Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Tebliğ - İşkence Mücadelesi
Tebliğ
Tebliğ - İşkence
Mücadelesi
Bütün peygamberler ırk, renk, dil, millet ve
vatan üstü, tüm insanlık için kula kulluktan ve kölelikten kurtuluş reçetesi
olan ?La ilahe illallah? kelimesini, tevhid inancını ve İslam'ı tebliğ için
gönderilmişlerdir. Yeryüzündeki insanların çeşitli millet, grup, zümre ve
dinlere bölünmesi ahirette tamamıyla ortadan kalkacak ve insanlık iki ümmet
olacaktır:
1. İslam ümmeti.
2. Küfür ümmeti.
Kur'an-ı Kerim'de bu husus şu ayet-i kerime ile
açıklanmaktadır:
?Kıyamet koptuğu gün (mü'minlerle kafirler)
birbirinden ayrılırlar.?[1]
Bütün peygamberler ayette de belirtildiği gibi
insanları renk, dil, ırk ayrımı yapmadan tevhid inancına davet etmişlerdir.
İslam'a göre kelime-i tevhide inananları ırkî, coğrafî ve siyasî hiçbir sunî
engel ayıramaz. İnananların hepsi İslam ümmetindendirler. İnanmayanlar da küfür
milletindendirler. Onun için yeryüzündeki insanları ırklarına, dillerine,
vatanlarına, milletlerine vs. etkenlere göre ayırmaya çalışanlar, yanlış ve
İslam dışı bir sistemdedirler. İslam'da insanların ayrımı ancak takva iledir.
Yani İslamî yaşayış üstünlüğü iledir.
Şu gerçek unutulmamalıdır ki, dünyanın
kuruluşundan beri hak dinin adı ?İslam? olmuş ve buna inananlar da ?Müslüman?
olarak anılmışlardır. ?İslam? bütün peygamberlerin tebliğ ettiği dinin adıdır.
?Müslüman? ise, tarih boyunca bu dine
inananların ortak adıdır.
Bu husus Kur'an-ı Kerim'in birçok ayetinde
açıkça belirtilmiştir:
?Allah katında din İslam'dır.?[2]
?Her kim İslam'dan başka bir din (sistem)
ararsa, o kimseden bu din asla kabul edilmez ve o kimse ahirette hüsrana
uğrayanlardan olur.?[3]
İnsanlık tarihi boyunca süre gelmiş olan
Allah'ın dinini tebliğ ve takdim etmeye çalışılmıştır.
Zekeriya ve Yahya (a.s.) gibi peygamberler,
mücadelelerinin başında yahudiler tarafından kesilerek davalarında kurban
gitmişlerdir. Lut ve Nuh (a.s.) da, ?Benim mükâfatım Allah'a aittir. Ben
müslümanlardan olmakla emrolundum.? diyerek kavimlerini İslam'a yani putları
bırakıp Allah'a kulluk ve ibadete çağırdıklarında, davetlerini kabul etmeyen
kavimlerine karşı Allah'ın gazabını istemişlerdir. Yüce Allah da bunların
isyankar kavimlerini yeryüzünden köklerini kazıyarak cezalandırmıştır.[4]
Yusuf (a.s.) da kavminin putçuları ile yaptığı
tebliğ mücadelesinde Cenab-ı Hakk'a ?Beni müslüman olarak vefat ettir, beni
salihlere kat.?[5]
diye dua ediyordu. Hz. Musa ile firavun arasındaki tebliğ mücadelesinde Hz.
Musa, firavunun tanrılığını inkar ederek İsrail oğullarını İslam'a davet
etmiştir. İsrail oğulları'nın asıl dini Yahudilik değil İslam'dı. Bunu dost
düşman herkes bilir. Nitekim firavun denizde boğulurken başka çaresi kalmayınca
bu hakikati dile getirmekten kendini alamadı ve:
?İnandım ki İsrail oğulları'nın iman
ettiğinden başka ilah yoktur. Ben de müslümanlardanım.? diye iman etmiştir.
Ama bu iman ölüm anında olduğu için kabul edilmemiştir.[6]
Hz. İsa (a.s.) ile havarîleri ve onlara tâbi
olanların dini de İslam'dı.
?Havarîlere: «Bana ve Resûlüme iman edin.»
diye vahyettiğimde (ilham ettiğimde) «İman ettik, şahit ol, biz müslümanlardanız.»
dediler.?[7]
İsrail oğulları Hz. İsa'yı da, davet ettiği
İslam'ı da yalanlamışlardı.
