Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Tefsirlerden İktibaslar

Tefsirlerden İktibaslar



Tefsirlerden
İktibaslar

?Hoşunuza gitmediği halde
savaş size yazıldı (farz kılındı). Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir
şeyden hoşlanmamanız mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyden
hoşlanmanız da mümkündür. Allah bilir, halbuki siz bilmezsiniz.? (2/Bakara,
216).
Savaş aslında sevilen, hoşa
giden bir şey değildir. Fakat bazen insan, savaşmak zorunda kalır. Bu türlü
savaşa nefis müdâfaası denir. İslâm'ın emrettiği cihad'a gelince, onda iki
güzelden biri vardır: Şehid olup cennete gitmek veya ganîmet alıp zengin olmak.
Cihad, hiçbir zaman bir saldırı değildir. Çünkü önce İslâm'a dâvet yapılır,
kabul eden müslüman olur; İslâm'ı kabul etmeyenden vergi (cizye) istenir. Bunu
da kabul etmezse, ancak o zaman onlarla savaşılır. Savaştaki sırrı, tüm
kapsamıyla biz bilemeyiz, onu Allah bilir. Bazı toplumlar cezâya müstahak
olunca, Allah onları çeşitli belâlarla cezâlandırır. İşte onlardan biri de
savaştır. Nitekim bir âyette: ?Allah insanları birbiriyle def etmeseydi
yeryüzünde nizam bozulurdu? (2/Bakara, 251) denilmiştir.
Şimdi, buna karşı, iyi ama
Allah savaşa hiç meydan vermese ve hükümetin baskısına müsaade etmese daha iyi
olmaz mıydı, dememeli. Çünkü Allah insanların bazısını, bazısıyla savmasa veya
müdâfaa etmese, bozguncu ve saldırganları, ıslah ediciler ve mücâhidlerle savıp
barış ve düzen taraftarlarını, çocukları ve kadınları korumasaydı, yeryüzü
bozulurdu, dünyanın menfaat ve düzeni dağılır, çoluk çocuktan, ilim ve sanattan,
din ve imandan eser kalmazdı. Çünkü uzaklaştırıp karşı koyma kanunu olmasaydı,
insanların çoğu, uyum içinde, itaatkâr ve boyun eğmiş bile olsa, saldırganların
devamlı olarak hücumuna uğrarlar, çiğnenir, mahvolurlardı. Sosyal eşitlik
bulunmaz, nihayet herkes saldırgan olur; herkes saldırgan olur da, direnme de
varsayılmazsa hepsi mahvolur. Cenab-ı Allah, insanları irade sahibi olarak
yaratmıştır ve böyle yaratması, sırf rahmet ve kudrettir. Fakat bu iradeler
mutlak bırakılır da birbirleriyle ölçülü hâle getirilmez ve hiçbir direnişle
karşılaşmazlarsa, çalışma zahmetine katlanmaz, önüne geleni çiğnemeye çalışır.
Savunma ve karşı koyma olmayınca da saldırı, yolların en kısası ve doğru yol
olmuş olur; o zaman da insan adına bir şey kalmaz, yeryüzünün düzeni bozulur.
Fakat Allah, bütün âlemlere ve bu arada özellikle akıl sahipleri âlemine bütün
bir lütuf ve rahmet sahibidir. Bu fesada râzı olmaz, o yeryüzünü imar edecek,
üzerinde insanları lütuf ve ikramıyla yaşatacak, ebedî mutluluklara, yüksek
mertebelere erdirecektir. Şu halde sonradan gelen fesat bâtıldır. Allah'ın
istediği, düzendir. Bu bakımdan düzenin, fesadı ortadan kaldırması için; düzen
ve hayır sahiplerinin, bozgunculuk ve kötülük çıkaranları defetmesi lazımdır ve
zaten karşı koyma ve savunma, bütün dünyada hak olan bir kanundur. İradeden,
akıl ve şuurdan nasibini almayan yaratıklar, bu direnişlerini, Hakk'ın
zorlamasıyla mecburen ortaya koyarlar. İstediğini, dilediğini yapanlarda bunun
tatbikinin de akıl, irade ve imanlarıyla yapılması gerekir. İşte Allah, savaşı
ve hükümeti bu hikmetle meşru kılmış ve insanların bozguncu ve saldırgan
kısmını, ıslahatçı kısmıyla defetmek ve güzel bir şekilde çalışacakları korumak
için emretmiştir. Düzen ve fazilet sahipleri, bu noktayı göz önünde tutmayıp ve
savunma kaydıyla meşgul olmayıp da saldırganları serbest bırakacak olurlarsa,
bütün güç onların eline geçer ve onlar da dünyayı ele geçrimek sevdâsıyla yer
yüzüne bozgunluk verecekler ve buna meydan verenler, sorumlu olacaklardır ki
yukarda buna bir, "Ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın" (Bakara,
2/195) hatırlatması geçmişti.
