Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Şirk cehâletin; tevhid de ilmin arkadaşıdır
Şirk cehâletin
Şirk
cehâletin; tevhid de ilmin arkadaşıdır:
?İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu
bilmezler.? (12/Yusuf, 40). İbn
Kesir, bu âyetin tefsirinde şöyle diyor: ?Yani, insanların çoğu cehâlet
sebebiyle müşriktir.? Kur'ân-ı Kerim'in birçok âyetinde insanların çoğunun
câhil olduğu ve bu yüzden şirke düştükleri bildirilmiştir. İşte bunlardan
birkaçı: ?Hamd Allah'a âittir, de. Fakat insanların çoğu bilmezler.?
(31/Lokman, 25) ?Biz onları, yalnızca hak ile yarattık. Fakat insanların çoğu
bilmezler.? (44/Duhân, 39) ?Onun (asıl) koruyucuları sadece korkup
sakınanlardır. Ancak onların çoğu bilmezler.? (8/Enfâl, 34). Allah birçok
âyette, insanların çoğunu câhillikle ve ilimsizlikle vasfetmiştir; aynen
insanların çoğunun müşrik ve doğru yoldan sapanlar olduunu zikrettiği gibi.
?Onların çoğu ancak şirk koşarak Allah'a iman ederler.? (12/Yusuf, 106)
?Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyarsan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar.?
(6/En'âm, 116). Bu zikredilen âyetler açıkça şuna delâlet eder: İnsanların
çoğu şirk ve cehâlet vasfını birlikte taşımaktadır.
Gerçek anlamdaki ilim, tamamen bir Kur'an
terimidir. Bu terim ilk defa Allah'ın kelâmında ve Rasûlü'nün lisanında
kullanılmıştır. Bu kelimenin başka hiçbir dilde aslî mânâda karşılığı yoktur. Bu
bakımdan Yüce Allah'ın, Peygamberi ile gönderdiği hakikatler olmasaydı, bu
âlemde "ilim" diye bir kavram da olmazdı. Ve ilim haysiyetine sahip biri de
bulunmazdı. Belki olsa olsa beşerî ve câhilî planda mâlumatlar ve bilgi
yığınları bulunabilirdi ki, bunlar da derde devâ bir şey sayılmazdı.
İlim kelimesi, türevleriyle beraber Kur'ân-ı
Kerim'de 900 kadar yerde geçmektedir; hem de bunun zıddı olan "cehil" ve eş
anlamlıları hâriç tutulmak üzere. Âlemlerin Rabbi'nin insanlığa bildirisi
olmasaydı, bu âlemde "bilinecek" ve bilinmeye değer bir şey bulunmayacağı gibi,
ilim kavramı da olmayacaktı. Çünkü vahyin bildirdiğinin dışında hakikat namına
insanın bilme iktidarında olduğu bilinmeye değer bir nesne ve hakikat mevcut
değildir. İnsanlık için anlamı olan, insanlığa felâh sağlayıcı, gerçeğin
haberini veren, kurtuluş yollarını gösteren, insanlığa insanca bir hayatın
disiplinini bahşeden bir ilme sahip olmayacaktı insanlık. Tıpkı şimdi küfür
toplumlarının sergilediği hal gibi ki, bilgileri çok; fakat kurtarıcı ilimleri
yoktur.
Allah'ın ve Rasülü'nün insana tavsiye ettiği
ilim, en sağlıklı bir şekilde konusu ve gâyesi ile tespit edilebilir. Konusu
itibariyle müslümana mahsus ilmi tanımak için Saâdet asrına bakmamız en
uygundur. Bu gözle incelendiğinde hemen kolayca anlaşılır ki, Kur'an'ın ve
Peygamber buyruklarının insanlara tebliğ edildiği ilk dönemde, ortada vahiy
metinlerinden ve Allah Rasülü'nün söylediği ve yaptıklarından başka ilme konu
olacak hiçbir malzeme mevcut değildi. Bütün mesele ve yegâne maksat, Allah
kelâmı ile beraber "hadis" dediğimiz Peygamber tavsiyeleri ve buyruklarının,
insanların kalbine ve zihnine nakşedilmesinnden ibâretti.
