Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Din ve Sentezcilik .
Din ve Sentezcilik
Din ve Sentezcilik
Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de mealen şöyle
buyurmaktadır:
?(...) Biz sana bu kitabı, her şeyi açıklayan ve
müslümanlara yol gösterici, rahmet ve müjde olarak indirdik.?
(Nahl: 16/89)
Bu Ayet?i Kerime'den de anlaşılacağı üzere kendi
irâdemizi kullanarak, özgür tercihlerimizi yaparak kalkınmak, gelişmek,
ilerlemek, yaşamı kolaylaştırmak, daha müreffeh ve mutlu olmak için eskilerin
bulamadığı yeni yeni sistemler keşfetsek bile bütün girişimlerimizde, düşünüş
ve yaklaşım tarzlarımızda kopamayacağımız birçok temel değerler, uymak
zorunda olduğumuz kesin kurallar vardır ki bunlar, Allah Teâlâ tarafından
açıklanmıştır.
Yüce Allah'ın koyduğu kurallar ve belirlediği
değerler ise evrenseldirler, birer doğa yasasıdırlar. Bu kurallar ve değerler,
şu veya bu ırkın, kendi lehinde ya da başka bir milletin aleyhinde
kullanabileceği özellikte değillerdir.
Örneğin imanın şartları olan: Allah'a,
meleklere, kitaplara, peygamberlere, âhiret gününe ve kadere inanmak gibi
kuralların hangi biri, belli bir milletin ya da ırkın kültür değerlerine göre
değişebilir veya yeniden düzenlenebilir? Keza İslamın dinamikleri olan: Namaz,
oruç, hac, zekât ve cihad gibi ibadetlerin hangi biri, şu veya bu milletin,
zevk, anlayış ve mantalitesine göre değiştirilebilir? Kur'ân'ın ve İslam'ın
dili evrenseldir. Bu dil, (deyim yerindeyse) artık arapçadan çok ?Allahça? dır.
Nitekim bizzat araplar, Kur'ân-ı Kerim'in karakteristik üslubu olan arapçaya:
?El-Luga'tül-Fushâ?, kendi aralarında kullandıkları üsluba ise,
?El-lehce'tüd-Dârice? veya ?El-lehce'tül-Ammiyye? diyerek ikisini hem
birbirinden ayırmakta, hem de birincisini kutsal kabul etmektedirler. Çünkü bu
üslup vahyin dili olarak artık evrensel bir anlam kazanmıştır.
İslamı herhangi bir milletin kültür değerleriyle
karakterize etme gayreti o milleti yüceltemez. Bu gayretlerin, evrensel din
kavramı çerçevesinde akılcı bir açıklaması bulunmadığı gibi İslamın imânî ve
amelî cepheleriyle de uzlaşacak herhangi bir yanı yoktur. Dolayısıyla böyle bir
gayret o toplumu İslam'dan ve onun yüce değerlerinden daha çok uzaklaştırır.
Bu da o milletin İslam Ümmet'inden kopmasına neden olur.
Bu tür ırkçı kampanyalar aslında sinsi ve siyasi
birer harekettirler. Bu gayretlerin temelinde İslam'a hizmet konusunda
toplumun katkıları bulunduğunu ortaya koymak amacı da yoktur. Çünkü İslam'a
hizmet etmenin en büyük şartı, -her şeyden önce- İslam Ümmeti'nin birlik ve
beraberliğini sağlamak ve korumak için -Allah'ın emirleri doğrultusunda- dünya
müslümanlarıyla ülkü birliği içinde olmaktır; Bundan dolayı da gerek fert
gerekse toplum olarak -İslama hizmet karşılığında- herhangi bir Ünvan ve ödül
aranmamalıdır. Çünkü böyle bir arayış, İslam'ın, mensupları için öngördüğü
ahlâk ve erdemlere aykırıdır. Nitekim Türkçede ?meçhul asker? deyimi bu temel
kuralı sembolize etmektedir. Dolayısıyla, İslam öncesi cahiliyetinin
özlemlerine dayanan tehlikeli ve yıkıcı sentezcilik akımlarına karşı dünyanın
her yerinde müslümanların uyanık ve duyarlı olmaları gerekir.
Dünya müslümanlarının birliği, beraberliği ve
mutluluğu, keza ümmetin varlığı, devamı ve İnsanlık dünyasına karşı
sorumluluğunu yerine getirebilmesi Kur'ânî değerlerin aynen korunmasına
bağlıdır. Halbuki sentezcilik bu değerlere bölgesel karakterler vererek, onlara
farklı içerikler kazandırarak dejenere etmekte ve tüm müslümanların malı
olmaktan çıkarmaktadır.
Çok iyi bilmek gerekir ki Yüce İslam, bir inanç
ve düşünce sistemi olarak, aynı zamanda bir yaşam ve yönetim biçimi olarak hiç
bir ırkın, hiç bir milletin kültür malzemeleriyle sentezlenemez. İslam böyle bir
yozlaşma ve küçülmeden münezzehtir.
Bunu imkansızlaştıran nedenlere gelince:
1-
Her şeyden evvel İslam evrenseldir. Allah Teâlâ, bütün âlemlerin, dolayısıyla
her çeşit insan topluluklarının da yaratıcısı, terbiyecisi ve
yargılayıcısıdır.
