Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Tutku (Çarpık Sevgi)
Tutku
Tutku (Çarpık Sevgi)
Gerçekte sevgi, özgürlüğün üst
sınırıdır. İnsanı mahkûm eden duyguya sevgi denmez, tutku denir. Bu ikisini
birbirine karıştırmamak gerek. Sevgi ile tutku birbirinden tamamen farklı
şeyler. Sevmek bir şeyin içinde olmaktır. Tutku ise bir şeye kapılmaktır; bir
sele, bir kalabalığa, bir rüzgâra kapılır gibi kapılmak...
Sevmek özgür kılar, tutku
tutuklar. Tutkusunu sevgi zannedenlere söylüyorum: Elinizi kolunuzu bağlayan,
irâdenize söz hakkı tanımayıp onu teslim alan, aklınızın dizginlerini eline
geçiren, sizi uysal bir binek gibi istediği tarafa sürükleyen şey en büyük
özgürlük demek olan sevgi olabilir mi?
Tutkunun bir türü de
tiryâkiliktir. Bir tiryâki, bana tiryâkisi olduğu şeyi sevdiğini söylüyorsa ben
bunu ?tutku? olarak anlarım ve onun tutkuyu sevgi sandığı sonucuna varırım. Bu
tiryâkilik her zaman aynı şeyde ortaya çıkmaz, farklı farklı şeylerde tezâhür
edebilir. Kadın ya da erkek, bir zombi gibi kendisini esir edip ardından
sürükleyen şeyin adını aşk koymaktan gizli bir haz duyarlar. Gerçek aşkın, saf
aşkın iyi şöhretinden böyle istifade ederler. Halbuki bu aşk değil; tutkunun ta
kendisidir. Çünkü gerçek aşk insanı kendi cinsinin elinde oyuncak etmez, insana
özgürlük bahşeder ve aşkınlık kazandırır.
Gerçek aşkı tanımayanlar iki
kişilik divâneliklerin adını aşk koymakta ısrarlıdırlar. Bu durum psiko-patolojik
bir vak'adır. Aslında tutku olan bu tip ?aşk?lar çoğunlukla yalnızlığı yüksek
dozda yaşayan fertlerde görülür. Bu tipler çektikleri aşırı rûhî yalnızlığı
hafifleten birini bulduğu zaman, ilk anda kronik yalnızlığını hafifleten o
kişiye karşı duydukları minnet hissini aşk zannederler. Uzun zamandır uçsuz
bucaksız yüreğinde bastırdığı yalnızlık acısını dindiren bu unsura karşı duyulan
minnet ve şükran hissidir bu. Aşk zannedilen bu hissin güçlü olması, sevginin
şiddetinin ölçüsü değil; daha önceki yalnızlığın derecesinin büyüklüğüdür. Yeni
durumda, yalnızlık açısından değişen pek bir şey yoktur aslında. Evvelce tek
kişilik olan yalnızlık, şimdiki durumda çift kişilik yalnızlığa dönüşmüştür.
Tabii, bu tutku platonik (tek yanlı) değilse.
Platonik aşklar genelde hayal
gücüyle orantılı olarak büyürler. Bu tip sevgilerin çoğu hayalî sevgidir. Sevgi
hayal olduğu sürece katlanılır. Fakat sevgi insanlar arasında yaşanılan bir olgu
haline gelince, aradığını bulmuşluğun korkusuyla donar kalır kahramanımız. Çünkü
gerçekte onun aradığı, sevginin kendisi değil şöhretidir. Onu bir avuntu aracı
olarak kullanmaktadır. Deniz kartpostallarında hayalî geziye çıkan adam gibi
sevgilinin kendisine değil, fotoğrafına tutkundur. Bu tip sevgilerin diğer bir
boyutu da, insanın kendi sorunlarını çözmek yerine, kendinden, kendi
gerçeklerinden kaçmak için başkalarıyla ilgileniyor görünmeyi seçmesi. Kendi
sorunlarının tümü yüzüstü dururken sevdiğini zannettiği insanın sorunlarını
çözmeye çalışır ve bunun adını da ?fedâkârlık? koyar. İşte bu, insanın
kendisinden kaçışıdır. Tabii, sonuçta hiçbir sorun da çözülmüş olmaz.
