Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
ŞEFÂAT..
ŞEFÂAT
ŞEFÂAT
Bir kimsenin bağışlanmasını
istemek; bir kimseden, başka bir kimse için iyilik yapmasını ve zarardan
vazgeçmesini rica etmek; yardım etmek; başkası hesabına yalvarmak, rica etmek;
birinin önüne düşüp işinin görülmesi için dua ve niyazda bulunmak. Şefâat edene
eş-şâfi', eş-şefi (başkası lehine taleb eden) denilir.
Bu ayette şefâat; aracı olmak,
yardım etmek ve öncülük etmek anlamlarına gelir: "Kim güzel bir şefâatla (hayır
ve iyiliklere aracı, vasıta olmakla) şefâat ederse, bundan kendisine bir sevab
(hisse) vardır. Kim de kötü bir şefâatle (kötülüğe delil olmak ve yardım etmekle
veya kötülük çığırını açmakla) şefâatde bulunursa, ondan kendisine bir günah
payı vardır. Allah her şeye kadirdir" (en-Nisâ, 4/85) .
Şefâat-ı hasene, iman edip
Allah'ın ve kullarının haklarına riayetle beraber, mü'minlerin iyiliği için
uğraşmak, onları kötülüklerden ve zararlardan korumaya çalışmaktır. Şefaat-ı
seyyie, mü'minlerin ve insanların zarara uğramaları ve kötülüklere düşmeleri
için çalışmak ve kötülük çığırları açmaktır. Hangi hususta olursa olsun, bir
insan, menfaat sağlayıp zarara uğramasını engelleme yolunda sırf Allah rızası
için şefâatta bulunana dünyada ve ahirette bundan nasib ve ecir vardır. Kötülüğe
ve zararlara sebeb olanın da bu şefâat-ı seyyienin vebal ve günahından nasibi
vardır.
Ahiretteki şefâate gelince,
dünyada işlenen bazı günahların âhirette cezalandırılmasından vazgeçilmesi için
talebte bulunmak, aracı olmak ve bunun için dua etmektir. Şu halde şefâat, bir
mü'minin günahlarının bağışlanması için Allah'a dua edip yalvarmaktır. Nitekim
Hz. Peygamber (s.a.s.), "Her Peygamberin bir duası vardır. Ben ise, inşaallah
duamı kıyamet gününde ümmetime şefâat etmek için saklamak istiyorum" buyurmuştur
(Buhârî, Daavât, I; Tevhid, 31; Müslim, Nşr. M. Fuâd Abdulbaki, İman, 86).
Ahirette, kendilerine şefâat
izni verilen her şefi'in şefâatının sınırı, Allah katındaki yakınlığı ve
derecesi nisbetinde nail olacağı izin ve imkânın şâmil olduğu günahkâr mü'minler
ile mütenasibtir. Şefâat olunacak mü'minlerin de şefâat edilmeye lâyık olmaları
şarttır.
Allah'ın, kullarından faziletli
birisinin diğer bir mü'min için hayır isteğine icabet ederek bundan bir zararı
gidermesi, yahut onun günahlarını affetmesi, insanlara sonsuz nimet ve
lütuflarının bir kısmıdır. Mü'minin, mü'min kardeşinin günahlarının affı için
duası Allah katında ona şefâatı türündendir. Allah katında hayırlı bir kulun bu
duası ister dünyada iken sağ olan mü'min için olsun, ister ölmüş mü'min için
olsun yahud âhirette meydana gelsin aynıdır. Dünyada iken Hz. Peygamber
(s.a.s.)'in mü'minlere duası, onlara bir çeşit şefâatidir. O daha bu dünyada
hayatta iken mü'minlere dua ederek şefâatta bulunmuştur. Nitekim Hz. Âişe
(r.an)'nın naklettiğine göre, Rasûlüllah (s.a.s.) çok defa geceleri yatağından
kalkar, mü'min ölülere Allah'tan mağfiret istemek için "Bakîu'l-Ğarkad"
mezarlığına giderdi (Müslim, Cenaiz, 35).