Şu halde iki savaş vardır:
Birisi ıslah savaşı, diğeri ifsad (fesat ve bozgunculuk) savaşıdır. İman ehline
emredilen de Allah yolunda ıslah savaşıdır ki, bu da zulüm ve bozgunculuğun ve
zulmün kaynağı olan küfür ve şirkin yok edilmesi ve genel barışı sağlamaktır.
Düzene ve İslâma sahip çıkanlar, bunu yapmazsa, küfür ve bozgunculuk ortalığı
kaplayacak; o zaman da insanlar, kökünden kazınıp kıyâmet kopacaktır. (Elmalılı
Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, c. 2, s. 145-146)
İslâmın bazı kötü maksatlı
düşmanları onun "Dinde zorlama yoktur" ilkesini ortaya koymasına
rağmen kendini kılıç yolu ile kabul ettirdiğini ileri sürerek bu dini çelişkili
olmakla suçlarlar. Diğer bazı düşmanları da İslâmı bu töhmet karşısında savunur
görünerek müslümanların ruhunda yanan cihad ateşini söndürmeye, tarihte İslâmın
ortaya çıkmasında ve yayılmasında bu aracın oynadığı hayatî rolün önemini
küçümsemeye yeltenmekte, -kaypakça, uyutma ve aldatma yolu ile- günümüzde ya da
yarın bu araca başvurmanın gerekli olmadığı ve olmayacağı mesajını vermek
istemektedirler. Bütün bu zehirleri, güya İslâm'ı rencide eden bir töhmet
karşısında onu savunuyormuş gibi yaparak kusmaktadırlar.
Birinciler de ikinciler de
İslâm'ın sistemini yozlaştırmak, onun uyarıcı mesajlarını müslümanların zihninde
dumura uğratmak, öldürmek amacı ile aynı cephede İslâm'a karşı savaşan Batılı
şarkiyat uzmanları (oryantalistler) arasından çıkıyor. (Bu kişilerin basında Sir
T.W. Arnold adlı oryantalist gelir. Onun Dr. İbrahim Hasan ve kardeşi tarafından
"Ed-Da'vetül İslâmiyye" adı altında Arapça'ya çevrilmiş bir eseri vardır.)
Bunlar bu sinsi oyunları cihad ruhu bir daha uyanmasın diye oynuyorlar. O cihad
ruhu ki, savaş alanında onun karşısında bir kere bile tutunamamışlardır! Yine o
cihad ruhu ki, ancak onu zehirledikten, türlü türlü hileler ile zincire
vurduktan, aralarında birleşerek dünyanın her yanında başına öldürücü ve vahşice
darbeler indirdikten sonra pençesinden kurtularak rahat nefes alabilmişlerdir.
Bunların yanısıra emperyalizm ile müslüman ülkeler arasındaki savaşların cihadı
gerektirecek birer inanç savaşı olmadıkları, bunların sadece pazar, hammadde ve
stratejik üsler uğruna yapılan savaşlar oldukları, buna göre cihadı gündeme
getirmek için ortada hiçbir sebep bulunmadığı aldatmacasını müslümanların
beyinlerine işledikten sonradır ki güven ve rahatlarını daha da
perçinlemişlerdir.
Evet, İslâm'ın uzun tarihi
boyunca kılıcını çekerek vuruştuğu, cihad ettiği dönemler olmuştur. Fakat bu
kılıçlar hiç kimseyi zorla müslüman yapmak için değil, cihadı gerektiren
birtakım amaçları gerçekleştirmek, hedeflere ulaşmak için çekilmiştir. Bu
hedeflerin başlıcaları şunlardır:
1- İslâm, her şeyden
önce, müslümanlara yönelik işkenceleri, zulümleri ve fitneleri savmak, bunlara
karşı koymak, bağlılarının can, mal ve inanç güvenliklerini sağlamak için cihada
girişmiştir. Bu amaç doğrultusunda bu surenin daha önceki ayetlerinden birinde
incelediğimiz "Fitne, adam öldürmekten daha ağır bir suçtur"
prensibini ortaya koydu (2/Bakara, 217). Böylece inanca yönelik saldırıyı,
mü'minlere inançları yüzünden eziyet etmeyi, onları dinlerinden ayırmaya
çalışmayı insan hayatına yönelik saldırıdan daha büyük bir insanlık suçu saydı.