Cinsellik, alkol, uyuşturucu,
mecnunluk ve serserilik aşkın doğal birer sonucu gibi gösterilir çarpık sevgide.
Bu kocaman bir aldatmacadır. Bunlar olsa olsa doyumsuz birinin, kendisini içine
atıp kaybolacağı bir girdap arama çabasıdır. Bu tip sevgilerde sevilen bir
?girdap? görevi görür. O âdeta bir intihar ağacıdır. Bütün bunlar, sevgi ve aşk
değil; tutkunun farklı yansımalarıdır. Böyle birinin mâşûkuna bakması bir
tiryâkinin tiryâkisi olduğu şeye bakması gibidir. Yalnızlığını, içki şişesinde
balık olma düşüncesiyle gideren bir ayyaşla, yalnızlığını bir kadının
cinselliğinde giderme düşü gören bir tutkun'un ruh halleri birbirinden farklı
değildir.
Halbuki sevginin dinamiği
ruhtur ve ruhun cinselliği yoktur. İnanan ruhuyla sever. O sevgide, ön planda
olan cinsellik değil; ruhun, yani ?üflenen öz?lerin birbirlerine karşılıklı
olarak duydukları iştiyaktır. Saf (rûhânî) sevginin altında buzağı (cinsellik)
arayan tipler ruhuyla değil; aklıyla, ya da daha başka yerleriyle seven
tiplerdir. Sevgiyi hep cinsellik olarak algılayanlar, rûhânî sevgilere de
?libido? gözlüğünden bakarlar. İman edenlerin birbirine kardeş kılınması, işte o
?üflenen öz?ün bedendeki egemenliğini kabul etmek (iman)tir. Bu egemenliği kabul
edenler kardeş kılınmış olurlar.
Birçok kişi cinsel arzuyu
kafalarında sevgi ile özdeşleştirdikleri için birbirlerine duydukları bedensel
isteği kolayca ?sevgi? ya da ?aşk? sanabilmektedirler. Öyle olduğunu kabul etsek
bile illeti cinsel arzu olan bir sevginin ömrünü ve değerini varın siz
hesaplayın. Kaldı ki bu, sevgi değil; iki kişilik bencilliktir; çift kişilik
yalnızlıktır. Bencil kişi, aslında değil başkasını, kendisini bile sevemez.
Yaygın kanaatte olduğu gibi, bencillik kişinin kendisini sevmesi değildir. Belki
kendi kalbî beceriksizliğinin üzerine egosunu giydirmektir. O üretememenin
acısını, ilgisini kendi şahsına tahsis ederek çıkarır. Yalnızca tek bir kişi
tarafından tüketilecek kadar kısır bir yüreğin ürününe, nasıl ?sevgi?
diyebiliriz?
Sevgi bir ummandır; yüzölçümü
sınırsız olan bir yüreği bir kişiye tahsis etmek sevgiyi hadım etmektir.
Benliğinin dikenli tellerinden kurtulup o yüreğin kıyılarına gelip dayanan
herkesin girme hakkı vardır oraya. Sevginin sadece kendisine tahsis edilmesini
Allah bile kullarından istememiştir. Onun istediği, sevgide başka bir şeyin
kendisine denk tutulmaması, en çok kendisinin sevilmesidir: ?İman edenler ise
en çok Allah'ı severler.? (2/Bakara, 165)
Çağdaş insanın aşk adını
verdiği yalnızlıkta, iki kişi dünyayı, Allah'ı, Rasûlü karşılarına alıp bir ltd.
şirket kurarlar. Bu iki kikişilik şirketin adına da sevgi derler. Çağdaş insanın
hastalıklarından biri de sevmeye değil; sevilmeye, beğenilmeye çalışması. Bunun
için olmadık kılıklara girmesi, bir yığın maskeler edinip; insanlara gerçek
yüzünü değil; maskeli yüzünü göstermesi ve sonunda maskesini kendi gerçek yüzü
sanması. Sen oradan geçiver. Sevgiyi üretecek olan yine sevginin kendisidir.
