Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Kadın Sahabîlerden Zinnûre Hatun'un İşkenceyle Gözlerinin Kör Edilişi
Kadın Sahabîlerden Zinnûre Hatun
Kadın Sahabîlerden
Zinnûre Hatun'un İşkenceyle Gözlerinin Kör Edilişi
Çağdaş münafık ve kafirlerin, müslüman kadının
tesettür ve başörtüsüne, inancına ve imanına tahammül edemedikleri gibi ilk
müslüman kadınlara da küfrün başı Ebû Cehil tahammül edememiş ve onlara her
türlü vahşi işkencelerde bulunmuştur. İşte bu insanlık dışı işkencelere
uğrayanlardan bir tanesi Zinnûre Hatun, Rum asıllı olup, Adiy veya Mahzum ya da
Abdüddâr oğullarının cariyesiydi. Zinnûre Hatun daha İslamiyet'in başlamasıyla
İslamiyet'e koşup müslüman olan ilk kadınlardandır. Zinnûre Hatun müşrikler
tarafından kendi dinlerine döndürmek için en ağır işkencelere uğratılan kadın
köleler arasında idi. Boğazı sıkılıp elleri yanlarına düşüp, öldü sanılıncaya
kadar kendisine işkence edilirdi. Ebû Cehil'in yaptığı işkenceler yüzünden
Zinnûre Hatun'un gözleri kör olmuştu. Ebû Cehil: ?Gördün mü? Lat ve Uzza senin
gözlerini kör etti.? dedi. Zinnûre Hatun: ?Hayır, vallahi böyle değildir, benim
gözümü kör eden onlar değildir. Lat ve Uzza ne yarar ne de zarar vermeye asla
kadir olamazlar. Lat ve Uzza hiçbir şeyi göremezler, onlar kendilerini,
kendilerine tapanları, Peygamberimize ve ashâbına yapılan işkenceleri
bilemezler. Fakat bana olan semavî bir iştir. Benim Rabbim, gözümü geri vermeye,
beni gördürmeye kadirdir.? dedi. Diğer Kureyş müşrikleri de ?Onun gözlerini
ancak Lat ve Uzza kör etmiştir.? dediler. Zinnûre Hatun bunu işitince:
?Kabe'nin Rabbine yemin ederim ki onlar yalan söylüyorlar. Lat ve Uzza ne zarar
ne de yarar verebilirler.? dedi.
O gece geçip sabaha çıkınca Yüce Allah (c.c.)
Zinnûre Hatun'un gözünü geri çevirdi. Kureyş müşrikleri: ?Bu da Muhammed'in
sihirlerindendir.? dediler. Ebû Cehil, Zinnûre Hatun ve diğer müslümanlar
hakkında ?Muhammed'in izinde giden şu akılsızlara şaşmaz mısın? Eğer
Muhammed'in getirdiği şey hayırlı ve gerçek olsaydı, biz ona uymakta onlardan
önce davranır ve kendilerini geçerdik. Zinnûre'nin doğruyu bulmakta bizlerden
önce davranıp, bizi geçeceğini mi sanırsınız?? demişti.
Hz. Ebû Bekir (r.a.) Zinnûre Hatun'u satın
alarak azat etti. Müşriklerin işkencelerinden kurtardı. Ebû Cehil de ilk
müslümanlardan olan Zinnûre Hatun'un müslümanlığına tahammül edememişti. Allah
Zinnûre Hatun'dan ve onun yolunda giden mü'mine kadınlardan razı olsun.
Hz. Adem (a.s.) ile başlayan hak - batıl,
peygamberler - tağutlar mücadelesi kıyamete kadar devam edeceğine göre, tarih
boyunca devam eden tebliğ ve işkence mücadelesi Ebû Cehil ve Zinnûre
Hatun'larla da son bulmayacaktır. Çağımız İslam ülkelerinde adları Hasan,
Ahmet, Mehmet? olan çağdaş firavunlarca Ebû Cehillerce ve tağutlarca, çağımızın
Zinnûrelerine, Sümeyyelerine de zalimce işkenceler hâlâ devam etmektedir.