Sahâbe-i Kiramın bir kısmı Kur'an âyetlerini
yazarak, çoğu da bunları ve Rasûlullah'ın söylediklerini ezberleyerek, bir
yandan da aralarında müzâkere ederek "ilm"i koruyor, yayıyor ve
geliştiriyorlardı. Daha da önemlisi, bu öğrendiklerini "yaşıyor", eski
bâtıllarını atıp yeni hayat tarzının gereklerine göre vaziyet alıyorlardı. Her
öğrenilen yeni şey, mutlaka hayatlarında ve tavırlarında bir değişikliğe sebep
oluyordu. İlim buydu, öğrenilen ve öğretilen Allah'ın kelâmı, Rasülü'nün beyanı
ve tavsiyeleri idi. Çünkü istenen ve emredilen de bundan başkası değildi. İlk
emir "oku!" emri, vahy kitabı Kur'an dışında başka bir kitaba mı işaret
ediyordu? Rasûlullah ve ashâb "oku!" emrinden neyin okunmasını
anlıyordu?
Rasûlullah'ın dönemindeki durumdan da kolaylıkla
anlaşılıyor ki, ilme konu olan, birinci planda Allah'ın Kitabı ile Rasülü'nün
sünneti idi. Kadın-erkek her müslümana farz olan ilmin de öncelikle bundan
başkası olduğu söylenemez. Bu bakımdan, özellikle müslümanlar için ilim söz
konusu olduğu ve İslâmî bir ilke olarak ilmin kıymetinden bahsedildiği zaman,
ilim lafzının kapsamı olarak: Allah'ın kelâmını, Rasülü'nün sözlerini ve
tavırlarını bilmeliyiz. Bu iki esasın özünü ve ruhunu, mânâsını ve mesajını
aksettiren her nevi kitap ve yazılı ürünler de bu cümledendir. Herhangi bir
yazılı eser, ancak bu ölçüye göre ve sadece bu şartla müslümanın ilmine esas
konu olabilir. Unutmamalı ki, bütün kitaplar, tek bir Kitab'ı daha iyi anlamak
ve yaşamak için okunur, okunmalıdır.
Bir müslümana göre, ilmin İslâm'dan ibâret
olduğu herhalde anlaşılmıştır. Yüce Allah, insanlığa bir din gönderdi.
Peygamber de o dinin öğretimi ile görevli idi. Peygamber'in risâlet görevi,
ancak "getirdiği şeyler"i insanlara anlatması ve öğretmesiyle tamamlanıyordu.
Allah'ın gönderdiğini insanlara tebliğ ve telkin etmekle din tamam olacaktı.
Allah, insanlara içlerinden bir Elçi göndermişti ve bu Elçi onlara "Kitabı ve
hikmeti öğretiyor"du (3/Âl-i İmran, 164; 62/Cum'a, 2). Görülüyor ki
O'nun öğrettiği Kitap'tır ve dalâletten ancak bu Kitap'la kurtulabilir insan.
Onlar da önce açık bir dalâlet içinde idiler ve bu Kitap'la kurtuldular. Bu
demektir ki, çağlar boyunca gelmiş geçmiş ve Kıyâmete kadar da gelip geçecek
olan her toplum, yalnız bu öğreti ile kurtulacaktır sapıklıktan. İnsanlık, bu
vahyi kalbine yerleştirmekle gerçek kurtuluş yolunu bulacak, sonu felâha çıkan
dosdoğru yola girmiş olacaktır.
İlmin, özü ve aslı itibariyle İslâm'dan ibâret
olduğunu, Peygamberimiz'e "Onlar sana uymazlar; eğer sen de sana ilim
geldikten sonra onlara uyarsan zâlimlerden olursun." (2/Bakara, 145)
şeklinde hitap edilmesinden de anlıyoruz. Buradaki "sana ilim geldikten
sonra" ifadesinden, ilmin İslâm mânâsına olduğu açıkça görülüyor. Çünkü
Peygamberimiz'e gelen ilim İslâm'dı. Bu ölçüyle, İslâm'ı konu ve yine onu gâye
edinmeyen bilgilerin bir müslümana göre ilim olmayacağı prensibini benimsiyoruz.