Hz. İsa'yı öldürmek için çarmıha germek
istemişlerdi.[8]
Hz. İbrahim de kavmini, putçuluğu inkara ve
Allah'a iman etmeye çağırınca Nemrut: ?Öldürün onu, yahut yakın onu!?
diye tebliğ mücadelesinde İbrahim'i yakmak istemişlerdi ve ateşe attıklarında
ateşin bir gül bahçesine dönüştüğünü görünce çıldırmış ve şaşkına dönmüşlerdi.[9]
Nemrut'a, Allah bir sinek musallat etmiş ve o sinek Nemrut'un burnundan
beynine girerek ona ızdırap vermiş ve Nemrut başını taşlara vura vura helak olup
gitmiştir.
Hz. İbrahim ve Yakup (a.s.) evlatlarına şöyle
vasiyet etmişlerdir:
?Ey evlatlarım! Allah sizin için bu dini
seçti. Ancak müslüman olarak can veriniz.?[10]
Hz. İbrahim ve İsmail (a.s.) şöyle dua
ediyorlardı:
?Ya Rabbi! Bizi sana teslimiyette sabit kıl.
Zürriyetimizden de sana boyun eğen müslüman bir ümmet yarat.?[11]
Netice olarak sayılarının yüz yirmi dört bin
olduğu rivayet edilen bu peygamberler devamlı olarak insanları Allah'a kulluğa
davet edip, tağutlara kulluktan alıkoymaya çalışmışlardır. Ve işkencelere
maruz kalarak, sabır ve sebatla devam etmişlerdir.
Düşünüyorum da: Bu peygamberler ve bağlıları o
kadar acıya, ızdıraba hep sabırla tahammül etmişlerdir. Görülüyor ki diğer
peygamberler de olduğu gibi Hz. Muhammed (s.a.v.) de tebliğ ve davet hususunda
birçok işkencelere maruz kalmış; fakat yılmadan, bıkmadan bu yolda acıyla
yürümüş, çileyle yürümüş, işkenceyle yürümüş. Neden yürümüş? Leyla'nın namusu
için, Ayşe'nin namusu için, İslam dinini yeryüzüne hakim kılmak için, ümmetin
kurtuluşu için. Biz ümmeti, İslam dini için neler yapabiliyoruz? Bir tarafta
okul kapılarında namusuyla okumak isteyen kızlarımız kovulurken, diğer tarafta
İmam-Hatipler'e kilit vurulurken, beri tarafta Kur'an kurslarına sansür
uygulanırken, ben bir İmam-Hatipli olarak utanıyorum. Yarın Mahkeme-i Kübra'da
Resûlullah'ın yüzüne nasıl bakarız? Bu utanç bizim gibi müslümanlara yeter de
artar bile... Yıllarca Resûlullah hasretiyle yanıp tutuşurken Rabbim nasip etti
de Medine-i Münevvere'ye gittim. Mescid-i Nebevî'ye vardığımda Resûlullah
(s.a.v.)'in Ravza'sına yaklaşmaya utandım. Neler yapmıştık bizler müslüman
olarak bu dava için? Kendimden utanıyorum.
Resûlullah (s.a.v.)'in ashâbının okuduğu Kur'an
bizim de okuduğumuz Kur'an'dır. Neden onlar gibi olamıyor, neden onlar gibi
yaşayamıyoruz?
?Ya Rabbi! Şu bir avuç Ümmet-i Muhammedi,
müslümanı şu Dekyanusların şerrinden, firavunların, karunların, hahamların,
mecusîlerin, şeytan ve şeytan ruhlu tağutların şerrinden koru!?
Şimdi burada Peygamber (s.a.v.)'in çektiği
çilelerden, işkencelerden birçok misal vermeyi uygun buluyorum:
Peygamberimizin (s.a.v.), Secdede iken Sırtına
Hayvan Döl Yatağının ve Pisliğinin Atılması
Abdullah b. Mes'ud (r.a.) der ki:
?Kâinatın Efendisi Peygamber (s.a.v.)
Beytullah'ın yanında namaz kılıyordu. Kureyşlilerden Ebû Cehil ve beraberindeki
yedi kişi Kabe'nin yanındaki Hicr denen yerde Peygamberimizin çevresinde
oturuyorlardı. Bir gün önce bir dişi deve boğazlanmış, onun döl yatağı ve
işkembesinin pisliği, tersi yakın bir yerde bulunuyordu.