O halde bu kutsal ilkeye göre inanç, hayattan daha önemli, daha değerlidir. Eğer
mü'min canını ve malını savunmak için savaşmaya izinli ise inancını ve dinini
savunmak için savaşmaya hâydi haydi izinlidir.
Müslümanlar tarih boyunca,
dünyanın çeşitli yerlerinde inançları yüzünden baskılara, vazgeçirme
girişimlerine, eziyetlere, işkencelere uğramışlardır. Bu yüzden en önemli
varlıklarına yönelen bu zulümlere karşı koymaları kaçınılmazdı. Çünkü bu
baskılara ve eziyetlere inançları yüzünden uğratılıyorlardı.
Meselâ bir zamanların İslâm
diyarı olan Endülüs (yani bugünkü ispanya) müslümanları dinlerinden koparılma
amacına yönelik iğrenç ve vahşi işkenceler ile toplu kıyımlara sahne olmuştu. Bu
zulümlerin benzerleri, katolikliğe karşı direnen diğer hıristiyan mezheplerinin
bağlılarına karşı da uygulanmıştı. Öyle ki, bugünün İspanya'sında İslâm'ın
gölgesine, hatta öbür hıristiyan mezheplerin gölgelerine bile rastlayamazsınız.
Yine bir zamanlar Beytülmukaddes (Kudüs) ile çevresi de aynı iğrenç haçlı
saldırılarına hedef olmuştu. Bu saldırıların tek amacı İslâm inancının kökünü
kazımaktı. Fakat bu bölgede de müslümanlar inanç sancağı altında silâha
sarılarak düşmanlarına karşı göğüslerini siper etmişler ve son aşamada zafere
ulaşarak bu kutsal İslâm beldesini Endülüs'ün acı akıbetine uğramaktan
kurtarmışlardı.
Komünistlerin, putperestlerin,
siyonistlerin ve hıristiyanların pençesi altında bulunan dünyanın çeşitli
yörelerinde bugün de müslümanlar dinlerinden koparılmak istenmekte ve inançları
uğruna baskı görmektedirler. Bu yüzden müslümanlar, eğer gerçek müslümanlar
iseler, bu fitnelere karşı koymak için, bugün de cihad etme yükümlülüğü ile
karşı karşıyadırlar!
2- İkinci olarak İslâm,
inanç özgürlülüğünü gerçekleştirdikten sonra inanç sistemini tanıtma ve duyurma
özgürlüğünü de sağlamak amacı ile cihad etmiş, savaş vermiştir. Sebebine gelince
İslâm, evrene ve hayata ilişkin en mükemmel düşünce sistemini, sosyal hayatı
geliştirecek en ileri düzeni getirdi. Bu nimeti, insanlığın tümüne iletmek, gene
bu nimeti onların kulaklarına ve kalplerine duyurmak için getirdi. Bu açıklama,
anlatma ve ilandan sonra isteyen mü'min, isteyen de kâfir olsun, "Dinde
zorlama yoktur." Evet, ama önce bu nimeti, yüce Allah'ın katından tüm
insanlar için gelmiş olan bu nimeti, insanlığın bütününe ulaştırmanın yolu
üzerindeki engeller kaldırılmalıdır, insanların bu İlâhî mesajı işitmelerini ve
doğruluğuna inandıktan sonra, eğer isterlerse, hidâyet kervanına katılmalarını
önleyen engeller yok edilmelidir.
Bu engellerden biri,
toplumların ve ulusların başında insanların bu İlâhî mesajı işitmelerine izin
vermeyen, bunun yanında İslâm'a girenlere baskı uygulayan zorba rejimlerin
bulunmasıdır. İslâm, bu tâğutî, bu zorba rejimleri yıkarak yerlerine adâlete
bağlı rejimler kurmayı ve bu rejimler aracılığı ile her yerde hakkı tanıtma
özgürlüğünü, hakkı tanıtmak için didinenlerin güvenliğini sağlamayı
amaçlamıştır. Bu amaç bugün için de geçerlidir. Buna göre müslümanlar, eğer
gerçekten müslüman iseler, bu amaca ulaşmak için bugün de cihad etme yükümlülüğü
ile karşı karşıyadırlar!