Etken ol, önce sev, sonra ne yaparsan yap.
Romanlara, filmlere konu olan
ve adına ?büyük aşk? denilen çarpık sevgi bir tür tapınışa kapı aralıyor.
Tutkuda taraflar birbirlerini sevme değil; birbirlerine tapınma yarışına
girince, aşk bir fetişizme dönüşüyor. İnsanoğlu tarih boyunca putunu hep kendisi
yapmış ve dönüp kendisi tapmıştır. Bu kadim tutkunun bir devamı oluyor bu iş.
Put edinilen sevgilinin kendisi değil; bizzat tutku yani ?hevâ? oluyor.
Tutkusunu (hevâ) tanrı edinmekten Kur'an'da da söz ediliyor: ?Tutkusunu
tanrı edinen kimseyi görüyor musun?? (25/Furkan, 43). Gerçek sevginin
yüceltici gücü olduğu gibi, çarpık sevginin de aynı oranda alçaltıcı özelliği
vardır. Birincisinde insan kendisini bulurken, ikincisinde kendisini yitirir.
Sevdiğini ilâh edini, onu tefekkür eder, onu zikreder, onu tesbih eder, onu
görür, onu yaşar. O artık sevgili olmaktan çıkıp bir çeşit ?ilâh? olur. Ve zaten
bu sayılanlar da bir tür tapınış yöntemleri değil midir?
Kahramanımız en büyük yanlışı
sevgi dağılımında yapmıştır. Yalnızca Allah'a verilebilecek payı kendi cinsine
ayırmış, tutkusunu tanrı edinmiş ve onu ?Allah'ı sever gibi sevmiş?tir. Böyle
bir tavra karşı Gayûr olan Allah'ın muâmelesi biraz farklıdır: ?Allah onların
kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinde de bir perde vardır.?
(2/Bakara, 7). Burada bir noktayı hatırlatmak gerek: Tutkusu insana olan biri,
tutkusu eşyaya olan birinden çok daha ehvendir. Hiç değilse insan mahlûkatın
şereflisidir. Ya mahlûkatın şerefsizine vurgun olup onu ?ilâh? edinenler? Çoğu
kez, çarpık da olsa, su katılmadığı zaman sevgi, insana doğru adresi
buldurabilir. Sevmeyi öğrenmiş bir yürek, yanılgısını anlayıp gerçek sevgiliyi
farkedince O'na yönelecektir. O zaman geçmiş acı tecrübe mükemmel bir iç
zenginliğin kazanılmasında başrolü oynayacaktır. Gerçeğiyle, sahtesiyle sevgiyi
hiç tanımayan insanın sözünü etmeye bile hâcet yok, çünkü onun ?insan?lığı
tartışılır.
Bu konuda son söz yine âyetin:
?Rabbiniz sadece kendisine tapmanızı emretti.? (12/Yusuf, 40).
Putlaştırılan sevgide sevgililer birbirlerinde olağanüstü şeyler görmeye
başlarlar. Tıpkı Kur'an'ın dediği gibi: ?Belki yardım olunurlar diye
Allah'tan başka tanrılar edindiler.? (36/Yâsin, 74). Sonunda ne mi olacak?
Onu da aynı kaynaktan öğrenelim: ?(O putlaştırdıkları) kendilerine yardım
edemezler, tersine kendileri onlar için hazır kıta askerdirler.? (36/Yâsin,
75). Hele tek taraflı tutkularda bu gerçek kendini ne kadar açık bir biçimde
gösteriyor. Sevgili adını verdiği ikonu memnun etmek için yaptıklarının yarısını
Allah için yapsa, belki de O'nu râzı edecek. Bu serüven bazen tarafların
birbirlerinden yok oluşuyla son bulur. Maddî ya da mânevî intihar...
Çağda sistem insana ruh
açlığını fark ettirmemek için ha bire oyuncak üretiyor. Aile bağlarını, toplum
bağlarını, sosyal erdemleri zayıflatıp yok ederek bireyi önce yalnızlığa itiyor.