Afganistan'da, Mısır'da, Suriye'de, Tunus'ta, Cezayir'de ve diğer İslam
ülkelerinde çağdaşlık altında müslüman kadınlara zindanlarda yapılan her türlü
insanlık dışı işkencelerden ve tecavüzlerden meydana gelen acı çığlıklar semayı
çınlatmaktadır. Canlı örnek mi? İşte Mısır'da Müslüman Kadınlar Derneği
Başkanı olan Zeynep Gazalî'ye, Abdünnâsır firavununun zindanlarında yapılan
işkencelerden bir sahne. Zeynep Gazalî ?Zindan Hatıraları? adlı
kitabında şöyle anlatıyor:
?Hücrenin koyu karanlığı yuttu beni. Tanık
olduğum tuhaflık ve vahşet karşısında ?Bismillah, es-selâmü aleyküm? deyip
girdim. Hücre kapısı kilitlendi ve eziyet vermek için yüksek voltajlı lambalar
yakıldı. Ansızın 24 nolu hücrenin köpeklerle dolu olduğunu gördüm. Sayısını
hatırlayamayacağım bir sürü köpek... Korkumdan gözlerimi yumdum, ellerimi
göğsüme bastırdım. Dışarıda hücre kapısına asma kilit ve zincir takıldığını
anlatan sesler geliyordu. Köpekler beni görür görmez, üzerime üşüştü. Her
tarafımdan asılmaya, bedenimi kemirmeye başladılar. Başıma, ellerime, göğsüme,
sırtıma her biri bir yandan saldırıyordu. Isırdıkları yerlerimin yaralarını,
acısını duyabiliyordum. Yalnızca korkunun şiddetinden gözlerimi bir an açtım,
gördüğüm manzaranın ürkütücülüğünden hemen kapattım, ellerimi koltuk altlarıma
gizledim. ?Bismillah, ya Allah? diye başlayarak, Allah'ın tüm güzel isimlerini
bir bir okumaya başladım. Bitirince bir kez daha tekrarladım. Köpekler
bedenimin her yanını aralıksız tırmalıyor, dişliyor, üzerime yükleniyorlardı.
Azı dişlerini kafamın derisinde, kolumda, sırtımda, bacaklarımda
hissediyordum.
Bu korkunç ortam karşısında Rabbime yakarmaya,
seslenmeye başladım: ?Allah'ım! Kendinle meşgul et ki, başkalarıyla
uğraşmayayım. Ey tek olan Ehad ve Samed olan Rabbim! Sen beni meşgul et ki,
yalnız seninle olayım. Beni bu korkunç ortamdan kurtar. Senden başkasıyla
meşgul olmaktan alıp, beni kendinle meşgul et, vereceğin huzur ve güvenle kuşat
beni! Senin yolunda, senin sevginle, senin hoşnutluğunla, senin muhabbetinle
şehadeti bana nasip et. Ey Allah'ım! Mü'minlerle birlikte benim de ayaklarımı
sabit tut. Bizlere güven ve sabır ver!? Tüm bunları kalbimden okuyordum.
Köpekler sürekli vücuduma dalıyor, ısırıp kemiriyorlardı. Saatler geçti, kapı
açıldı ve hücreden çıkarttılar beni. Öyle sanıyorum ki üzerimdeki beyaz
elbiselerim tümden kana batmıştı. Köpeklerin vücudumu ve elbiselerimi delik
deşik ettiğini düşünüyordum. Bir de ne göreyim, elbiselerime sanki kimse
dokunmamış, bedenime de tek bir diş batmamıştı. Şaştım kaldım.
?Allah'ım! Her şeyden münezzehsin. Benimle
birliktesin, senin keremine layık mıyım ki? Rabbim! Hamd yalnız sanadır.?