3- Üçüncü bir amaç
olarak İslâm yeryüzünde kendi düzenini kurmak, yerleştirmek ve korumak için
cihad etti. İslâm, insanın, insan kardeşi karşısında özgürlüğünü gerçekleştiren
tek sosyal düzendir. Çünkü İslâm, yüce ve büyük olan Allah'a yöneltilmesi
gereken tek kulluğun, tek bir tapınma sürecinin sözkonusu olduğunu belirleyerek
bütün biçim ve türleri ile insanın insana kulluğunu ortadan kaldırır, yasaklar.
Buna göre ortada insanlar için hükümler koyan, hukuk normları koyma yolu ile
insanları boyunduruk altına alan, köleleştiren hiçbir ferde, hiçbir sosyal
sınıfa, hiçbir millete yer yoktur. Sadece herkesin Rabbi olan tek bir Allah
vardır, bütün insanların, önlerinde eşit oldukları, hükümler koyma yetkisi
sadece O'nundur; insanlar itaati ve boyun eğmeyi de sırf O'na yöneltirler. Tıpkı
imanı ve ibâdeti de sırf O'na yöneltmeleri gerektiği gibi.
Buna göre bu düzende sırf
Allah'ın şeriatının yürütücüsü olmayan, bu yürütme yetkisi için toplumdan
vekillik almayan hiçbir kimseye itaat edilmez. Çünkü yürütme mevkiindeki
görevlinin, temelde kanun koyma yetkisi yoktur. Çünkü hukuk normları koyma
yetkisi sadece Allah'a aittir, bu yetki ilâhlık olgusunun insan hayatına
yansıyan bir göstergesidir. O halde hiçbir insan, öbür kullar gibi bir kul
olduğu, başka hiçbir ayrıcalığa sahip olmadığı halde bu yetkiyi kullanarak
kendisi için ilâhlık iddiasına kalkışamaz, insanlara karşı ilâhlık makamı işgal
etmeye yeltenemez!
Bu ilke, İslâm'ın getirdiği
İlâhi düzenin temel kuralıdır. Bu temel kuralın üzerine tertemiz bir ahlâk
düzeni oturur. Bu düzende her insanın özgürlüğü teminat alımdadır, hatta İslâm
inancını benimsememiş olanların özgürlüğü bile. Bu düzende herkesin
dokunulmazlıkları titizlikle gözetilir, hatta Müslümanlığı kabul etmemiş
olanların dokunulmazlıkları bile. Bu düzende İslâm vatanında yaşayan her
yurttaşın hakları korunur, varsın inançları ne olursa olsun. Bu düzende hiç
kimse zorla müslüman yapılmaz, hiç kimseye dini inançları yüzünden baskı
uygulanmaz, sadece İslâm'ın tanıtımı ve duyurusu yapılır.
İşte İslâm, yeryüzünde bu yüce
düzeni kurmak, yerleştirmek ve korumak için cihad etti. İnsanın insana kulluğu
esasına dayanan, kulların hiçbir hakları olmadığı halde Allah'a âit yetkiyi
kullanmaya yeltendikleri, kendilerini ilâkh yerine koymaya kalkıştıkları zorba
düzenleri devirmek İslâmın görevi idi. Bunun yanısıra bu azgın rejimlerin
dünyanın her yerinde İslâm'a karşı direnmeleri, onu düşman bilmeleri
kaçınılmazdı. Böyle olunca İslâm'ın onları tepelemesi de kaçınılmaz oluyordu.
Böylece yeryüzünde o yüce düzenini ilân edebilecek, arkasından bu rejimin
egemenliği altında herkesi kendi özel inancında özgür bırakabilecekti. Onlardan
sadece sosyal, ahlâkî, ekonomik ve devletlerarası hukuk normlarına uymalarını
isteyecekti. Bunlar dışında vicdanlarındaki inançlarında, özel yaşantılarında
özgür olacaklar, bu alanlarda inandıkları gibi davranacaklardı. Bu arada İslâm,
bu düzenin sınırları içinde onları gözetecek, hayatlarını ve inançlarını
koruyacak, haklarını teminat altında bulunduracak, dokunulmazlıklarına el
değdirmeyecekti.
