Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Kur'an'ın İlmî İ'câzı

Kur



Kur'an'ın İlmî
İ'câzı

Allah, insanı fıtraten, akıl ve
duyular gibi bazı kabiliyetlerle donatmış ve hayatta, yolunu seçip tercih
ederken bu yeteneklerini mutlaka faal tutmasını ondan istemiştir. "Bilmediğin
şeyin ardına düşüp gitme; doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan
sorumludur." (17/İsrâ, 36). İnsanın nefsinde ve çevresindeki tabiatta
âyetler yaratan Allah, o fıtrî kabiliyetlere tabiî doneler (veriler) sunmuştur.
Sahip olduğu kabiliyetleri seferber edip tabiattaki/tabiatındaki sözsüz âyetleri
(41/Fussılet, 53) done alan insanoğlu, bir yere kadar varlığının mânâsını
kavramak ve 'kaalû-belâ' temsîliyle ifade olunduğu üzere Rabbini birleyerek O'nu
itiraf etmek sorumluluğundadır (7/A'râf, 172-173). Bununla beraber, insan, bütün
zaaflarını bertaraf edememiş; Allah'ın özel hidâyetinden müstağnî kalamamıştır.
İnsanoğlunun, doğrudan hidâyete en çok muhtaç bulunduğu sahaları tesbite
çalışırken, onun, yeryüzündeki mücâdelesi boyunca, üç tür varlıkla olan
münâsebetlerini doğru oluşturmak için çabalayıp durmuş olduğunu görürüz. 1- Mâ
dûnu (alt-varlık) olan kendi dışındaki varlıklarla, 2- Mâ fevkı (üst-varlık)
olan Yaratıcısı ile, 3- Hemcinsi olan insanlarla ve dolayısıyla kendisiyle.
İnsanoğlu; mâ dûnu olan
varlıklar, yani kendi cinsi dışında kalan hayvanlar, bitkiler ve cansız
varlıklar üzerinde, fıtraten yeterli kabiliyetlerle donatılmış olduğundan, İlâhî
doğrudan hidâyetin (sözlü âyetlerin/vahyin) konusu, bu sahadaki ilişkileri
tanzim etmek olmamıştır. Yaratılışta sahip bulunduğu yetenekleriyle insanın, bu
varlıklara yönelmesi için Kur'an sadece bazı sevkler, impuls'lar vermiştir
(Meselâ, bkz. 3/Âl-i İmrân, 190; 29/Ankebût, 20; 38/Sâd, 2).
Bu alanda Kur'an'dan elde
edilebilecek olanlar, sadece, ilk muhâtap toplumu etkileyebilecek edebî ve
diyagramatik tasvirlerdir. Bu tasvirlerden hareketle, günümüzde Bucaillizm diye
de adlandırılan, "Kur'an âyetlerini, ilmin ya da teknolojinin ulaşmış bulunduğu
bazı sonuçlarla intibak ettirme" gayretkeşliğine düşmemek gerekir. Bu yolda
ileri sürülmüş bulunan iddiaların çoğunun, Kur'an diline ve üslûbuna
vukufsuzluğun bir sonucu olduğunu kanıtlamak pek zor olmadığı gibi, bu
teşebbüslerin, Kur'an'ın hidâyet hedefini saptırmaktan başka bir işe yaramadığı
da görülmektedir.
Örnek verirsek, bir döneme
kadar bazı tefsir kitaplarında, Kur'an âyetleri delil getirilerek dünyanın 'sath'
yani düz (Meselâ bkz. Celâleyn Tefsiri, "Ve yeryüzüne (bakmazlar mı) nasıl
yayılmış/düzleştirilmiş?" (88/Ğâşiye, 20) âyetinin tefsîrinde şunları
okuyoruz: "Âyetteki "yayılmış/düzleştirilmiş" sözü, dünyanın, astronomi
âlimlerinin inandıkları gibi 'küre' değil; düz olduğunun kesin delilidir.
Mâmâfih, onların bu inancı dinin esaslarından birini nakzetmez.") ya da 'sâkin'
yani hareketsiz (Mefâtîhu'l-Ğayb -Tefsrîru'l-Kebîr, Tahran, tarihsiz, c. 2, s.