Yüce Allah'ın kendi yanında
mukarreb ve derecesi yüksek bir kulunun diğeri hakkında şefâatını -birine kendi
katında itibarı olduğunu göstererek ikram için, ötekine zayıf ve muhtaç
olduğundan rahmet olarak- kabul etmesine aklen hiçbir engel yoktur. Allah'ın
âhirette, peygamberlerine ve râzı olduğu bir takım zatlara şefâat etmeleri için
müsaade etmesi, kendisinin bileceği adalet ve lütuf kanununa dahil olan
hikmetindendir. Uhdesinde kul hakları bulunanlar hariç, günahkâr mü'minleri
Allah Teâlâ'nın, Lütuf ve fazlıyla affetmesi caiz olunca, peygamberler, mukareb
ve iyi kimselerden birinin şefâatına mazhariyetleri halinde bunların Allah'ın
mağfiretine nail olmaları da mümkündür.
Ahirette şefâatın olacağı Kitab
ve sünnetle sabittir:
Peygamber, velî, şehid ve
bildikleri ile amel eden imanlı âlimler ve kâmil mü'minler gibi Allah'ın müsaade
ettiği, rızasına mazhar olmuş, nezdinde bir değer ve yakınlığa erişmiş kimselere
şefâat etme izni verilebilecektir (el-Bakara, 2/255; Yûnus, 10/3; Meryem, 19/87;
Tâhâ, 20/109; ez-Zuhruf, 43/86).
Peygamberler ve diğer
şefâatçıların şefâatları, Allah'ın râzı olacağı ve haklarında şefâat edilmeğe
izin verdiği kimseler hakkında olacaktır (el-Enbiyâ, 21/27-28; ed-Duhân,
44/41-42; Buharî, Cihad, 189; Müslim, İmare, 6).
Kâfirler için şefâat kapıları
kapalıdır (el-Bakara, 2/48, 123, 254; en-Nisâ, 4/116; el-A'râf, 7/53; el-Mü'min,
40/18; es-Secde, 32/4; ez-Zümer, 39/44; el-Müddessir, 74/48; el-İnfitâr, 82/19).
Peygamberler bile kâfirlere şefâat edemeyeceklerdir. Kâfirler layık oldukları
cezâlarını çekeceklerdir. Hz. İbrahim'in -âhirette babası ile karşılaştığında-
onun için hiçbir şefâatta bulunamaması, Allah'tan "Kâfirlere ben cenneti haram
kıldım " cevabını alması da buna delâlet eder (Buharî, Tefsir, Sûre 26). Bu
konuyla ilgili olarak (bkz. Buharî, Enbiya, 8; Tefsir, Sûre 6; Rikak, 45, 53;
Müslim, Fadail, 9). Yalnız Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadisinde, şefâatı
sebebiyle amcası Ebû Talib'in ateş çukurunun topuğuna kadar gelen yerinde
bulunacağını söylemiştir (Buharî, Meğazi, 73; Müslim, İman, 90). Bu da sadece
Rasûlüllah'a tanınan bir şefâat hakkı olsa gerektir. Çünkü Ebû Talib,
Rasûlüllah'a pek çok yardım ve iyiliklerde bulunmuştur.
Peygamberlerin şefâatı:
Âhirette peygamberlerin hepsine mü'minlere şefâat etme hakkı tanınmıştır (Buhârî,
Rikak, 45; Tevhid, 33; Müslim, İman, 81;Ebû Dâvûd, Cihâd, 26;Ahmed b. Hanbel,
Müsned, III, 94 vd. 325, V, 43; Tirmizî, II, 66).