Yeryüzünde bu yüce düzeni
kurmayı amaçlayan sözkonusu cihad görevi, "Fitnenin kökü kazınarak Allah'ın
dini kesinlikle egemen oluncaya kadar" yeryüzünde kulların, ilâhlık
taslamalarına ve Allah'ın dini dışındaki bütün sahte dinlerin egemenliklerine
son verinceye kadar, sürekli biçimde müslümanların boynuna borçtur.
Demek ki, İslâm, insanlara
kendi inanç sistemini zorla benimsetmek için kılıç kullanmadı, o bazı
düşmanlarının suçlamalarında ileri sürüldüğü anlamda kılıçla yayılmış bir din de
değildir. O sadece her inançtan insanların himâyesi altında güven
duyabilecekleri, sınırları içinde inancını paylaşmasalar bile egemenliğini kabul
ederek yaşayabilecekleri emniyetli bir düzen, bir rejim kurmak için cihad
etmiştir.
İslâm'ın yaşaması, yayılması,
bağlılarının inanç sistemlerine güven duyması, yeni müslüman olmak isteyenlerin
güven içinde bu dine katılabilmeleri, bu yapıcı düzenin kurulması ve
düşmanlarına karşı korunması için bu dinin güçlü olması şarttı. Demek ki, cihad,
tarihteki önemi küçümsenebilecek bir araç olmadığı gibi, İslâm düşmanlarının
sinsi mesajlarında en iğrenç metodlarla söylemek istedikleri gibi, İslâmın
bugününde ve geleceğinde zorunlu fonksiyonu olmayan bir silâh da değildir!
İslâm'ın mutlaka bir sosyal
düzeni, bir rejimi olması; bunun için onun mutlaka güçlü olması ve güçlü
olabilmesi için de mutlaka uğrunda cihad edilmesi, savaşılması gerekir. Bu onun
ayrılmaz özelliği, karakteristik vasfıdır, bu olmadan İslâm ne yaşayabilir ve ne
de başkalarına önderlik edebilir.
"Dinde zorlama yoktur'',
evet ama "Onlara karşı elinizden geldiği kadar gerek Allah'ın gerekse
özünüzün düşmanlarını ve bunlar dışında Allah'ın bildiği, fakat sizin
bilmediğiniz gizli düşmanlarınızı yıldırıp caydıracak savunma gücü ve atlı savaş
birlikleri hazırlayınız." (8/Enfâl, 60) âyeti de yüce Allah'ın buyruğudur.
İşte İslâm açısından işin aslı
budur. Müslümanlar, dinlerinin özünü, tarihlerinin içyüzünü böyle bilmeli ve
dinleri konusunda sürekli savunma çabası içinde bulunan bir sanık gibi
davranmamalı, böylesine pasif ve yılgın bir rolü benimsememelidir. Tersine her
zaman kendine güvenen, rahat, yeryüzü kaynaklı düşünceleri, yeryüzü kaynaklı
rejim ve düzenlere ve tüm yeryüzü kaynaklı ideolojilere tepeden bakan insanların
alnı açık tutumunu sergilemelidirler. Buna bağlı olarak dinlerini, bağlılarının
güvenliğini sağlama, saldırgan bâtılın burnunu kırma ve getirmiş olduğu nimetten
bütün insanları yararlandırma amacını taşıyan cihaddan soyutlamak isteyen,
kendilerine bu zehiri şırınga ederken sözde İslâm'ı savunuyormuş gibi davranan
sinsi düşmanlarının aldatmacalarına kanmamalıdırlar. O cihad ki, insanlığı ondan
yoksun bırakanlar, insanlık ile onun arasına girenler, insanlığa karşı hiç
kimsenin işleyemeyeceği cinâyeti işlemiş olurlar. Böyleleri insanlığın en koyu
düşmanlarıdır, eğer insanlık olgunluğa ermiş olsa, aklını kullansa bunları
kovalaması, yakalarını bırakmaması gerekir. İnsanlık bu olgunluğa ereceği ve
aklını harekete geçireceği güne kadar sözkonusu bu insanlık düşmanlarını, yüce
Allah'ın seçtiği ve iman nimeti ile onurlandırdığı müminlerin kovalaması
gerekir. Bu, onların hem kendilerine ve hem de tüm insanlığa karşı görevleridir.