102-103'de Fahreddin Râzî, burada, aklî ve naklî delillerle(!) dünyanın
hareketsiz olduğunu ispatlamaya çalışır.) olduğu iddia edilmiştir. Günümüzde
ise, yine Kur'an âyetlerine dayanılarak dünyanın 'küre' veya 'elipsoid' şeklinde
olduğu ya da 'dönmekte' olduğu ispata çalışılmaktadır (Meselâ, Hasan Basri
Çantay, Kur'ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, c. 3, s. 1143; Süleyman Ateş, Kur'ân-ı
Kerim ve Yüce Meali; her iki mealde de 79/Nâziât, 30 âyeti... Ve bkz. Celâl
Kırca, Kur'ân-ı Kerim'de Fen Bilimleri, s. 72-78). Oysa İlâhî hidâyetin hedefi
ne onu, ne de diğerini ifade etmektir. Kur'an için insana yakın olan, onun
hayatında olan gerçekler önemlidir.
'Dünyanın yuvarlak olduğu'
şeklindeki inancın, insanın mutluluğu ve erdemi ile doğrudan ilgili olduğunu
iddia etmek mümkün değildir. Mahşer gününde, 'dünyanın düz olduğu ya da yuvarlak
olduğu' yolundaki inancından dolayı insanların sorğuya çekileceğine dair
elimizde aklî veya naklî bir delil de yoktur. Çünkü orada geçerli değerler,
Allah'a olan şirksiz imanımız ve sâlih amellerimizdir.
Kur'an'ın; sadece aktüel yönüne
önem verdiği ve işin ilmî yönünü -din haline getirmeksizin- insanın kabiliyetine
ve tecessüsüne tevdî ettiği, bu maddî âlemle ilgili bazı edebî tasvirlerin
din/akîde telakki edilmesinin müncer olduğu vahim bir anlayışa -günümüzde- bir
örnek verelim:
Suûdi Arabistan'lı meşhur şeyh
(T.C.'deki Diyanet İşleri Başkanı, hatta daha üst seviyede kabul edilen
yetkili) Abdu'l-Aziz bin Bâz, el-Edilletu'l-Akliyye ve'l-Hissiyye alâ Cereyâni'ş-Şemsi
ve Sükûni'l-Ardı ve İmkâni's-Suûdi ilâ'l-Kevâkib (=Dünyanın Sâkin, Güneşin
Hareketli Olduğuna ve Gezegenlere Çıkmanın İmkânına Dair Aklî ve Hissî Deliller)
isimli, 1975 yılında Medine'de, resmî makamlarca basılan risâlesinde 'güneşin
yerinde durduğunu ve dünyanın onun etrafında hareket etmekte olduğunu' iddia
edenleri, bakınız, Ortaçağ kilisesinin engizisyoncu zihniyetiyle nasıl mahkûm
etmektedir: "...Kim bunu iddia ederse küfür ve dalâlete düşmüş olur. Çünkü bu
iddia, hem Allah'ın, hem Kur'an'ın, hem de Peygamber'in (s.a.s.) tekzîbidir...
(Bunu iddia eden kişi) tevbeye dâvet edilir. Ederse ne âlâl. Aksi takdirde,
kâfir ve mürted olarak öldürülür ve malı da müslümanların beytulmâline irad
kaydedilir. (...) Eğer ileri sürdükleri gibi dünya dönüyor olsaydı; ülkeler,
dağlar, ağaçlar, nehirler, denizler bir kararda kalmazdı, insanlar batıdaki
ülkelerin, doğuya; doğudaki ülkelerin batıya kaydığını görürlerdi, Kıblenin yeri
değişir, insanlar kıble'yi tâyin edemezlerdi. Velhâsıl (bunların hiçbiri
müşâhede edilmediğine göre) bu iddia ('dünyanın hareketli olduğu' iddiası),
sayması uzun sürecek birçok nedenden dolayı bâtıldır."
Bu ilginç örnekte,
Bucaillizm'in negatif olarak işletildiğini görüyoruz: Kur'an'ın zâhirine aykırı
görülen ilmî buluşlar karşısında, onları ihbar eden nass'lar aramak psikozuna
karşılık, bu defa, onları kesin reddeden ve savunanlarını da engizisyoncu kilise
zihniyetiyle mahkûm eden bir zihniyete şâhit oluyoruz. (14)
Kur'an-ı Kerim, bir ilim kitabı
olarak nazil olmamıştır. Yani O, bir Fizik, Kimya, Coğrafya, Tarih kitabı, bir
ansiklopedi değildir. O, her şeyden önce bir tevhid, ibadet/eylem ve ahlak
kitabıdır. Hz. Peygamber'in insanları Rablerinin izni ile, karanlıklardan
aydınlığa, her şeye galip ve hamde lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarması için
indirilmiş (14/İbrahim, 1) bir irşad (2/Bakara, 256) kitabıdır. Onun davetine ve
çizdiği yola uyanlar, iki dünyada da selamet ve saadete ererler. Ancak, "Kur'an'da
hiç ilmî hakikat, bilimsel gerçek yok" şeklinde bir iddia da tümüyle bâtıldır,
yanlıştır. "Kur'an'da her şey mevcuttur, bütün icatlar ondan alınmıştır" sözü ne
kadar sakat ise, "Onda hiçbir bilimsel gerçeğin olmadığı" kanısı da ötekinden
daha sakat ve gerçekten uzaktır.
