Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Mücâhede; Önce Gizli Düşmana/Nefse Karşı Cihad .
Mücâhede
Mücâhede; Önce
Gizli Düşmana/Nefse Karşı Cihad
Cihad ve mücâhede, düşmanın
saldırılarına karşı koymak üzere çaba göstermek demektir. İki kavram da aynı
anlama gelmekle beraber, cihad daha çok bedensel çabalar için, mücâhede ise daha
çok ruhsal çabalar için kullanılmaktadır. Cihad, bilindiği gibi, Allah yolunda,
Allah'ın adını yüceltme uğruna çaba gösterme, savaşma ve çalışmadır. Cihad, açık
bir düşmana karşı, nefse ve şeytana karşı yapılır. Bunlardan açık düşmana karşı
mücâdele etmeye (cihad), nefse ve şeytana karşı mücâdele etmeye de ?mücâhede'
diyebiliriz.
Cihad veya mücâhede, mü'minin
İslâmî hayatını ve müslüman toplumu her açıdan korumak için gerekli bir çabadır.
Cihad, İslâm düşmanlarına karşı savunma amacıyla yapılır. Allah'ın adını
yüceltmek, insanların müslüman olmalarının önündeki engelleri kaldırmak ve
yeryüzünden fitne ve zulmü yok etmek üzere yapılır. Cihad veya mücâhede,
Allah'ın mü'minlere kesin emridir (5/Mâide, 35; 9/Tevbe, 41; 22/Hacc, 78;
2/Bakara, 190; 4/Nisâ, 76 vd). Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad
edenlerin dereceleri çok yüksektir, mükâfatları boldur (61/Saff, 10-12; 5/Mâide,
5). Mü'minler, dünyayı, içindekileri, meskenleri cihaddan çok severlerse, Allah
onlara cezâ verir (9/Tevbe, 24). Allah (c.c.) cihad emri ile mü'minleri imtihan
etmektedir (3/Âl-i İmrân, 142; 9/Tevbe, 16).
Cihad veya mücâhede Allah
(c.c.) rızâsı, O'nun adı yüce olsun için ve sevap kazanma amacıyla olursa bir
anlam ifade eder (Buhârî, Cihad 15; Müslim, İmâre 149-151; Ebû Dâvud, Cihad 26;
İbn Mâce, Cihad 13; Tirmizî, Cihad 16; Nesâî, Cihad 21)
Dünyalık bir çıkar için,
şöhret, yağma ve intikam alma uğruna mücâhede edenler Allah yolunda değillerdir
(Ebû Dâvud, Cihad 25; Nesâî, Cenâiz 61). Nefse ve şeytana karşı yapılan mücâhede,
şüphesiz mü'minin takvâ derecesine ulaşmasını sağlar. Nefsinin isteklerini
sınırlamayan kişi, azgınlığa ve sapıklığa düşer; şeytanın aldatmalarına erken
kanar. Mücâhede, mü'mine İslâm ahlâkı kazandırır.
Müslüman nefsinin haklı
isteklerini karşılar. Çünkü hayatın devamı için buna ihtiyaç vardır. Aşırı
isteklerine (şehvetine), hazlarına, hırslarına ise sınır koyar. Aslında nefsini
terbiye etmek, nefsi Allah'ın huzurunda teslim olmaya, İslâmî emir ve yasakları
yerine getirebilir bir olgunluğa ulaştırmaktır. Bu bir anlamda onu İslâmî
ilkelere, ibâdetlere, Allah için fedâkârlık yapmaya râzı etmektir. Mücâhede; bu
gayretin, bu çabanın, bu hedefin tatlı bir metodudur.[1]
Allah yolunda savaşana da mücâhid denir. Cihad, Hz. Peygamber'in ifadesiyle şu
şekilde vasıflandırılır. "Allah'a en sevimli gelen ve en faziletli amellerden
birisidir" (Bûhâri, Edeb, I, Cihâd I; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 32);
"İnsanların en faziletlisi de Allah yolunda malıyla ve canıyla mücâhede eden
mü'mindir" (Buhârî, Cihâd, 2). Allah yolunda savaşın (mücâhede) esas gâyesi,
Allah'ın dinini yaymak ve onu yüceltmektir (Buhârî, Tevhid, 28). Mücâhede;
kâfirlere, münâfıklara, din düşmanlarına ve dinden dönenlere karşı yapılır (Furkan,
25/52; Mümtehine, 60/1; Tahrim, 66/9; Mâlik b. Enes, Muvatta', Zekât, 30). Allah
yolunda mücâhedenin ilk şartı ise, mü'min olmaktır. Çünkü âyette "İman
edenler Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler de tâğut yolunda savaşırlar"
(4/Nisa, 76) buyurulmuştur. Allah yolunda savaşanlar ise gerçekten iman etmiş
olanlardır (bkz. 49/Hucurât, 15). Aynı zamanda onlar birbirlerinin dostudurlar (bkz.
8/Enfâl, 74-75), Allah düşmanlarını dost edinmezler (bkz. 60/Mümtehıne, 1).
Mücâhede, gerçekten inanmış olanların karakteristik özelliğidir. Gerektiğinde
Allah yolunda ölmek, onlar için bir şereftir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de "Allah,
mü'minlerden mallarını ve canlarını, Cennet kendilerinin olmak üzere satın
almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu,
Allah'ın üzerine bir borçtur. Gerek Tevrat'ta, gerek İncil'de, gerek Kur'ân'da
(Allah, yolunda çarpışanlara cennet vereceğini vadetmiştir)." (9/Tevbe, 111)
buyurulmuştur. Allah onlardan yanadır" (bkz. 16/Nahl, 110).