Peygamber (s.a.v.) secdesini uzattı. Müşriklerin
içlerinden Ebû Cehil: ?Görmüyor musunuz şu müraiyi? Hanginiz varıp filan
oğullarının boğazlanan devesinin döl yatağını, işkembesini, içindeki tersini,
kanını getirip de secdeye vardığı zaman Muhammed'in sırtına, iki omzunun
arasına koyar?? diye sordu. Oradakilerin en şakisi, en bedbahtı olan Ukbe b. Ebu
Muayt ?Ben yaparım.? dedi, hemen kalkıp gitti. Döl yatağını, işkembe içindeki
tersini alıp getirdi. Hz. Peygamber'in secdeye gitmesini bekledi, secdeye
vardığı zaman onları Hz. Peygamber'in iki omzunun arasına koyunca gülmeye
başladılar. Katıla katıla gülmekten yere yıkılmamak için birbirlerinin üzerine
eğildiler, dayandılar.
Hz. Peygamber (s.a.v.) secdeden ayrılmıyor,
başını kaldırmıyordu. Ben ise hiçbir işe yaramıyor, ayakta dikilip duruyor,
sadece O'na bakıyordum. Konuşmaya bile gücüm yetmiyordu, beni koruyacak kavim
ve kabilem yoktu. Ne olurdu o zaman koruyacak bir gücüm ve koruyucum olaydı da
Resûlullah'ın sırtından hemen onları kaldırıp ataydım!...
Nihayet bir insan gidip Fatıma'ya (r.a.) haber
verdi. Hz. Fatıma küçük bir kız idi. Koşarak geldi, Resûlullah (s.a.v.)'in
üzerinde olanları alarak attı. Bunu yapanlara ilendi, ağır sözler söyledi. Onlar
Hz. Fatıma'ya hiçbir karşılık vermediler.
Hz. Peygamber (s.a.v.) her zaman olduğu gibi
secdesini tamamlayıp başını kaldırdığı ve namazını bitirdiği zaman
Beytullah'a yöneldi. Sesini yükselterek, Kureyşlilerden Ebû Cehil, Ümeyye b.
Halef, Utbe b. Rebia, Şeybe b. Rebia, Ukbe b. Ebu Muayt'ın da içlerinde
bulunduğu yedi kişiye beddua etti. Üç kere: ?Allah'ım, bunları sana havale
ediyorum!.? diyerek beddua ettiğini işittikleri zaman gülmeleri kesilip,
gittiler.
Hz. Peygamber'in, kendilerine beddua etmesi çok
ağırlarına gitti. Onlar bu beldede yapılacak duanın muhakkak kabul olunacağı
görüşündeydiler. Bunun için Hz. Peygamber'in bedduasından korktular. Hz.
Peygamber (s.a.v.), Ebû Cehil'e: ?Vallahi, sen ya bundan vazgeçersin ya da
başına bir felâket inecektir.? buyurdu.
Hz. Muhammed'e (s.a.v.) Kitab'ı indiren,
Muhammed'i (s.a.v.) hak din ile peygamber olarak gönderen, canım kudret elinde
bulunan Allah'a yemin ederim ki, Resûlullah'ın adlarını söyleyerek aleyhlerinde
dua ettiği bu kimselerin hemen hepsinin Bedir günü öldürüldüklerini, yerlere
serildiklerini, kuyuya atıldıklarını gördüm.
Çok sıcak bir gündü, güneş onları değiştirmiş
(kokutmuş) idi. Sonra çukura (Bedir kuyusuna) sürüklendiler, oraya atıldılar.
Bundan sonra Resûlullah (s.a.v.) Mescid-i
Haramdan çıktı. Ebulbahterî'ye rastladı. Ebulbahterî'nin elinde bir baston
vardı, ona dayanıyordu. Ebulbahterî, Hz. Peygamber'i görünce benzi hiç hoşuna
gitmedi, kendisini tutup: ?Gel bana söyle bakayım, sana ne oldu?? dedi.
Hz. Peygamber: ?Bırak beni gideyim.? buyurdu.
Ebulbahterî: ?Sen bana ya hâlini bildirirsin ya da Allah bilir ki seni
bırakmayacağım! Muhakkak senin başına bir şeyler gelmiştir!? diyerek hâlini
sordu. Peygamber (s.a.v.), Ebulbahterî'nin söyletmedikçe bırakmayacağını
anlayınca ?Ebu Cehil üzerime pislik atılmasını emretti.? diyerek kendisine
yapılanı haber verdi.