Her peygamber kendi ümmetine
şefâat edecektir (Buhârî, Tefsir Sûre 18). İnsanlar muhakeme olunmak için
mahşerde toplandıklarında, peygamberler, "Allah'ım selâmet ver, Allah'ım selâmet
ver" diye duâ edeceklerdir (Buhârî, Rikak, 52; Müslim, İman, 81). Peygamberlerin
ve Hz. Peygamberin şefâatı "Şübpesiz ki Allah, kendisine eş tanınmasının (şirk
kosulmasının) günahını yargılamaz. Ondan başka dileyeceği kimsenin günahını
mağfiret eder" (en-Nisâ, 4/116) âyetinin hükmünce, Allah'ın izniyle mü'minlere
şamil olabilecektir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) hadislerinde büyük günah
işleyenler de dahil, mü'minlerin şefâatına nail olacaklarını söylemiştir (Buhârî,
Rikak, 51; Ebû Dâvûd, es-Sünne, 20; Tirmizi, II, 66).
Peygamberler içinde ilk defa
şefâat edecek ve şefâatı kabul olunacak peygamber, Hz. Muhammed (s.a.s.)'dir.
(Müslim, Fadâil, 2). Âhirette Hz. Muhammed (s.a.s.)'in bu ilk şefâatı, mahşer
halkının muhakemeye başlanılması hakkındaki umûmî ve büyük şefâattır. Hz.
Peygamber (s.a.s.)'in bir çok hadis kitaplarında zikredilen bu büyük şefâatının
(eş-Şefâ'atü'l'uzmâ) ana hatları şöyledir: Allah, insanların hepsini düz ve
geniş bir sahâda hüküm ve hesab için toplayacaktır. Orada insanların meşakkat ve
gamı dayanılmayacak bir dereceye varacaktır. Bu sırada insanların bir kısmı,
diğer bir kısmına, "Size erişen şu fâciayı görmüyor musunuz? Rabbinize size
şefâat edecek birisine gidiniz" derler. Sırasıyla Âdem (a.s.), Nûh (a.s.),
İbrahim (a.s.), Mûsâ (a.s.) ve İsâ (a.s.) peygamberlere gelirler. Bu
peygamberlerden her biri onları diğerine gönderir. Nihayet Hz. İsâ, onları Hz.
Muhammed (s.a.s.)'e gönderir. O vakit Hz. Peygamber (s.a.s.) Arş'ın altında
secdeye kapanır. Allah ona secdesinde yapılacak hamdlerin en güzelini ilham
eder. O Allah'a hamdettiği sırada "Başını kaldır, işte, verilir. Şefâat eyle
şefâatın kabul olunur" cevabını alır. Muhakemeye başlanır. Bundan sonra Hz.
Peygamber'in şefâatıyla imanlılardan bir miktar cehennemden çıkarılır.
Rasûlüllah, bir kaç defa daha secdeye kapanarak Allah'a hamd ve dua eder. En
nihayet onun şefâatıyla, Allah'ın izin ve takdiri dahilinde mü'minlerden büyük
bir çoğunluk cehennemden çıkarılacaktır. İşte Hz. Peygamber (s.a.s.)'in haiz
olduğu bu şefâat makamı "Makâm-ı Mahmûd"dur (el-İsrâ', 17/79; Buhârî, Tevhid,
24; Müslim, İman, 84).
Hz. Peygamber'in şefâatıyla
hesaba ve sorguya çekilmeden Cennet'e girecekler de olacaktır (Buhârî, Tefsir,
Sûre 18; Müslim, İman, 84).
Cennet'te derecelerin
artırılması için ilk şefâat edecek peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)'dir. Bundan
dolayı Hz. Peygamber bir hadisinde, "Cennet'te insanların ilk önce şefâatte
bulunanı benim" buyurmuştur (Müslim, İman, 85).
Mu'tezile, Cennet'te
derecelerin artırılması için yapılacak şefâattan başka şefâatları kabul etmez.
Muhiddin BAGCECI