler
verirsin?
Allah buyurdu:
- Onlar öldükleri zaman cenazelerine katılmak
üzere melekler gönderirim. Önce kabre kadar onu teşyi ederler, daha sonra
kıyamet gününde mahşer yerine kadar.
Musa (a.s.) sordu:
- Musibetlere duçar olanlara taziyede
bulunanlara ne gibi ecirler verirsin?
Allah buyurdu:
- Hiçbir gölgenin bulunmadığı ve ancak benim
gölgemin bulunduğu kıyamet günü onları gölgemde yani Arş'ın gölgesinde
gölgelendiririm.
Enes b. Malik rivayet eder:
Resûlullah (s.a.v.) buyurdular :
?Allah indinde, kişinin mülayemetle yendiği öfke
yudumu ile sabırla karşıladığı musibet yudumundan daha sevimli iki yudum
yoktur. Yine Allah nezdinde, kişinin fisebilillah döktüğü bir damla kan ile,
gecenin karanlığında, Allah'tan başka kimsenin görmediği bir sırada secdede
iken döktüğü bir damla gözyaşından daha sevimli iki damla yoktur. Ve nihayet
Allah nazarında kişinin, farz namazları kılmak için attığı bir adım ile, akraba
ve taallukatını ziyaret etmek maksadıyla attığı bir adımdan daha sevimli iki
adım yoktur.?
Allah ondan razı olsun, Ebu'd-Derda anlatır:
- Süleyman (a.s.)'ın bir oğlu ölmüş, O da buna
şiddetle üzülmüştü. Bunun üzerine kendisine Allah'ın emri ile iki melek geldi.
Fakat onlar, birbirinden davacı iki insan sûretinde gelmişlerdi. İki hasım gibi
onun önüne oturdular. Birisi söze başlayarak dedi ki:
- Ben ekin ekmiştim. Fakat mahsul alamadım, zira
bu adam oradan geçerek benim ekinimi çiğnedi ve mahsul alamamama sebep oldu!
Süleyman (a.s.) hakem sıfatıyla ötekine sordu:
- Ne dersin ?
O cevap verdi:
- Yoldan gidiyordum. Bir ekine rast geldim. Sağa
gittim, sola gittim, geçecek bir yer yok. Her tarafa ekilmişti. Çiğneyip
geçmek zorunda kaldım.
Bu cevap üzerine Süleyman (a.s.) bu sefer
birinciye döndü ve:
- Ahaliye geçecek bir yol gerektiğini bilmiyor
musun? Yolu ekerek niye kapattın? dedi.
Süleyman (a.s.)'ın bu sözü üzerine insan
sûretindeki melek, taşı gediğine koydu:
- Peki, sen çocuğun öldü diye neye tasalanıp
duruyorsun? Ahirete gitmek için mutlaka bir yol gerektiğini, bunun da ölüm
olduğunu bilmiyor musun?
Bunun üzerine Süleyman (a.s.) Allah'a tevbe
istiğfar etti. Çocuğunun ölümü için bir daha tasalanmadı.
Anlatılır ki: Bir defasında İbn Abbas (r.a.)
seferdeyken kendisine bir kızının öldüğü haberi ulaştırıldı. Bunu duyan İbn
Abbas hemen, içini çekti sonrada şöyle dedi:
- Örtülecek bir şey idi, Allah örttü.
Bir ecir idi, Allah onu bize gönderdi.
Bir zahmet idi, Allah ona yetti.
Sonra indi, iki rekat namaz kıldı. Daha sonra
dedi ki:
- Şanı yüce olan Allah'ın bize yapmamızı
emrettiği şeyi yaptık. Allah şöyle buyurur:
?Ey iman edenler! Musibetlere karşı, sabır ve
namazla yardım isteyiniz. Muhakkak ki, Allah, sabredenlerle beraberdir.?[4]
Allah ondan razı olsun, Ümmü Seleme rivayet
eder: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı şunları söylerken işittim:
"Kendisine bir musibet gelen müslüman Allah'ın
emrettiği: "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci'ûn, Allahümme ecirnî fî musibetî
vahluf lî hayran minhâ. (Biz Allah'ınız ve ancak O'na döneceğiz. Bana bu
musibetim için ücret ver. Ve bana bunun arkasından daha hayırlısını ver.)?
derse Allah o musibeti alır ve mutlaka daha hayırlısını verir."[5]
Allah kendisinden razı olsun, Ümmü Seleme der
ki:
- Ebû Seleme öldüğü zaman ben, Allah Resûlü'nün
dediği gibi hareket ettim. Şanı yüce olan Allah bana çok nimetler ihsan eyledi.