Bunun üzerine Ebulbahterî: ?Haydi benimle
birlikte mescide gel.? dedi. Peygamber (s.a.v.) gelmek istemeyince Ebulbahterî
tutup onu zorla mescide koydu, mescide girince Ebu Cehil'e dönerek: ?Ey
Hakem'in babası! Muhammed'in üzerine pislik atılmasını sen mi emrettin?? diye
sordu.
Ebû Cehil ?Evet? der demez, elindeki bastonu
kaldırıp, Ebû Cehil'in başına vurdu. Orada bulunanlar Ebû Cehil'in mensup
bulunduğu Mahzum oğulları ile Ebulbahterî'nin mensup olduğu Esed b. Abduluzza
oğulları yerinden sıçrayıp birbirlerinin üzerine atıldılar. Ebû Cehil:
?Yazıklar olsun sizlere! Sizin şu davranışınız kimin için olmuş oluyor? Kimin
işine yaramış oluyor? Muhammed ancak aramıza düşmanlık sokup kendisinin ve
ashâbının kurtulmasını istiyordur.? diyerek bağırdı.
Namazın mü'min için önemli bir ölçü, ruhunu ve
gönlünü dirilten, cismini harekete geçiren bir eylem olduğunu kafirler ve
münafıklar da çok iyi bilip anlarlar. Henüz İslam'ın ilk yayılış yıllarında
bile Mekke müşrikleri, kelime-i şehadet getiren ve namaz kılan müslümanlara en
akıl almaz, korkunç ve vahşiyane işkenceleri yapmaktaydılar. Hz. Peygamber'in
Kabe'de namaz kılmasına asla tahammül edemezlerdi. Çünkü kelime-i şehadetin ve
Allah'a kulluğun en önemli simgesi olan namazın, kendi yaptıkları putları,
batıl din ve inançları ret anlamı taşıdığını iyi biliyorlardı.
Mekke'nin ıssız vadilerinde gizlice namaz kılan
müslümanları arıyorlar, onların namazlarından son derece tedirgin oluyorlardı.
Şimdi de çağdaş putperestlerin, müslümanların başörtüsünden, sakalından ve
namazından rahatsız oldukları gibi. Bu cahil tavrı sergileyenler ise, aydın ve
ilerici gibi, davranışlarına hiç de uygun düşmeyen niteliklerle
isimlendirilmektedirler.
Yönetimin en üst seviyesinde görev yapanlar en
alt tabanda vazife gören elemanlarıyla sadece namaz kıldıkları, başlarını
örttükleri için uğraşıyorlar. Mü'minler her türlü işkenceye layık görülürlerken,
kötülüğü yapanlar ise âdeta mükâfatlandırılmaktadırlar. Namus, haysiyet,
dürüstlük, fedakarlık, cesaret, vatanseverlik, saygı ve sevgide önde olan,
örnek davranışlı, üstün ahlâklı insanların, namaz kılmaları ve bu salih
amelleri sebebiyle ebediyen dünya görevlerinden uzaklaştırılanların, ?Onların
Rablerinin yanındaki mükâfatları içinden ırmaklar akan, süresiz kalacakları adn
cennetleridir. Allah onlardan razı, onlar da O'ndan razı olacak.?[12]
ayetinin muhatabı oluyorlar. Yukarıdaki olayda, Hz. Fatıma henüz yaşı ufak bir
kız.. Sembolleri önünde arayanlar için çok güzel örnekler var, biz küçüğüz, biz
kızız deyip sadece gününü gün etmekle meşgul genç, güzel kızlarımıza bir
misaldir Hz. Fatıma...
Şairin dediği gibi:
?Kızım ne diye oyunda oynaştasın,
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın.?
misali hem kendilerini, hem de meydana
getirdikleri yavrularını birer Fatih, birer Sümeyye gibi yetiştirme zamanı
gelmedi mi?
[13]
[1]
Rum, 30/14
[2]
Âl-i İmran, 3/19
[3]
Âl-i İmran, 3/85
[4]
Yunus, 10/72; Nuh, 71/26-27; Ankebut, 29/14
[5]
Yusuf, 12/101
[6]
Yunus, 10/90
[7]
Maide, 5/111
[8]
Nisa, 4/157-158
[9]
Ankebut, 29/24; Enbiya, 21/66-70
[10]
Bakara, 2/132
[11]
Bakara, 2/128
[12]
Beyyine, 98/8
[13]
Fatma Keskin, Sabır, Misyon Yayınları.