Bunların tümünü içimden söyledim. Çünkü şeytan herif kolumdan tutmuş, durmadan
soru yağmuruna tutuyordu: Köpekler seni nasıl parça parça etmemişler? Üstünü
başını nasıl parçalamamışlar? Bir eliyle kolumdan tutuyor, diğer eliyle kamçı
sallayarak izliyordu bizi.?
Zeynep Gazalî'nin ?Zindan Hatıraları?
kitabından başka bir sahne daha:
?Onuncu gün ikindiden sonra zindanın kapısı
açıldı. Safvet, sudan çıkarıp iki kişiye teslim etti ve 3 nolu cezaevine
götürmelerini söyledi. 3 nolu cezaevinde bir zindana kapattılar. Her tarafım
yaralı vaziyette ceset gibi yere yığıldım. Vücudum şişirilmiş top gibiydi;
dayak, işkence ve sudan dolayı kabarmıştı. On birinci günü her tarafı yara bere
ve kan içindeki vücudumu kontrol eden doktor, hastaneye kaldırılmamı emretti.
Hastanede bir gün kaldım. Biraz dinlenip iyileşmeyi hayal ederken zebaniler
geldiler ve hayalimi dağıttılar. Beni oradan alıp Şems Bedran'ın odasına
götürdüler.
Dağlanmış, yaralanmış ve pişmiş ayaklarımın
üstünde güçlükle durabiliyordum. Vücudumu taşıyacak halim kalmamıştı; fakat ne
çare arkamdan gelen zebaniler kamçılarla tehdit ediyor, yavaş yürüdüğümde
ayaklarıma, vücuduma vuruyorlardı. Hastaneden Şems Bedran'ın odasına kadar
yürüyemezdim. Yolun yarısında yere yığıldım, askerler ellerimden tutup
sürükleyerek getirdiler. Böylece sürüklenerek Şems Bedran'ın odasına geldim.
Şems beni görür görmez, öfkeyle Safvet'e seslendi, rol yapar gibi ani bir
hareket yaptı. Suratı hırçınlaşmış, öfkeden avurtları şişmişti. Gözleri baykuş
gibi geniş suratının ortasından açılmış, kolunu uzatıp parmağıyla beni
göstererek, ?Bunu as ve beş yüz kırbaç vur!? emrini verdi.
Vahşet, vahşet... Astılar ve Safvet'in teşrifine
hazırladılar. Geldi, kollarını sıvayıp kırbacı eline aldı, sonrada paşası
Şems Bedran'ın emirlerini yerine getirdi. Beş yüz kırbaç, evet, evet, beş yüz
kırbaç altında bana düşen ?Allah'ım! Allah'ım!? diyerek feryat etmek ve O'na
yalvarmaktı. Şems Bedran ise bana karşılık veriyor, ?Allah dediğin nerede?
Varsa seni kurtarsın. Abdün-nâsır'dan yardım isteseydin, seni kurtarırdı hem de
derhal.?
Kırbaçlanma faslı bitti, yere indirdiler, ama
kim ayakta durabilir? Ayaklarımdan kanlar akıyor...?
Evet, bu okuduğumuz işkenceler Mısır gibi bir
İslam ülkesinde ve bir müslüman kadına yapılmıştır.
Yine bir başka İslam ülkesi olan Suriye'de 1982
yılında ihlaslı müslümanların yoğun olduğu Hama şehrinin yerle bir
edilmesinden sonra zindanlarda müslüman genç kızlara hakaretler edilmiştir. Bu
genç kızlar, zalimin zulmüne ses çıkarmayan İslam dünyasına zindanlardan
kanlarıyla mektup yazmışlardır.
Zaman, zemin ve işkence metodları değişmekle
beraber, hak - batıl ve tebliğ - işkence mücadelesi devam etmektedir... Tabi
ki sonuçta zafer, inananların olacaktır.
[1]
[1]
Fatma Keskin, Sabır, Misyon Yayınları.