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdular:
?Musibete duçar olunduğunda, ah vah edip dizlere
vurmak sevabı yok eder. Musibetin ilk anlarında sabretmek ecri artırır. Ecrin
büyüklüğü musibetin büyüklüğü nisbetindedir. Kim musibet geçtikten sonra da
??..? derse, Allah musibete maruz kalışının ilk günü gibi onun ecrini yeniler.?[6]
Cübeyr oğlu Said şöyle der:
- Ölüm ve musibet anında ??..?[7]
demek yalnız Ümmet-i Muhammed'e mahsustur. Eğer bu hususiyet, Ümmet-i
Muhammed'den başkasına verilmiş olsaydı Yakup (a.s.)'a verilirdi. Görülmez mi ki
Yakup (a.s.), oğlu Yusuf'u kaybettiği zaman şöyle demiştir:
?Ey Yusuf'un üstüne titreyen tasam...?[8]
Allah ondan razı olsun, Hattab oğlu Ömer der ki:
- Yükün iki dengi ile yük başı ne güzeldir.
Ayetin ?Onlar var ya, işte Rablerinden mağfiretler ve rahmet hep
onlaradır? kısmı iki denk, ?ve onlar doğru yola erdirilenlerin ta
kendileridir ?[9]
kısmı da yük başıdır.
Anlatılır ki, Resûlullah (s.a.v.)'in oğlu
İbrahim vefat ettiği zaman Resûlullah ağladı. Gözlerinden yaşlar aktı. Bu durumu
gören sahabeden Abdurrahman dedi ki:
- Ya Resûlullah ağlıyor musunuz? Ağlamaktan
menetmemiş miydiniz?
Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:
?Hayır, ben böyle ağlamayı yasaklamadım. Gözyaşı
dökmeyi yasaklamadım. Ben feryat ve figan etmeyi, ağıt söylemeyi, yırtınıp
dövünmeyi, üstünü başını yırtmayı, şeytan sesini ve müzikli mersiyeyi
yasakladım. Zira, bunlar birer oyundur, oynayıştır, şeytanın çalgısıdır. Benim
bu ağlayışım ve gözyaşı döküşüm ise bir rahmettir ki, şanı yüce olan Allah onu
merhametlilerin kalplerine koymuştur. Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.?
Allah Resûlü daha sonra buyurdular ki:
?Kalp hüzünlenir, göz ağlar. Biz noksan
sıfatlardan münezzeh ve yüce Rabbi gazaplandıracak bir harekette bulunmayız.?
Hasan Basrî der ki:
- Şanı yüce olan Allah sizin hataen veya
unutarak, yaptıklarınızı bağışladı. Size, hoşlanmayacağınızı yahut gücünüzün
yetmeyeceğini teklif etmedi. Normal zamanlar için haram kıldığı birçok şeyi
zaruret hâllerinde helal saydı. Size beş şey verdi:
1. Size dünyayı fazlından verdi. Borç olarak
geri istedi. Ahlâkınızı güzelleştirmek için dünyada her ne amel yapar, ona
verirseniz, o bunun karşılığını bire on, bire yedi yüz olarak öder. Bundan başka
vereceklerini de hesaba katmaz.
2. Sizi, hoşlanmayacağınız bir şeye maruz
bırakır, siz de buna sabreder, tahammül gösterirseniz, bu vesileyle o da size
mağfiretler ve rahmetler verir. Nitekim şanı yüce olan Allah buyuruyor:
?Onlar var ya, işte Rablerinden mağfiretler
ve rahmet hep onlaradır. Ve onlar doğru yola erdirilenlerin ta kendileridir.?[10]
3. Şükrederseniz nimetini artırır. Nitekim şanı
yüce olan Allah şöyle buyurur:
?Yemin olsun, şükrederseniz elbette nimetimi
artırırım. Yemin olsun, nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz benim azabım
gerçekten çetindir.?[11]
4. Sizden biri günahları küfre varacak derecede
günah işlese de sonra tevbe istiğfar etse, Allah onun tevbesini kabul eder.