Bu ölçüye uymayan diğer mâlumatlar, bilgi yığınlarından, kafa hamallığından
ibarettir. Kişiye Allah'ı ve kendi sorumluluklarını hatırlatmayan, onu Allah'tan
uzaklaştıran bilgi yığınlarına ilim denilebilir mi? Ve İslâm bunların faziletli
olduklarını söyler mi? Kur'an ve Sünnet temel kaynaktır müslüman için,
müslümanın ilmi için. Bu temel kaynakları anladıktan ve onların ruhuna nüfuz
ettikten sonra, artık ikinci derecede önemli kitaplarla ilim yolunda
ilerlenebilir. Bu sağlam ölçü ile öğrenilen bütün bilgiler ve karşılaşılan
fikirler doğru istikamete yönlendirilir. Sağlam ölçüye, mutlaka sahip olmalıyız;
buna sahip olunmadan okunan şeyler zararlı olacaktır. Midesi bozuk olan bir
insana yediği şeyler zararlı olduğu ve bozukluğu artırdığı gibi, sağlam bir
inanç ve İslâmî hassâsiyete sahip olmayan kimsenin okuduğu şeyler de onun
fesâdını arttırır. İslâm, temel kaynaklarıyla okunup anlaşıldıktan sonra insana
hiçbir şey zarar veremez. Çünkü Hak bulunmuştur, ölçü ve terazi mevcuttur,
sağlama yapabileceğimiz mikyas belirlenmiştir; bâtıllar kolayca seçilip
reddedilebilir.
Yüce Allah'ın Kitab'ında, "ilm" kökünden gelen
lafızların bulunduğu âyetlere dikkatle bakıldığı zaman görülür ki, Allah'ın
kullarından öncelikle istediği, kendi birliğinin ve sıfatlarının bilinmesi,
Rab'lığının kabul edilip O'na teslim olunmasıdır. Bu cümleden olarak insanın,
imanını olgun ve kuvvetli hale getirmesi de ilk istenen şeylerdendir. Yani,
mutlak ve niteliksiz olarak soyut "bilgi", ne olursa olsun bilinip öğrenme,
hiçbir zaman övülmemiş, mutlak sûrette belli nitelikleri olan muayyen, yani
hayırlı ve faydalı bir ilim tavsiye edilmiştir. Allah katında değerli olan ilim,
insanın yakîn derecesinde bir imana sahip olmasını sağlayacak ilimdir.
[1]
Zaten İmam Gazali'nin de belirttiği gibi asr-ı
saâdettte de "ilim" sözü, Yüce Allah'ı, Kitabını ve kulların fiillerinin
hükümlerini kapsayan ilme verilen bir isimdi. Fakat zamanla insanlar özellikle
ilim kelimesini istismar ederek diledikleri mânâya kullanmaya başladılar
(Gazâlî,
İhyâ-i Ulûmi'd-Dîn, c. 1, s. 54). Bunun doğal bir sonucu olarak da, ilimdeki öz
ve gâye çoğu zaman kaybedilmiş; ilim, bir gerçeğe ulaşmak için kullanılan "araç"
olmaktan çıkarak başlı başına bir "amaç" ve bir "meslek" haline gelmiştir.
Bir sosyal realitedir ki, bilimin kucağında
yetişmiş küfür çok daha etkinleşip azmanlaşıyor. Bilgi ile donanmış küfür,
tahribatını çok boyutlu ve yaygın olarak yürütme avantajına da sahip bulunuyor.
O yüzden İslâm, "câhil" ünvanını hiç
bilmeyen bilgisize değil; yanlış bilene, İslâm'la ilgili "ilm"e sahip olmayan ve
vahyi kabul etmeyene veriyor. Bunun için mutlak bilgisizlik ve hatta ilkellik,
bilgili şerre nazaran daha az zararlıdır denilebilir.
İlim, maldan çok daha hayırlıdır. Onun için
ilim, kendinden daha düşük bir şeye âlet ve köle yapılmamalı; ilmi basit dünya
menfaati uğrunda kullanmamalı, ilmi ve ilim sahibini harcamamalıdır. İlmin
kapısı Hz. Ali, şu tavsiyelerde bulunur: "Sana söyleyeceklerimi iyi belle.
İlim maldan hayırlıdır. İlim seni korur; malı ise sen korursun. İlim amel
edildikçe ve başkalarına verildikçe artar; mal ise harcandıkça eksilir. İlim
âlime hayatında itibar kazandırır, ölümden sonra da hayırla anılmasına vesile
olur; malın sağladığı yalancı itibar malla birlikte tümden kaybolur. Nice
zenginler vardır ki hayatta iken ölüdürler; Âlimler ise dünya durdukça
hayattadırlar."
[2]
[1] Ekrem
Sağıroğlu, Bilgiden Tevhide Yükseliş, Timaş Y. s. 50 ve devamı
[2] M.
Yusuf Kandehlevi, Hayatü's-Sahâbe, 4/1503