Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Meleklerin Görülüp Görülmemesi
Meleklerin Görülüp Görülmemesi
Meleklerin Görülüp Görülmemesi
Meleklerin mahiyetiyle ilgili
farklı görüşler, beraberinde onların görülüp görülemeyeceği tartışmasını
getirmiştir. Kur'an-ı Kerim'de meleklerin önce Hz. İbrahim'e gelip onu bir erkek
evlat ile müjdeledikleri, ardından Lût (a.s.)'a giderek adamları ile şehri
terketmelerini söyledikleri[1],
Cebrail'in Hz. Meryem'e insan şeklinde görünerek ona tertemiz bir erkek çocuk
bağışlaması için Allah'ın elçisi olduğunu söylediği[2]
ve Hz. Peygamber'in onu apaçık ufukta ve sidretü'l-müntehânın yanında gördüğü
haber verilmektedir.[3]
Bununla birlikte Kur'an,
Peygamber'e itiraz ederek bir melek görmek istediklerini, yahut peygamber / elçi
olarak melek gönderilmesinin gerektiğini söyleyenlere cevap olarak meleklerin
görünür varlıklar olmadığını, eğer dünyada insanlar değil de melekler yaşasaydı
ancak o zaman elçi olarak gönderilebileceğini, meleklerin fermân-ı ilâhî ile
indirildiği zaman onlara mühlet verilmeyeceğini ve meleklerin görüleceği gün
günahkârlara hiçbir sevinç haberinin olmayacağını vurgular.[4]
İnsanlara, görmedikleri askerler gönderildiğini[5],
aynı türden varlıklar olan cin ve şeytanların da insan gözüyle görülmediğini
beyan eder.[6]
Ancak, yukarıda ismi geçen zatların
meleklerle yaptıkları görüşmelerin keyfiyeti bilinmemektedir. Bu olaylar,
tartışmayı meleklerin görülüp görülmemesinden çıkarıp, peygamber olmayan
kişilerin onları görüp göremeyeceği noktasına getirmiştir. Zira peygamber,
meleği görmekle kalmaz, sesini de işitir. Bu sebeple melek onun için elle
tutulur, gözle görülür bir realitedir. Melek, gayr-i maddî bir varlık olduğu
için peygamber onu bazen insan şeklinde, bazen de başka şekillerde görür.
Cebrail, ekseriya insan şeklinde görülmüştür. Fakat Peygamber'in onu kendi
şekliyle gördüğü de olmuştur.[7]
Ancak bunun nasıl gerçekleştiği belirtilmemiştir. Belki de bu manevî gözle ve
tasviri imkânsız bir şekilde olmuştur. Bir defasında da Peygamber, Cebrail'i
altı yüz kanadı ile birlikte görmüştür.
[8]
Bu da meleğin muazzam kudretine bir işarettir. Bir başka seferinde ise melek,
bulutun içinde görülmüştür.
[9]
Bu rivayetlere temas eden bazı
âlimler, Cebrail'i Hz. Peygamber dışındaki insanların göremedikleri yorumunu
yapmaktadırlar. Bizce, melekler mahiyet itibariyle bizim görme duyumuzun
sınırları dışında bir yapıda yaratılmış varlıklardır. Zaten bu özellikleri
dolayısıyladır ki onlara iman, bir âmentü esası olmuştur. Duyularımızın gayb
âlemine ait varlıkları müşâhedesi bir kenara, madde âlemine ait birçok varlığı
görme eşiği dışında olması dolayısıyla müşâhede edemediğini bildiğimize göre, "görememe"
gibi bir savunma ile onları inkâra kalkışmak tutarlı ve ilmî değildir. Aksi
takdirde görülemeyen şeylerin hepsini inkâr etmek gerekir ki bu müşâhede
ettiğimiz fizik âlemin kat kat fazlasını inkâr demektir.
Gaybî konularda akidenin kaynağı
Kur'an ve mütevâtir sünnet olup melek inancı da Kur'an'ın kesin bildirimleri ile
sabit bir konudur. Temel itibariyle melekler, insanoğlunun beşerî idrak
vasıtalarıyla tanınamayacak yapıda varlıklardır. Bu nedenle onların yaratılış
biçimleri, cevherleri, görünme şekilleri gibi konulara dalmamak gerekir. Böyle
teferruatlardan sorumlu olmadığımız gibi sâdık haber dışında geliştirilecek
bütün yorumların herhangi bir yararı ve dinî değeri de yoktur.[10]
Melek kavramı insan tasavvurunu
zorlayan bir karmaşıklığa sahiptir. Bu nedenle melek denen varlığı,
duyularımızla algılanabilecek bir nitelik içinde tanımlamak mümkün değildir.
Kur'ân-ı Kerim'de meleklerden çokça söz edilmesine rağmen onların yapıları ve
orijinleri hakkında pek açık bilgiler verilmemiştir. Bu nedenle günümüze kadar
kâleme alınmış bütün kaynak eserlerde meleklerle ilgili bölümler son derece kısa
ve anlam bakımından kapalıdır.
