Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
?Bilim?le ?İlim? Aynı Şey mi?.
Yeni Sayfa 1
?Bilim?le ?İlim? Aynı Şey mi?
Öncelikle günümüz kabulü ve kullanışı
ile ?ilim?le ilgili bilmemiz gereken şudur: ?Bilim?, ?ilim? karşılığı değildir.
İslâm'ın belirlediği ?ilim? ile, modern cahiliyyenin belirlediği ?bilim? başka
başka şeylerdir. Bu iki kavram, hem konuları, hem içerikleri, hem de yöntemleri
ve alanları bakımından doğru ile yanlış kadar birbirinden farklıdırlar. Gerçi
bilim, bazı bakımlardan ilim kavramının içinde sayılabilir; fakat ilim, bilimin
dar kalıpları içine sığdırılamaz. Çünkü bilim, kesinlikle ilmin ulaştığı yerlere
ulaşamamakta, onun alanını kapsamamaktadır.
Bilimin metodu ve alanı bellidir;
alanı madde, metodu da akıl ve deneydir, gözlem ve incelemedir. Halbuki, genel
anlamda ilmin yolu öncelikle ?vahiy? dir. Akılla birlikte nakildir. Alanı madde
kadar, hatta daha öncelikli ?mânâ? ve gayb âlemidir. Aslında ilim de bilim de
?gerçeği öğrenme? aracıdır. Fakat İslâm'a inanmış, Allah'a teslim olmuş ve vahiy
sistemini esas almış bir ilim adamının ?gerçek? (hakikat) dediği şeyle, bilim
adamının ?gerçek? (bilimsel gerçek) dediği şeylerin önemli bir kısmının
sınırları birbirinden farklıdır. Her şeyden önce, bilimin metodunda, hiçbir
öneri, hakikat ve inanç sistemi, deneyler ve bilimsel olaylar tarafından
desteklenmedikçe doğru ve gerçek kabul edilmez. İlim için bu kural, özellikle
vahiy ve gayb âlemi, iman gibi temel konularda olaylar ya da deneyler tarafından
desteklenmesi şart olmadığı gibi, bu aynı zamanda imkânsızdır da.
Bundan başka bilimde bir de nesnellik
özelliği vardır. Yani bilim adamı kişisel eğilim ve önyargılarının etkisi
altında kalmadan bulduğu sonucu olduğu gibi yansıtmalıdır. Bulgular inançlara
ters düşse bile yansızlıktan ve doğruluktan uzaklaşmamalıdır. Aynı kural, ilim
için de geçerli ve hatta gerekli bir kuraldır, ama inançlara ters düşmesi
halinde müslüman ilim adamının tutumu farklı olacaktır; eğer burada bilimin
bulgularının ters düştüğü inanç İslâm ise, işte o zaman ilim adamı inancından
yana olacaktır. Çünkü onun gözünde vahyin, İslâm inançlarının doğruluğu
mutlaktır, daha kesindir. Bilimin ortaya koyduğu bulgular, değişmez ve mutlak
değildir. Tenkit edilmek, zaman içinde iptal edilip değiştirilebilmek gibi bir
ârıza ve noksanlığı da beraberinde taşımaktadır. (Bundan üç-beş asır önce,
özellikle Ortaçağda bilimin doğruları ile şimdiki doğruları arasında
uzlaştırılması mümkün olmayan nice örnekler herkesçe bilinir.) Halbuki
müslümanın anlayışında, ilmin temel kaynağı vahiy olduğu için ilim, değişmezlik
ve mutlaklık gibi bir sağlamlığa ve sürekliliğe sahiptir.
Bilimin konularının büyük bir kısmı,
günlük yaşamın doğurduğu sorunlar ve ihtiyaçlardır. Yani dünyada daha kolay
yaşamak, maddî refahı sağlamak, yine maddî sorunları gidermek bilimin belli
başlı gayesidir. Halbuki ilmin gayesi, insana hem bu dünyanın hem de ölümden
sonraki sonsuz hayatın saadetini sağlayacak hayat tarzını belirlemektir.
(17)
Ayrıca bu iki kavramın, konuşma ya da
yazı dilinde kullanılışları ânında akla getirdiği ilk fikir ve çağrıştırdığı
anlamlar da farklıdır. İslâm'a inanmış bir toplumda ?âlim? kelimesi
kullanıldığı zaman akla ilk gelen, müslüman bilginlerdir, özellikle din
âlimleridir. Ama, mesela Newton, Einstein, Descartes gibi şahsiyetler ise ancak
?bilim? söz konusu edildiği zaman akla gelmekte ve onlara âlim denmeyip ?bilgin?
veya ?bilim adamı? denmektedir. Demek ki bilim, fizikçilerin, kimyacıların,
sosyologların, antropolog ve benzerlerinin (yani beşerin) -yine Allah'ın verdiği
yetenek ve imkân sınırları içinde- bulup ortaya koyduğu şeylerdir.