Hakikat şudur ki, Kur'an'da
birçok bilimsel gerçekler, birçok tabiat kanunları formüle edilmiştir. Ancak,
Kur'an, bunlara sadece bir mucize olarak işaret yapmış ve hiçbir zaman ilimle
çatışmadığını göstermiştir. Seyyid Kutub'un da dediği gibi, ondaki kevnî
hakikatler, ana prensipler halindedir. Öyle ki, hiçbir buluş onu nakzedememiştir
ve nakzedemez. Yalnız, Kur'an'ın işaret ettiği hakikatleri anlayabilmek için,
müsbet ilimlere iyice vâkıf olmak ve Kur'an'ı iyice düşünerek tetkik etmek
gerekir. Bu nedenle, tabiatla ilgili ilimleri ilgilendiren birçok konuya,
düşünmek suretiyle Allah'ın varlığı ve birliği anlaşılsın, dolayısıyla imana ve
doğru yola gelinsin diye Kur'an zaman zaman temas etmiştir. (15)
Kur'an'ın inzal olan ilk ayeti
"Oku" emriyle başlar; okumanın vasıtası olan kalemden, öğretimden söz
eder, ilmin önemli dallarından biri olan anatomiye bu ilk ayetlerde dikkati
çeker: "Oku, Yaratan Rabbinin adıyla. O, insanı alaktan (aşılanmış
yumurtadan) yarattı. Oku, insana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı)
öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir." (96/Alak, 1-5) İlmin önemini
vurgulayan nice ayet, bu konuda delil olarak belirtilebilir. İlme son derece
kıymet veren Kur'an'ın ilimle çatışması asla tasavvur olunamaz. Ne var ki bazı
yanlış tefsirler ve indî teviller, onu ilme aykırı imiş gibi gösterebilmiştir.
Bir de Kur'an'ın ilimden çok önce haber vermiş bulunduğu bazı hakikatler, o
zamanın âlimlerince anlaşılmamış ve ilme aykırı sanılmıştır. Hakikatte bunlar,
ilmin ta kendisidir. Şimdi, Kur'an'ın, bilimden önce haber verdiği ve neticede
bilimin de onun söylediklerini desteklediğini açığa vuran birkaç misal üzerinde
durarak O'nun ne ilahî bir mucize olduğunu göstermeye çalışalım:
Onun dünya, güneş, ay ve bütün
gök cisimlerinin birleşik bir gaz kütlesinden koptuğunu (21/Enbiyâ, 30), arzın
yuvarlaklığını (79/Nâziât, 30; 39/Zümer, 5), güneşin kendi yörüngesinde
döndüğünü (36/Yâsin, 38), yer çekimi kanununu (13/Ra'd, 2; 31/Lokman, 10; 22/Hacc,
65), yıldızların yörüngeleri ve kara delikleri (56/Vâkıa, 75-76), evrenin
genişlemesi (51/Zâriyât, 47) hava basıncının varlığı (6/En'âm, 125), insanın
nasıl bir sudan yaratıldığı (86/Târık, 5-7), denizlerin kaynaması ve kıyametin
kopması (54/Kamer, 50; 16/Nahl, 77; 81/Tekvir, 6), güneşin hararetini tazelemesi
(17/İsrâ, 97), dünyanın dönüşünün yavaşlaması (28/Kasas, 71-72), insanın
topraktan yaratılması (30/Rûm, 20; 6/En'âm, 2; 55/Rahman, 14), ceninde nutfenin
yeri (7/A'raf, 172), insanın nasıl yaratıldığı (86/Târık, 5-8; 76/İnsan, 2; 23/Mü'minun,
11-13), anne karnındaki üç karanlık (üç sağır perde) (39/Zümer, 6), insanda
cinsin tayini (31/Lokman, 34; 22/Hacc, 5, 77/Mürselât, 20-22; 75/Kıyâmet, 36-40)
ve bunlara benzer birçok bilimsel gerçekleri, asırlar önce, bunlardan hiçbir
ilim adamının haberi yokken anlatması ve özellikle bilginler, edebiyatçılar,
filozoflar, kanun koyucular ve ahlakçıların hep birden benzerini getirmeleri
imkânsız iken, bütün bunların ümmî/okuma yazması olmayan bir kimseden sâdır
olması, ancak mucizeliğini ve ilahî kaynaktan geldiğini gösterir.
