Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Şefâatin Mâhiyeti
Şefâatin Mâhiyeti
Şefâatin Mâhiyeti:
Allah'ın şefaat için kimlere
izin verdiği veya vereceği konusunda kesin bir şey söylemek mümkün değildir.
Çünkü bu Rabbimizin bileceği bir konudur. Şu kadar var ki, şefaati yardım etmek,
birinin zarardan kurtulması için dua etmek, iyi bir şeye öncülük manasıyla
alırsak, mü'minlerin ve salih insanların diğer kimseler hakkındaki dualarını,
şehidlerin ve çocukların yakınlarına dua etmelerini, peygamberlerin ümmetleri
için yalvarmalarını bu şefaat kapsamı içerisinde düşünebiliriz.
Şefaati, bir kimseyi azaptan
kurtarmak için Allah'a aracı olmak şeklinde düşünürsek; bu, olmayacak bir
şeydir. Hiç kimsenin bir başkasını azaptan kurtarmaya yetkisi olmadığı gibi gücü
de yoktur. Bir çok hadis-i şerifte geçtiği gibi Peygamberimiz (s.a.s.) ümmeti
için şefaat etmeye izinlidir. O, mü'minlerin günahlarının bağışlanması için
Allah'a dua etmiştir ve Ahirette yine dua edecektir (Müslim, Cenâiz 102-103,
Hadis no: 974, 2/669). ?Her peygamberin kabul edilen bir duası vardır. Diğer
peygamberler o duayı yapmakta acele ettiler. Ben ise bu duamı Kıyamet gününde
ümmetime şefaat için sakladım. Ona, ümmetimden şirk koşmayanlar
kavuşacaklardır.? (Buhârî, Deavât 1, 8/82; Müslim, İman 334-342, Hadis no:
198-199, 1/188; İbn Mâce, Sünnet 37, Hadis no: 4307, 2/1440; Tirmizî, Deaavât
141; Kütüb-i Sitte, 14/403).
?Şefaatim, ümmetimden büyük
günah işleyenler içindir.? (Ebû Dâvud, Sünnet, Hadis no: 4739, 4/236; İbn
Mâce, Zühd 37, Hadis no: 4310, 2/1441; Tirmizî, Kıyame 11, Hadis no: 2435,
4/625). Bunlara benzer bir çok hadiste Peygamberimiz'in şefaat izni olduğunu
görmekteyiz. Bu şefaat elbette onu hak edenler içindir.
İnkâr edenler için şefaat
kapısı kapalıdır. Bütün peygamberler, kendilerine inanan mü'minlere, yani kendi
ümmetlerine şefaat etme iznini alacaklardır. Allah'a şirk koşanlar ise
bu şefaatten yararlanamazlar. Onlar, dünyada iken kendilerine gelen elçileri
ve onların haber verdiği Âhireti kabul etmiyorlardı. O elçileri alaya alıyorlar,
Rablerine isyan ediyorlar, ya da Allah'tan başka ilâhlar ediniyorlardı. Bu
nedenle onların orada yardımcıları ve bir şefaat edicileri yoktur. Onları
azaptan kurtaracak, ya da cezalarını hafifletecek bir velileri de olmayacaktır.
Peygamberimizin şefaati
mü'minlerin bağışlanması, makamlarının daha da yükseltilmesi için bir dua ve
yakarış olarak gerçekleşecektir. Şefaat olunacak mü'minlerin de şefaat edilmeye
lâyık olmaları şarttır. Şüphesiz ki Allah'ın affetmeyeceği bir kimse için
Peygamber af ve bağışlanma dilemez.
Şefâat, bir yönüyle de
yardımdır; Bir kimseye faydalı olmak, ona iyiliğin gelmesine aracı olmak, bir
kötülüğün ondan uzaklaşmasına yardımcı olmaktır. Bu şefâat çeşitli şekillerde
olabilir. Nitekim Peygamberlerin tebliği, insanları Hakka daveti bir şefaat
olduğu gibi onların, ümmetleri için dua edip affedilmelerini istemeleri de bir
şefâattir.[1]
Bir kimsenin bağışlanmasını
istemek; bir kimseden, başka bir kimse için iyilik yapmasını ve zarardan
vazgeçmesini rica etmek; yardım etmek; başkası hesabına yalvarmak, rica etmek;
birinin önüne düşüp işinin görülmesi için dua ve niyazda bulunmak. Şefâat edene
eş-şâfi', eş-şefi (başkası lehine taleb eden) denilir.
Şu ayette şefâat; aracı olmak,
yardım etmek ve öncülük etmek anlamlarına gelir:
"Kim güzel bir şefâatla
(hayır ve iyiliklere aracı, vasıta olmakla) şefâat ederse, bundan kendisine bir
sevab (hisse) vardır. Kim de kötü bir şefâatle (kötülüğe delil olmak ve yardım
etmekle veya kötülük çığırını açmakla) şefâatde bulunursa, ondan kendisine bir
günah payı vardır. Allah her şeye kadirdir." (en-Nisâ: 4/85)
Şefâat-ı hasene, iman edip
Allah'ın ve kullarının haklarına riayetle beraber, mü'minlerin iyiliği için
uğraşmak, onları kötülüklerden ve zararlardan korumaya çalışmaktır. Şefaat-ı
seyyie, mü'minlerin ve insanların zarara uğramaları ve kötülüklere düşmeleri
için çalışmak ve kötülük çığırları açmaktır. Hangi hususta olursa olsun, bir
insan, menfaat sağlayıp zarara uğramasını engelleme yolunda sırf Allah rızası
için şefâatta bulunana dünyada ve ahirette bundan nasib ve ecir vardır. Kötülüğe
ve zararlara sebeb olanın da bu şefâat-ı seyyienin vebal ve günahından nasibi
vardır.