Ardından yalnızlığını hatırlayıp onu yenmeye çalışanların rotasını saptırıyor,
ona yaşına göre oynayacağı oyuncaklar imal ediyor. O zavallı da bunları
değiştire değiştire oynuyor, oyalanıyor. Bu oyuncaklar ona yalnızlığını geçici
bir süre unutturabilir, bir uyuşturucu etkisi yapabilir. Asıl tehlike, bu
oyuncakların ardındaki gizli maksadı göremeyip onlara güvenerek, insanın,
sevebilecek yerlerini yok etmesidir. Bir kez toplumu bu hale getirirlerse gerisi
kolay. Böylesi bir toplumda insanlararası ilişkilerin illeti sevgi değil;
menfaattir. Herkes ikiyüzlü değil; iki yüz yüzlüdür. Olanca münâfıklığıyla
sergilenen çağdaş ilişkilerdeki yapmacı ?kibarlık?a budalaca katlanmak
zorundadırlar. ?Katlanmak? ne kelime, kendisi de aynı oyunu karşısındakine karşı
oynamak zorundadır. Belirleyici gücünü sevginin oluşturmadığı çağdaş ilişkiler
tüketim, gösteriş, reklam ve sahtekârlık üzerine kurulmuştur. Bireyi makinenin
bir parçası haline getiren sistem, onun şahsiyetini hedeflemiştir. Onu en
şerefli yaratık makamından indirip eşyalaştırma ve eşyayı da onu indirdiği
makama geçirmek ister. Senden kutsadığı eşyayı tüketmeni, yalnızca tüketmeni
ister.
Bu bir yabancılaştırmadır; her
şeyden önce insanın kendisine karşı yabancılaştırılması, öz benliğine karşı
yabancılaştırılmasıdır. Böyle biri için sevgi, karın doyurmayan bir ayrıntıdır.
Yabancılaşmış tip, her şeye midesinden baktığı için, her şey orayı doldurduğu
oranda, ya da bir eşya gibi tepe tepe kullanıldığı oranda kıymetlidir. Ruhun
varlığından haberi olmayanlar, ruhun açlığını nereden bilsinler? Çağdaş sistemin
bu sapıklığına bilimsel bir temel hazırlamaya çalışan kapitalizm dininin
sahtekâr peygamberleri, kendilerine ilk hedef olarak sevgiyi seçmişlerdir.
Bunlardan biri olan Freud'a göre, tüm içgüdüsel arzular hiçbir engelleme ile
karşılaşmadan tatmin edilince mutluluk ve ruh sağlığı kendiliğinden
sağlanacaktır. Hiçbir ahlâk kuralı tanımayacaksınız, tüm toplumsal değerleri
reddedeceksiniz, dinin ilkelerini rafa kaldıracaksınız, tüm eylemlerinizin itici
gücü şehvet olacak, her türlü arzunuzu her çeşit yoldan tatmin ederek mutlu
olacaksınız.
Bu tezin bilimsel olup olmadığı
üzerinde durmuyorum; ne olduğu ortada zaten. Fakat bunun hiç de böyle olmadığını
Freud'u yetiştiren toplum bile anlamış durumda. İnsanı mutlu eden, şehvet ve
cinsel arzularının engellenmeden tatmini değil; bir dâvâya inanarak inancını
hayatında yaşayabilmesidir. O dâvâ eğer dünyevî ise dünyada mutlu olur, eğer iki
cihan mutluluğu istiyorsa o dâvâ İslâm olmalıdır. Bu tez, kimin ekmeğine yağ
sürüyordu? Elbette kapitalizmin. Bu sömürü düzeninin insanın maddî ve mânevî tüm
ihtiyaçlarını karşılayıp onu mutlu etmeye yeteceği ispatlanmaya çalışılıyordu.
Ağababaların dünyayı daha iyi sömürebilmesi için insanların aklını fikrini
uçkuruna takması isteniyordu. Patronlar bunu Freud aracılığıyla gerçekleştirmeye
çalıştılar. Böylelikle kapitalizmin insan sorunlarını çözmede daha kapsayıcı bir
hale geldiği vurgulanacaktı. Freud'a göre; insan doğuştan yarışmayı sever ve
birbirlerine karşılıklı nefretle doludur. Erkekler ise hep birbirlerini
kıskanırlar.