Kur'an'ın i'caz yönleri sadece
bunlardan ibaret değildir. Yukarıda temas edilenlerin dışında Kur'an'ın
mucizeliğini ispatlayan daha bir çok delil bulmak mümkündür. Mesela, birçok

sebep varken, müslüman olmayan
Arapların Kur'an'a muaraza edememeleri, her mucizeye kıyas edilebilmesi,
düşmanlarına menfi, dostlarına müspet etki etmesi, sanki bir tek söz imiş gibi
ayetleri ve sureleri arasında münasebet bulunması, okuyana usanç vermemesi,
kolay ezberlenebilmesi, hakikat, mecaz, teşbih, istiare, kinaye, i'caz ve itnab,
darb-ı mesel gibi edebî konuları ihtiva etmesi, duyulduğu zaman kalplere nüfuz
etmesi, ruhlara tesiri...
Özetle, Yüce Allah, insanlığın
bilim ve düşünce yönünden pek gelişmediği ilk çağlarda, gönderdiği hak
peygamberlerine gözle görülen ve açıkta meydana gelen mucizeler ihsan etmiştir.
Bu çağlarda insanlar, sadece gözleri ile gördükleri şeylere inanıyorlardı. Bu
yüzden de yüce Allah, insanlığın akıl ve düşünce bakımından kavrayabileceği ve
gözleriyle gördüğü olağan üstü olaylardan iman etme yönünden kabulleneceği
gerçekleri ihsan buyurmuştur. Yani, bu mucizelerin çoğu, hissiyatla/duygularla
açıktan açığa görülen ve kavranılan türdendi.
Ancak, insanlığın akıl, düşünce
ve ilim yönünden hızla ilerlediği bir çağda, hiç şüphesiz gözle görülen hissî
mûcizelerin yanında, ilim ve akılla kavranacak mûcizelerin de bildirilmesi
gerekmekteydi. Bir hak peygamberin doğruluğuna inanmak için sadece gözle görülen
mucizele-rin gösterilmesi yeterli değildi. Bunun yanı sıra, bütün çağlar
boyunca her insanın rahatlıkla düşünüp anlayabileceği ilmî ve aklî mucizeler
de gerekliydi. İlim, akıl, düşünce ve mantık bakımından asla karşı konulmayacak
büyük deliller getirmek, doğruluğunu aksi asla düşünülmeyecek belgelerle
kanıtlamaya çalışmak, mucizelerin en büyüğüdür. Böyle bir mucizenin karşısında
dağlar erir, akan sular durur.
Kur'an-ı Kerim, inişi ile
bozgunculuğu, inançsızlığı, sapıklığı, haksızlığı ve her türlü câhiliyye
âdetlerini temelden söküp atmıştır. İnsanlığın yaratılışına, akıl ve düşünce
kurallarına uymayan her türlü bâtıl inanışları ve hurâfeleri yasaklamıştır.
Kur'an, kötülüğün kaynağını kurutmuş ve insanlığın zararına olacak her türlü
çirkin âdet ve alışkanlıkların kapısını kapatmıştır. Böylece insanlığı
olgunlaştırmıştır. Kur'an'ın ana hedefi, putlara ve tağutlara kul olmaktan
insanları kurtarıp sadece Allah'a ibadeti ve O'na kulluk yapmayı
gerçekleştirmek, ferdin nefsini ıslah etmek, sosyal dayanışmayı sağlamak,
şûrâyı, adaleti ve bütün insanlar arasında Allah'ın hükmünü egemen kılmaktır.
İnsanları hak dine çağırmak ve mü'minler arasında kardeşlik duygusunu ve
inancını yaymaktır.
İşte, bütün bunlar, Kur'an'ın
en büyük mucize olduğunu göstermektedir. Çünkü saydığımız bu temel ilke ve
kurallar, çağımız insanının şiddetle muhtaç olduğu ilke ve kurallardır. Bunları,
Kur'an, çağımızın bütün çaresizliklerine derman olmakta ve ona çözüm yollarını
sunmaktadır. Kur'an, böylece eşsiz ve büyüleyici beyanı ile, çağdaş bilim
adamlarının altından kalkamadığı çağımız sorunlarına derman olmaktadır.