Allah yolunda savaş (mücâhede), insanlar için aynı zamanda bir imtihan
vesilesidir (3/Âl-i İmrân, 142-143; 47/Muhammed, 31; 9/Tevbe, 16). İnanarak
Allah yolunda mücâdele edenlerle, özürsüz olarak cihada katılmayanlar Allah
katında bir sayılmayacak; canlarıyla, mallarıyla cihad edenler mertebece daha
üstün tutulacaklardır. Onlar Allah'ın rahmetini ve dolayısıyla Cennetini de
umabilirler. Onlar doğru yoldadır. Gerçek mutluluğa erişenler de onlar olacaktır
(2/Bakara, 218; 4/Nisa,95-96; 9/Tevbe, 20, 88; 29/Ankebût, 69). Allah uğrunda
savaşanlar netice itibâriyle kendileri için savaşmış olurlar. Çünkü Allah,
âlemlerden müstağnidir (29/Ankebût, 6) ve "Şüphesiz, inkâr edenler, Allah
yolundan alıkoyanlar ve kendilerine doğru yol belli olduktan sonra Peygambere
karşı gelenler, Allah'a hiç bir zarar veremezler. O, onların işlerini boşa
çıkaracaktır." (47/Muhammed, 32).
Peygamber Efendimiz, "Mekke'nin fethinden sonra artık hicret yoktur, fakat
cihad ve niyet vardır..." (Buhâri, Cihâd, 1) buyurmak sûretiyle cihâdın her
devirde yapılması gerektiğine işaret etmiştir. Kahramanlık olsun diye, ?ne cesur
adammış!? desinler diye veya gösteriş olsun diye savaşanlardan hangisi Allah
yolundadır, sorusuna cevaben de: "Kim Allah'ın şânını yüceltmek için
savaşırsa, o Allah yolundadır" (Buhârî, Tevhid, 28) buyurmuştur. Şu halde
Allah yolunda mücâhede eden kişi niyetinde samimi ve amelinde ihlâslı olmalıdır.
Aksi takdirde çabaları boşa çıkabilir.
Mü'min insanın hayatta en çok değer vereceği iki şey Allah ve Rasûlü olmalıdır.
Onlar uğrunda yapılacak mücâhedeye hiç bir şey engel olmamalıdır. Yoksa bir gün
Allah'ın azâbını beklemek muhtemel olabilir. Bu gerçek, Kur'an-ı Kerim'de şöyle
dile getirilmiştir:
"De ki; babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde
ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler
sizce Allah'tan; Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevimli ise,
Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fâsık kimseleri doğru yola
eriştirmez." (9/Tevbe, 24).
Konuyla ilgili âyet ve hadislerden de anlaşılacağı gibi cihâd, canla ve malla
yapılır. Fakat en önemlisi insanın önce kendi nefsiyle mücâhede etmesidir. Çünkü
nefsine hâkim olamayan kimse, düşman karşısındaki mağlubiyeti peşinen kabul
etmiş demektir. İşte bunun içindir ki "İman edenlerden özürsüz olarak
yerlerinde oturanlar ile, mal ve canlarıyla Allah yolunda cihâd edenler
birbirine eşit değildir..." (4/Nisâ, 95) buyurulmuştur.
Tasavvufta ise, mücâhede nefsi zorluklarla yormak ve onun arzu ve isteklerine
karşı çıkmaktır. Daha geniş olarak, makam ve servete, bünyeyi semirtip ruhu
öldüren lezzetli nimetlere karşı nefsin tutku haline gelen meylini dizginleyip
yavaş yavaş ona karşı çıkmak ve onun varlığını yok etmeye çalışmaktır. Kuşeyrî:
"Hal ve makam sahibi olmak için harcanan sürekli ve düzenli çabalara mücâhade ve
rıyâzât adı verilir" demiştir.
Allah Teâlâ: "Uğrumuzda mücahede edenlere, mutlaka yollarımızı göstereceğiz"
(14/İbrahim, 12) buyurmuştur.
Rasulûllah (s.a.s.) de: "Nefsinin de senin üzerinde hakları vardır"
buyurarak mücâhadede ölçünün kaçırılmamasını istemiştir. Nefsin haklarını
çiğnemek, sebepsiz yere onu zorluklara sürüklemek mücâhade değildir. Şeyh
Tehânevî, Takrir'inde: "Nefsin istekleri ikidir. Birisi hakları, diğeri duyduğu
hazlarıdır. Vücudu ayakta tutabilmek için nefsin hakları korunmalıdır. Nefsin
hazları ise, yaşamak için gerekli olmayan fazlalıklarıdır. Mücâhedenin gâyesi
hazları yok etmek, hakları bırakmaktır" demiştir. Nefse karşı çıkmanın bir
gâyesi olmalıdır. Aksi halde zarar doğurur, mücâhede de sayılmaz. Allah için
üzüntü ve kedere tahammül, mücâhedenin yüksek derecelerindendir.
İnsan mücâhede ile huylarını kökünden söküp atamaz. Onları faydalı hale getirir.
Nitekim Rasulüllah (s.a.s.): "Birinin tamamen huyundan vazgeçtiğini
duyarsanız inanmayınız" buyurmuştur. Bununla birlikte, ruhî hayat, mücâhede
ve riyazatla elde edilir. Fakat mücâhede, varılması istenen bir gâye değil, bir
tedbir ve tesellidir.
Mücâhede ve riyazât şu maksatlarla yapılır:1- Takvâ ve verâ sahibi olarak
Cehennem'den kurtulmak, 2- Kur'an ve Sünnet ahlâkını huy haline getirerek
Cennet'e girmek ve mutlu olmak.[2]
[1]
Hüseyin K. Ece, a.g.e., s. 430-431.
[2]
Ahmet Güç, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 4, s. 316-317.