[1]
Keza Hz. Peygamber (sav) bütün âlemlere rahmet elçisi olarak gönderilmiştir.
[2]
Şu halde bir insan veya bir topluluk, içtenlikle ve bilinçle müslüman
olduğunu kabul ve ikrar ettiği takdirde kendi milli ve ırki kültür değerlerini
İslam'a bulaştırma girişiminde bulunamaz.
Ne varki eskiden Şaman, Buda, Mani ve Mazdek
dinlerine bağlıyken müslüman olmuş milletler, bu dinlerin birtakım kir ve
pasaklarından birtürlü kurtulamadıkları için bunları -ne yazık ki-
vaktiyle İslam'a bulaştırmışlardır. Nitekim mistik akımlar bu şekilde oluşma
imkânını bulmuş ve tarikat denen rûhânî örgütler bu sızıntılara dayanarak
peydahlanmış ve kurumlaşmışlardır. Buna rağmen İslam âlimleri, şu veya bu
sebeple İslam'a sızmış olan sapkın inanç ve felsefeleri ayıklamaya çalışmış,
müslümanları bu tür İslam dışı akımlardan uzak durmaya çağırmışlardır.
2-
İslam bir bütündür. Hiç kimse ne kendi adına, ne de bir millet veya ırk adına bu
bütünlüğü bozma hakkına sahip değildir. Bu bütünlük ise Kur'ân-ı Kerim'le
tescil edilmiştir.
[3]
Bu nedenle araplara göre ayrı, farslara göre ayrı, türklere göre ayrı bir İslam
modeli yoktur. Bilakis İslam, kendi asîl, cihanşümûl ve güçlü temel ölçüleri
içinde herkes ve her millet tarafından aynen anlaşılır ve aynen uygulanır.
İslamın ruhuna aykırı olmayan her millete ait
birtakım kültürel değerler, gelenek ve göreneklerden sayılır. Bunlar elbetteki
dokunulmaz anlayışlardır. Örneğin bir toplum eğer pijama ile sokakta gezmeyi
ayıp sayıyorsa o toplumu rahatsız etmemek bakımından yabancı bir müslüman bu
örfe uymak durumundadır. Fakat bu tür bölgesel özellikler ve bazı değer
yargıları, hiç bir zaman İslamın bizâtihi kendisi veya doğrudan yorumu
olamazlar. Örneğin çeşitli giyim kuşam şekilleri, bazı görgü kuralları, mimari
ve edebi sanatlar, fahiş[4]
olmayan folklorik değerler, bilimsel ve teknik sistemler, stratejiler ve
cahiliyet dönemini asla içine almayan (sırf İslam dönemiyle sınırlı olan) ortak
tarihi anlayışlar bu değerlerden sayılır. Çünkü müslümanlar tarafından -İslamî
ruha uygun olmak kaydıyla- her zaman bulunabilecek çözümlerle, yapıcı yorumlar
ve yeniliklerle elbette ki İslam'a daha iyi hizmet etmek mümkün olacaktır.
Müslümanlar bu hizmetlerden yararlanacak, kalkınıp güçleneceklerdir. Eğer amaç
bu olursa İslamın kapıları, şemsiyesi altındaki her milletin olumlu,
birleştirici ve tüm islam ümmetinin yararlarını gözetleyici çalışmalara daima
açık olacaktır.
Ancak bu konudaki değer yargıları, (İslam'a
tamamen zıt bir ruhu çağrıştıran) İslamdan önceki cahiliyet dönemine karşı bir
sempati şeklinde ortaya çıkacak olursa böyle bir eğilim, İslam'ın çemberi
içinde hiç bir zaman kendine bir yer bulamayacaktır. Nitekim ?Türk-İslam
Sentezi? işte bu sempati üzerinde temellendiği için ?din? kavramının
sentezciler tarafından spekülatif amaçla kullanıldığı gâyet açıktır. Bizzat
kendi ifadeleri bunu kanıtlamaktadır.
[5]
Sonuç olarak hak ile batılı eşit saymak, küfürle
imanın aynı zamanda aynı yüreğe girebileceğine inanmak, İslamı cahiliyetle
uzlaştırmak, Allah' (cc) a, Allah'ın koyduğu ölçüler içinde boyun eğmemiş eski
kuşakları mümin atalar gibi sevmek ve onları rahmetle anmak (!) ne demek ise
işte sentezcilik de o demektir. Yüce İslam ise bu korkunç çelişkiye açık
olamaz.
[6]
[1]
Fatiha: 1/1, 2, 3
[2]
Enbiya: 21/107, Sebe: 34/28
[3]
Casiye: 45/18
[4]
A'raf: 7/28, Nahl: 16/90
[5]
?İslamcılar da Osmanlıcılar kadar şiddetli ve terbiyesiz olmamakla birlikte
Türk milliyetçilerini suçlamışlardır. Kullandıkları başlıca kelimeler
kavmiyetçilik, ırkçılık, şeriata aykırı davranışlar ve dinsizliktir.
Özellikle İslamiyet öncesi Türk varlığını küçümsemiş, kötülemeyi bir
marifet saymışlardır.?(Galip Erdem, Suçlamalar: 1/21, Töre-Devlet Yayınevi
-İkinci baskı- Ankara -1975)
[6]
Ferit Aydın, İslam'da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 43-46.