İlim ise, bu saydıklarımızın meşgul
oldukları alanları ve elde ettikleri sonuçları genelde reddetmeksizin, hatta
onları kendi kuralları içinde özümseyip yorumlamakla birlikte, aynı zamanda
bütün bunlara bir anlam kazandırıp faydalı ve meşrû bir yorum getiren vahiy
öğretisinin ortaya koyduğu sistemin incelenmesi ve kavranmasıdır. Mesela bilim,
savaş araçları ve silahlar, kimyasal bombalar üretir, bunların en etkili biçimde
işlemesi için araştırmalar yapıp yöntemler geliştirir. Bu silahların hedefleri
belirlenirken ölçü, yalnızca menfaat ve üstün gelme duygusudur; ahlâkî bir
ölçüsü ve duyarlığı yoktur. Halbuki dine bağlı ilmin kuralı, bunları insanlığın
maddî manevî kurtuluşu yolunda kullanmak şeklindedir. (18)
İlim kavramının hakiki anlamı, bilgi
birikiminden ziyade "anlayış ve idrâk" olmalıdır. Çünkü esas ilim, zihinde ve
hâfızada çok mâlumat taşımaktan öte, bilgi üretme ve meselelere çözüm bulma
yollarını bilmektir. İlim, zihinsel çabadır; ancak gönülle irtibatı olan zihnin
çilesi, bilgi kırıntılarını düzenli ve faydalı bilgi, yani ilim seviyesine
çıkarabilir.
İlim, iman etmeyi ve müslümanca
yaşamayı gerektirdiği halde, bugünkü bilim, câhiliyyenin iskeletine kan
pompalıyor. Bilim adına insanların âhiretleri mahv edildiği gibi, dünyaları da
perişan ediliyor. Eşkıya, terörist, satanist, ateist, ataist... bilim
kurumlarından yetişiyor; bilimsel maskeler takılarak dine, mutlak hakikate hücum
ediliyor. Bilim, artık salt ideoloji olma boyutundan çıkıp bir put haline gelmiş
durumdadır. Bilim, hayatta tek mürşit ve kılavuz kabul edilir, tek ölçüt olarak
alınırken, ?din? nazar-ı itibara alınmamış, hatta topyekün reddedilmiş oluyor.
Zira bunların âmentüsüne göre tek doğru, bilimin bize getirdikleridir. Dinin
getirdiği, Allah'ın gönderdiği, peygamberlerin yolu onları hiç mi hiç
ilgilendirmez; çünkü bunlar laboratuarlarda deneylerle doğrulukları kanıtlanan
bilimsel gerçekler değildir. Böyle bilimsel bir yaklaşımda âhiret hayatının,
cennetin, meleklerin, Allah'a kulluğun yeri yoktur.
Bu amentüye göre ilk insanı Allah
yaratmamış, insan tabiat tarafından tesadüf ve evrim sonucu başkalaşım ve
değişimle maymundan türemiştir. Ya da tüm müslüman çocuklara öğretildiği şekilde
ilk insan, Allah'tan direkt ilim alan, vahye muhatap olan yeryüzünün halifesi ve
efendisi bir peygamber değil; etleri çiğ çiğ yiyen, yarı insan yarı hayvan
vahşi bir mağara adamıdır. Okullarda bu câhilî bilgiler temel
alındığı için, dünyanın yaratılması değil, kendi kendine güneşten kopuşu
anlatılır; Din Kültürü ve Ahlâk dersinde kuşa benzetilmiş bir dine kültür olarak
lütfen yer verilmesi dışında, hiçbir ders kitabında ve hiçbir ders müfredâtında
vahye, Allah'a, dine ve mutlak doğrulara, yani ?ilm?e yer verilip verilmediği,
veriliyorsa ne kadar ve nasıl verildiği sorgulanmalı değil midir?
Hayır, sorgulanamaz! Kim sorgulayacak?
Vahiyden habersiz veya gerçek ilmin sorumluluğunun bilincinde olmayan, yine
câhiliyye kurumlarından câhilî bilgilerle yetişen, hayata bu bilim putunun
kriterleriyle bakan kimseler mi sorgulayacak bilim putunu, câhilî eğitimi,
câhiliyyeyi?
Ama unutmamalı; Allah, Musa'yı
Firavun'un kurumlarında yetiştirmiştir; yalnız, yine unutulmamalı ki Musa,
vahiyle yetişmiş, vahiyle beslenip yönlenmiş, Firavun'un öğrettiği bilimin
sağlamasını vahiyle test etmiştir. O günün bilimi sihirbaz yetiştirmede ne kadar
mâhirse, günümüzün câhilî kurumları da o kadar göz boyayıcıdır. Akı kara
gösterici, İslâm'ı irtica, depremin temel sebebinin Allah'ın ikazı ve takdiri
değil de fay hattı olduğunu yutturacak laf cambazlığı ve sihirbaz taktikleri
olduğu değerlendirilebilir. Ebu Cehillerin, Firavunların bilime yaklaşmaları ile
günümüzdeki bilime yaklaşım arasında; gâvur dediğimiz Johnların, Mary'lerin,
Adam Smithlerin ve müslümanım diyen bilimsel takılanların ilme bakış açısı
konusunda benzemeyen yönlerini gösterin gösterebilirseniz!..