Ahiretteki şefâate gelince,
dünyada işlenen bazı günahların âhirette cezalandırılmasından vazgeçilmesi için
talebte bulunmak, aracı olmak ve bunun için dua etmektir. Şu halde şefâat, bir
mü'minin günahlarının bağışlanması için Allah'a dua edip yalvarmaktır. Nitekim
Hz. Peygamber (s.a.s.), "Her Peygamberin bir duası vardır. Ben ise, inşaallah
duamı kıyamet gününde ümmetime şefâat etmek için saklamak istiyorum."
buyurmuştur.[2]
Ahirette, kendilerine şefâat
izni verilen her şefi'in şefâatının sınırı, Allah katındaki yakınlığı ve
derecesi nisbetinde nail olacağı izin ve imkânın şâmil olduğu günahkâr mü'minler
ile mütenasibtir. Şefâat olunacak mü'minlerin de şefâat edilmeye lâyık olmaları
şarttır.
Allah'ın, kullarından faziletli
birisinin diğer bir mü'min için hayır isteğine icabet ederek bundan bir zararı
gidermesi, yahut onun günahlarını affetmesi, insanlara sonsuz nimet ve
lütuflarının bir kısmıdır. Mü'minin, mü'min kardeşinin günahlarının affı için
duası Allah katında ona şefâatı türündendir. Allah katında hayırlı bir kulun bu
duası ister dünyada iken sağ olan mü'min için olsun, ister ölmüş mü'min için
olsun yahud âhirette meydana gelsin aynıdır. Dünyada iken Hz. Peygamber
(s.a.s.)'in mü'minlere duası, onlara bir çeşit şefâatidir. O daha bu dünyada
hayatta iken mü'minlere dua ederek şefâatta bulunmuştur. Nitekim Hz. Âişe
(r.an)'nın naklettiğine göre, Rasûlüllah (s.a.s.) çok defa geceleri yatağından
kalkar, mü'min ölülere Allah'tan mağfiret istemek için "Bakîu'l-Ğarkad"
mezarlığına giderdi.[3]
Yüce Allah'ın kendi yanında
mukarreb ve derecesi yüksek bir kulunun diğeri hakkında şefâatını -birine kendi
katında itibarı olduğunu göstererek ikram için, ötekine zayıf ve muhtaç
olduğundan rahmet olarak- kabul etmesine aklen hiçbir engel yoktur. Allah'ın
âhirette, peygamberlerine ve râzı olduğu bir takım zatlara şefâat etmeleri için
müsaade etmesi, kendisinin bileceği adalet ve lütuf kanununa dahil olan
hikmetindendir. Uhdesinde kul hakları bulunanlar hariç, günahkâr mü'minleri
Allah Teâlâ'nın, Lütuf ve fazlıyla affetmesi caiz olunca, peygamberler, mukarreb
ve iyi kimselerden birinin şefâatına mazhariyetleri halinde bunların Allah'ın
mağfiretine nail olmaları da mümkündür.
Ahirette şefâatın olacağı Kitab
ve sünnetle sabittir:
Peygamber, velî, şehid ve
bildikleri ile amel eden imanlı âlimler ve kâmil mü'minler gibi Allah'ın müsaade
ettiği, rızasına mazhar olmuş, nezdinde bir değer ve yakınlığa erişmiş kimselere
şefâat etme izni verilebilecektir.[4]
Peygamberler ve diğer
şefâatçıların şefâatları, Allah'ın râzı olacağı ve haklarında şefâat edilmeğe
izin verdiği kimseler hakkında olacaktır.[5]
Kâfirler için şefâat kapıları
kapalıdır.[6]
Peygamberler bile kâfirlere şefâat edemeyeceklerdir. Kâfirler layık oldukları
cezâlarını çekeceklerdir. Hz. İbrahim'in -âhirette babası ile karşılaştığında-
onun için hiçbir şefâatta bulunamaması, Allah'tan "Kâfirlere ben cenneti
haram kıldım" cevabını alması da buna delâlet eder.[7]
Yalnız Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadisinde, şefâatı sebebiyle amcası Ebû
Talib'in ateş çukurunun topuğuna kadar gelen yerinde bulunacağını söylemiştir.[8]
Bu da sadece Rasûlüllah'a tanınan bir şefâat hakkı olsa gerektir. Çünkü Ebû
Talib, Rasûlüllah'a pek çok yardım ve iyiliklerde bulunmuştur.
[9]
[1]
Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, s. 607.
[2]
Buhârî, Daavât: 1; Tevhid: 31; Müslim, Nşr. M. Fuâd Abdulbaki, İman: 86.
[3]
Müslim, Cenaiz: 35.
[4]
el-Bakara: 2/255; Yûnus: 10/3; Meryem: 19/87; Tâhâ: 20/109; ez-Zuhruf:
43/86.
[5]
el-Enbiyâ: 21/27-28; ed-Duhân: 44/41-42; Buharî, Cihad: 189; Müslim, İmare:
6.
[6]
el-Bakara: 2/48, 123, 254; en-Nisâ: 4/116; el-A'râf: 7/53; el-Mü'min: 40/18;
es-Secde: 32/4; ez-Zümer: 39/44; el-Müddessir: 74/48; el-İnfitâr: 82/19.
[7]
Buharî, Tefsir, Sûre 26; Bu konuyla ilgili olarak bkz. Buharî, Enbiya: 8;
Tefsir, Sûre 6; Rikak: 45, 53; Müslim, Fadail: 9.
[8]
Buharî, Meğazi: 73; Müslim, İman: 90.
[9]
Muhiddin Bağçeci, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/17-18.