Yüce Allah'ın önünde bu görevi yerine getirmekle yükümlüdürler. (Seyyid
Kutub, Fî Zılâli'l Kur'an, 2/Bakara, 256. Âyetin Tefsiri)

KITÂL/SAVAŞ. Kıtâl/Savaş; Anlam ve Mâhiyeti
Barış ve Savaş. Barış; İslâm'ın Temel Hedefi ve İnsanlararası İlişkilerin Temeli
1- Haksızlığa Uğramak
2- Fitneyi Önlemek, Tevhîdi/Allah'ın Birliğini Ortaya Koymak
Hangi Kâfirlerle Savaşmadan İyi Geçinilebilir?.
Kur'ân-ı Kerim'de Savaş Kavramı
Tefsirlerden İktibaslar
Hadis-i Şeriflerde Savaş.
İslâm'da Savaşın Sebebi ve Amacı İslâm'da Kıtâlin Sebebi; Kurtarıcı Merhamet
Yeryüzündeki Savaşların Sebebi
Bir Savaşçı, Bir Komutan Olarak Rasûlullah.
Düşmanlık ve Dostluk; Tevhidin Gereğidir, İmanın Dışa Yansımasıdır
Her Din ve İdeolojinin Dostluk ve Düşmanlık Anlayışı Kendine Hastır
Düşmanın Silâhıyla Silâhlanmak
Cihad ve Mücâhede.
Cihad Saldırı mıdır?.
Cihadın Amacı ve Kapsamı
Cihadın Fazileti
Neye Karşı Cihad?
Mücâhede
Mücâhid
Mücâhidlerin Özellikleri
Gazve ve Seriyye.
Seriyye
Kıyâm..
Nefr (Seferberlik)
Ribat ve Murâbıt Ribat
Murâbıt
Râbıta
Hadis-i Şeriflerde Murâbıtların Fazileti
Mü'min Toplumlar Arası Savaş.
Savaş ve Barış Dünyası (Dâru'l-Harb ve Dâru'l-İslâm)
İslâm'ın Savaş Prensipleri
a- Savaştan Önce
b- Savaş Alanında
Esirler
Savaş Esirleri Konusunda Kur'an'ın Direktifi
Düşman Uyruğu Altında Bulunanlar ve Bunların Malları
Savaşın Sona Erişi
Güvenlik (Savaşta Eman Verme)
Allah'a Karşı Savaşan Rejimler
Terör ile Cihad Arasındaki Fark.
Terör Silâh Olarak Kullanılan Kaypak Bir Kavram
Terör ile Cihadın Birbirine Karıştırılması
İfsâd Huzuru Bozma ve Terör
Fesadın Tek Etkeni İnsanlardır
İfsada Karşı Islahat
Fesad Karşısında Mü'minlerin Görevleri
Gerçek Islahatçılar Aynı Zamanda İnkılapçıdırlar
İnsan Hakları İhlâlleri Şeklindeki Fesat
Fesâdın Görüntüleri Tuğyân
Kendisi Bozgunculuk Çıkardığı Halde Sâlihlere Bozgunculuk İsnad Etmek
İnsanları Bölme
Bilim Yoluyla Fesad
Ahlâk Yoluyla Fesad
Ekonomi Yoluyla Fesad
Politika Yoluyla Fesad
Fikir Yoluyla Fesad
Teknoloji Yoluyla Fesad
Medya Yoluyla Fesad
Ve En Büyük Fesad Yolu; Düzen
Fesatçılara Verilen Ceza
Konuyla İlgili Lügatçe. Anarşi
Cenk
Cengâver
Cihad
Cihad Emîri
Dârulharb
Dârulİslâm
Dârussulh
Fanatik
Fesat
Fetih
Fitne
Fundamentalizm
Harb
Harb Emîri
Harbî
Harb-i Umûmî
Katliâm
Kıtâl
Köktencilik Veya Köktendincilik
Muhârebe
Muhârip
Mutaassıp
Mücâhid
Müdâfaa
Radikalizm
Savaş
Savaş Hali
Savaş İlânı
Savaş Suçları
Savaş Tazminatı
Savaş Tipleri
Sınırlı Savaşlar (Limited War)
Topyekün Savaşlar (Total War)
İç Savaş (İnternal Warfare)
Gerilla Savaşı (Guerilla Warfare)
Psikolojik Savaş (Psychological Warfare)
Soğuk Savaş (Cold War)