Fakat hemen söylemek gerekir ki
melek, bir Kur'ân gerçeği olarak kesinlikle vardır. Her ne kadar zaman zaman
fizik boyutlarda ve genellikle yakışıklı bir insan tipinde peygamberlere
görünmüş iseler de yapıları hakkında insanoğlunun bilgisi yoktur.
Peygamberlerin, bu konuda daha farklı bilgilere sahip bulunmuş olduklarına da
ihtimal vermek gerekir. İlahi terbiye ile fıtrattan seçilmiş bulunan bu
müstesna şahsiyetleri sıradan insanlar gibi düşünmemek icap eder.
Eğer denirse ki: Peygamberler,
bildiklerini insanlara kesinlikle anlatmak durumundadırlar, Aksi halde onlar
için, ilâhî elçilik gibi olağanüstü bir görevi kötüye kullanmak söz konusu
olacaktır ki böyle bir çelişkiye düşmek peygamberler için imkansızdır.
Hemen şunu hatırlatmak gerekir ki
meleklerin yapıları hakkında onların sahip bulunmuş olabilecekleri bilgiler
eğer insanlara iletilmesi gereken ilâhi mesajların kapsamı içine girmemişse (ki
girmemiş olduğu açıktır) bu bilgileri insanlara aktarmak onlar için bir
zorunluluk değildir. Farklı ve yüce bir algılama yeteneğine sahip bulunan
peygamberlerin, ilâhî mesajlar dışında da öğrendikleri o kadar çok olağanüstü
bilgiler olabilir ki sıradan insanların beyin gücü bu şifreleri yüklenemez.
Dolayısıyla onlara bu bilgileri vermek şöyle dursun, peygamberlere özgü sırlar
olarak bunların asla açıklanmaması gerektiği bile büyük olasıdır. Her şeye
rağmen Hz. Peygamber (sav)'in melekler hakkında sahâbîlerine hiç bilgi
vermediği ileri sürülemez. Ama bu bilgileri herhalde onların anlayabileceği
düzeylere indirgeyerek vermiş olması düşünülmelidir.
Şurası bir gerçektir ki, haklarında
sadece: ?Nurânî ve latif varlıklardır, nurdan yaratılmışlardır.? diye
kaynaklarda ancak bu kadarcık bilgilere rastladığımız melekler, Allah (cc) ile
elçileri arasındaki yoğun vahiy trafiğinde, peygamberlerle o kadar yüzyüze
gelmiş, o kadar çok görüşmüşlerdir ki peygamberlerin onlar hakkında tıpkı
bizim gibi hiç bir şey bilmemiş olmaları ihtimalden uzaktır.
Melekleri (Aynı zamanda cinleri)
görmemek, onları kavrayamamak, aramızdaki yapı farklarından, daha doğrusu
onları algılayacak doğal yapı ve yeteneklere, bizim sahip bulunamayışımızdan
kaynaklanıyor olsa gerektir. Çünkü insan olarak bizim algılama, duyma ve görme
yeteneklerimiz son derece sınırlıdır.
Örneğin ?(...) Gözün, duyarlık
alanının dışında kalan mor ötesi (Ültraviyole) ve kızıl ötisi (İnfraruj)
ışınları da aynı şekilde idrak edilememektedir.?
[11]
Keza ?Genç bir insanın kulağı saniyede 16'dan 20 000'e kadar titreşimleri
duyabilmektedir.?
[12]
Yani bu limitlerin ne altındakilerini, ne de üstündekilerini duyabilir.
İçinde
yaşadığımız dünyada ve bulunduğumuz fizik ortamda bile bu kadar kalın surlarla
çevrili olduğumuzu bir an düşünecek olursak, melekler ve cinler gibi başka
âlemlere mensup esrarengiz varlıkları neden görmediğimize artık şaşmayız.
[13]
[1]
Hicr: 15/59-69; Hûd: 11/77-82.
[2]
Meryem: 19/17-21.
[3]
Tekvir: 81/23; Necm: 53/13-17.
[4]
İsrâ: 17/92-95; Hicr: 15/8; Furkan: 25/21-22; En'âm: 6/8.
[5]
Tevbe: 9/26; Ahzâb: 33/9.
[6]
A'râf: 7/27.
[7]
Buhâri, Bed'ü'l-halk: 7.
[8]
Buhâri, Bed'ü'l-halk: 7.
[9]
Buhâri, Bed'ü'l-halk: 6.
[10]
İslam'da İnanç Esasları, 234 ve devamı;
Ahmed Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
[11].
Prof. Dr. Ayhan Songar, Beynimiz ve Sinirlerimiz. Yeni Asya Yayınları, S.34
[12] A.
g.e. S. 37
[13] Ferit
Aydın, İslam'da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 233-235.