Darwin de bu bilimsel sömürü
karosuna en güçlü olanın yaşamını sürdürdüğü ve geliştiği teziyle katıldı.
Hayatı tesadüfle açıklayınca başka türlüsünü söylemesi de mümkün değildi zaten.
Böylelikle hayatın dinamiği, hak değil; güç olmuş oluyordu. Kaba kuvvet, yaşamın
kaynağına kocaman cüssesiyle gelip kuruluveriyordu. Freud kapitalizmi psiko-sosyal
alana taşırken, Darwin de bu sömürü dinini biyolojik alana taşıdı. Sonuçta ikisi
de aynı hedefe ateş ettiler,
sevgiye...
Putperest Batı medeniyetinin
(Batı, toplum ve sistem olarak tarihinin hiçbir döneminde muvahhid olmamış,
aldığı hakikatleri tahrif ederek almıştır) üzerinde yükseldiği felsefe budur. G.
Leonard kendi toplumunu şöyle değerlendiriyor: ?Bu toplum, dünyayı bir yörüngeye
sokabilir, aya ulaşabilir, ama iki insan için birbirini boğazlama isteği
duymadan bir hafta süreyle birbirleriyle uyum içinde yaşamanın yolunu henüz
bulamadı.?
Onların bu hastalığı hangi
topluma bulaşmadı ki? Şimdi nefreti insanın değişmez karakteri olarak tanımlayan
Batı her yerde; Batı içimizde, çünkü nefret içimizde. Onun girdiği yerde sevgi
yaşayamaz, zaten o da yaşamadı. Sevginin sahibi, kendisinden yüz çevirenden
aldı, onu tanıyanlara verdi. Tarih boyunca böyle olmuştur bu. ?Ey iman
edenler, sizden kim yolundan dönerse Allah öyle bir toplum getirecek ki O onları
sever, onlar da O'nu.? (5/Mâide, 54)
Sevmek fedâkârlıktır, verdikçe,
harcadıkça çoğalır. Kimi harcamaların sonu tükeniş ve yoksulluk olabilir. Fakat
sevginin bizzat kendisi zenginliktir. Bu yüzden sevebilen insan iki dünyanın en
zengin insanıdır. Çünkü gerçek zenginlik vermektir, veren el olmaktır. Üreterek
vermekten kazıaılan ruh olgunluğu başka bir şeyden kazanılamaz, hele tüketerek
harcamaktan hiç.
Züleyha alıyordu, tüketici bir
sevgiydi onunkisi, zaten arzusu da buydu: Yusuf'u tüketmek. Yakub (a.s.)
veriyordu, üreticiydi onun sevgisi. Seviyor ve veriyordu. Gözlerini verdi,
değerli bir varlığı olan gözlerini. Sevginin bedeli olmuştu bir çift göz, onun
karşılığında sevgi de kendi bedelini Yakub'a ödedi; gözün göremediğini gören bir
burun vererek. Sevginin, sevip fedâ edene ödediği bir bedeldi bu.
Tüketici sevgiyle üretici sevgi
arasında bir fark vardı: Şefkat. Birinin illeti şehvet iken, diğerinin illeti
şefkat idi. Allah'a olan sevgisini öz yavrusunu gözünü kırpmadan fedâ ederek
isbatlayan İbrâhim'e, sonunda sevgi aracı olan İsmâil'in iâde edildiği gibi,
Yakub (Allah'ın selâmı tümünün üzerine olsun)'un bedel olarak ödediği gözleri de
sonunda kendisine iâde edildi.
Şehvete dayalı cinsel sevgi
aslında arzunun aklı ve duyuları hükmü altına alıp kalbi yanıltmasıdır. Bunun
benzeri hayvanlarda da görülür. Bu tip bir arzu tatmin edilmezse ihtirasa
dönüşür. Sadistçe duygular işte bu tatmin edilmeyen ihtirasın insanı teslim
almasının sonucudur.