Ayrıca kendisini sever. Nitekim şanı yüce olan Allah buyuruyor:
?Şüphesiz ki Allah, hem çok tevbe istiğfar
edip günahlardan dönenleri, hem de kötü ahlâktan temizlenenleri sever.?[12]
5. Eğer size verdiklerini Cebrail ile Mikail'e
vermiş olsaydı muhakkak ki onlar için de sahavet ve mürüvvet göstermiş olurdu.
Şanı yüce olan Allah şöyle buyuruyor:
?Ey kullarım! Beni çağırınız, size icabet
ederim.?[13]
Cabir Taî rivayet eder:
Resûlullah buyurdular ki:
?İnsanın, ölmeden önce önden gönderdiği ve Allah
katında en sevimli ve en çok sevabı olan şey, on iki yaşlarında ölmüş
çocuğudur.?
Denir ki:
Sabır, musibetin ilk anlarındadır. Musibetin ilk
anları geçtikten sonra ister sabreder, isterse sabırsızlık emareleri gösterir.
Akıllı kişi musibete maruz kalışının ilk anlarında sabırlı-tahammüllü olan
kişidir. Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun, İbn Mübarek'in oğlu ölmüştü. Bu
vesileyle mecusî bir komşusu, kendisine taziyede bulunmaya gelmişti. Bu esnada
İbn Mübarek'e dedi ki:
- Bugün, cahillerin beş altı gün sonra
yaptıklarını yapmak gerek!
Köklü bir İslamî terbiye ve ahlâka sahip olmayan
insanlar, bir ölüleri oldu mu umumiyetle ilk beş-altı günü feryat figan
ederler. Allah'ın hükmüne sabır ve tahammül gösteremezler. Fakat bu müddetten
sonra artık yatışırlar. Gerçek bir müslüman sabrı gösterirler. Mecusî yukarıdaki
sözüyle bu hususu belirtmek istiyor.
Mecusînin bu sözü üzerine İbn Mübarek
etrafındakilere şöyle dedi:
- Bu sözü kaydedin.
Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:
?Kim musibete duçar olmuş birisine taziyede
bulunsa, onun aldığı ecrin bir misli kadar ecir alır.?
Yine Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:
?Sabır üçtür:
1. İbadet ve taatlere sabır.
2. Musibet ve belâlara sabır.
3. Günah olan şeyleri işlememek için sabır.
Kim nefsi çektiği hâlde günah olan bir şeyi
işlemez de sabrederse, Allah ona üç yüz derece verir. Kim de ibadet ve taatlerin
meşakkatlerine katlanır, sabrederse Allah ona altı yüz derece verir. Ve nihayet
kim de musibet ve felâketlerin vereceği acıya sabır ve metanet gösterir, ah
vah etmezse, Allah ona dokuz yüz derece verir.?
Allah ondan razı olsun, İbn Abbas şöyle der:
Şanı yüce olan Allah'ın Levh-i Mahfuz'a ilk
yazdığı şey şuydu:
?Şüphesiz ki ben, işte ben Allah'ım. Benden
başka hiçbir ilah yok. Ancak ve yalnız ben varım. Muhammed de benim resûlümdür.
Kim benim hükmüme teslim olur, benim takdirimle gelecek musibetlere sabreder ve
nimetlerime şükreylerse, ben onu sıddîk olarak yazar, kıyamet gününde
sıddîklarla beraber haşrederim. Kim de benim hükmüme teslimiyet göstermez, benim
takdirimle gelecek musibetlere sabretmez ve nimetlerime şükreylemezse, o benden
başka bir ilah bulsun.?
İbn Mübarek şöyle der:
- Musibet birdir. Fakat bir musibete duçar olan,
ağlayıp-sızlanırsa, o bir olan musibet ikiye çıkar.
Bunlardan biri, esas musibettir. Yani başa gelen
musibettir. Diğeri ise, musibetin ecrinin yitirilmesidir.