Çağımızın en büyük hastalığı, maddecilik illetidir. İnsanlığın huzur ve
mutluluğuna hizmet için yaratılmış olan madde, çağımız insanı tarafından tapılan
ve uğrunda kavga edilen bir duruma getirilmiştir. Madde, putlaştırılmış,
insanlar da onun kulu ve kölesi haline gelmiştir. Oysa Kur'an, insanları
maddeciliğin köleliğinden kurtulmaya ve Allah'a iman etmeye çağırmaktadır. Çünkü
iman, huzur ve mutluluğun kaynağıdır. İnsanın yaratılış amacı, Allah'a iman edip
kulluk görevini yerine getirmektir. Ancak bu amaç ile insanlık, gerçek huzur,
saadet ve barışa kavuşabilir.
Kur'an'ın mucize oluşu, ölü
kalplerin onun ulaştırdığı iman nuru ile dirilmesi, kör olan manevî gözlerin
Kur'an'ın sunduğu İslam hakikatleri ile açılması ve cahil olan bir toplumun ilim
ve irfan ışığı ile aydınlanmasıdır. O çağda, yapılması ve gerçekleşmesi hayal
bile edilmeyen birçok olayın, muhteşem bir inkılabın, Kur'an'ın inzaliyle
kendiliğinden oluşmasıdır. Hz. Musa'nın, asası ile sert kaya parçasına vurup
ondan suları akıtması nasıl bir mucize ise, Kur'an'ın ayetleri de öylece vahşi,
âsi ve cahil kimselerin kalplerini yumuşatmış ve bu paslı kalplere iman
nurunu yerleştirmiştir. Bu, başlı başına bir mucizedir. Hz. İsa, nasıl ölüleri
bir ilahî mucize olarak diriltmiş ise, Kur'an da öylece küfrün, şirkin, vahşetin
ve cehaletin bataklığında can çekişen bir milleti, hakka, hidayete ve İslam'ın
nuruna erdirmekle diriltmiştir. Onları, uçurumun kenarından çekip kurtarmıştır.
Çağlar boyunca bu millet, bütün dünya insanları için örnek alınacak bir ışık
olmuştur.
Müslüman milletler, Kur'an'ın
nuru ve hidayeti sayesinde yükselmişler, refah ve huzur içinde yaşamışlardır.
Kur'an'a baş eğdikleri sürece bütün dünya da onlara baş eğmiştir. Onlar,
Kur'an'ın dosdoğru yolunda yürüdükleri müddetçe, zaferi ve üstünlüğü elde
tutmuşlardır. Müslümanlar, Kur'an'ın bayrağı altında toplandıkları zaman, izzet
ve şereflerini korumuşlardır. Bu bayrak altında, yüce Allah'ın emrettiği bütün
hüküm ve emirleri yerine getirdiklerinde iki cihan saadetine ulaşmışlardır.
Bütün bunlar, Kur'an'ın mucizeliğini ispatlar. (16)

İslam'a İtirazlar ve Kur'an-ı
Kerim'den Cevaplar, s. 154
Elmalılı Hamdi Yazır, c. 1, s.
234-235
Kur'an-ı Kerim Şifa Tefsiri, c.
1, s. 107-108
Elmalılı, c. 1, s. 238
Fi Zılali'l-Kur'an, c. 1, s. 99
İbn Hişam, Siretü'n-Nebi, c. 1,
s. 313
A. g. e. c. 1, s. 315; Taberi,
c. 2, s. 73
A. g. e. c. 1, s. 315-316
İ'cazü'l-Kur'an, s. 14 ve
devamı
Elmalılı Hamdi Yazır, c. 1, s.
610
İ'cazü'l Kur'an, s. 42-43
İslam'a İtirazlar ve Kur'an-ı
Kerim'den Cevaplar, s. 240-241
İ'cazü'l-Kur'an, s. 47-50
Hikmet Zeyveli, Kur'an'ın
Aktüel değeri Üzerine, 1. Kur'an Sempozyumu, Bilgi Vakfı Y. s. 280-283
İslam'a İtirazlar ve Kur'an-ı
Kerim'den Cevaplar, s. 245
İslam'ın En Büyük Mucizesi
Kur'an, s. 18-19