Musibet gelince ona duçar olan kişi
ağlayıp-sızlanırsa, musibete sabretmezse sevabını yitirmiş olur. Bu ise,
musibetin en büyüğüdür.
Allah onun yüzünü şereflendirsin, Ebû Talip oğlu
Ali rivayet eder:
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdular:
?Kimin başına bir musibet gelirse, onu benim
başıma gelen musibetlerle kıyaslasın. Zira benim maruz kaldığım musibet,
musibetlerin en büyüğüdür.?
?Cennete müştak olan, hayır işlemeye koşar.
Cehennemden korkan günahları terk eder. Mutlaka öleceğine inanan dünyevî zevk
ve heveslere iltifat etmez. Dünyada zühd sahibi olana, musibetlere sabır ve
tahammül etmek kolay gelir.?
Bazı kitaplarda şu altı kaide yazılıdır:
1. Kimin sabahleyin bütün düşüncesi dünyevî
meseleler olursa, o, Allah'ı gazaplandırmış olarak sabaha çıkmıştır.
2. Her kim duçar olduğu musibetten ötürü ah-vah
eder durursa, o, Rabbi'ni şikayet etmiş demektir.
3. Kim rızkının nereden geldiğine aldırış
etmezse, Allah'ın onu cehennemin hangi kapısından içeri sokacağına aldırış
etmemiş demektir.
4. Gülerek günah işleyen, ağlayarak cehenneme
girer.
5. Kimin en büyük zevki hevaî arzular olursa,
Allah onun kalbinden ahiret korkusunu kaldırır.
6. Her kim, zenginliğinden dolayı zengine tevazu
gösterirse, onun hayatı açgözlülük içinde geçer.
Kur'an-ı Kerim'de Yüce Allah şöyle buyuruyor:
?Yoksa siz Allah (c.c.) içinizden cihad
edenlerle (musibetlere) sabredenleri belli etmeden cennete gireceğinizi mi
sandınız??[14]
?Sakın Allah'ı (c.c.) zalimlerin yaptıklarından
habersiz sanma, gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne kadar onların azabını
ertelemektedir!?[15]
Allah bizi Kur'an ve sünnetten kaynaklanmayan
amellerden sakındırsın (amin).
[16]
[1]
Muaz b. Cebel'in çocuğunun olmadığı daha ağırlıklı bilinendir. - Şerafettin
Kalay.
[2]
Meryem, 19/71
[3]
Hadisin ??..? arası kitabın aslında eksik kalmış olup,
selam.s5.com yapımı olan Kütübü Sitte Hadis Külliyatı isimli
programdan araştırılarak tarafımızdan eklenmiştir. Adı geçen programda
hadis, Hz. Hüseyin radıyallahu anh tarafından rivayet edilmekte olup, Ölüm,
6454'te yer almaktadır. -O. Arpaçukuru.
[4]
Bakara, 2/153
[5]
Bu hadisin bir bölümü kitabın aslında eksik kalmış olup,
selam.s5.com yapımı olan Kütübü Sitte Hadis Külliyatı isimli
programdan araştırılarak tarafımızdan eklenmiştir. Adı geçen programda
hadisin (Sabır, 3208) kaynakları MüsIim, Cenâiz 3, (918); Muvatta; Cenâiz
42, (1, 236); Ebu Dâvud, Cenâiz 22, (3119); Tirmizî, Da'avât 88; (3506)
olarak verilmiştir. -O.Arpaçukuru.
[6]
Hadisin ??..? arası kitapta eksik bırakılmış, hadis tarafımızdan da
bulunamamıştır. Bu boşluğun "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci'ûn? istirca
sözü olması muhtemeldir. -O. Arpaçukuru.
[7]
??..? arası kitapta eksik bırakılmış, tarafımızdan da bulunamamıştır. Bu
boşluğun "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci'ûn? istirca sözü olması
muhtemeldir. -O. Arpaçukuru.
[8]
Yusuf, 12/84
[9]
Bakara, 2/157
[10]
Bakara, 2/157
[11]
İbrahim, 14/7
[12]
Bakara, 2/222
[13]
Ğafir (Mü'min), 40/60
[14]
Âl-i İmran, 3/142
[15]
İbrahim, 14/42
[16]
Fatma Keskin, Sabır, Misyon Yayınları.