Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
İlim, İslâmiyettir
İlim
İlim,
İslâmiyettir
Gerçek anlamdaki ilim, tamamen bir
Kur'an terimidir. Bu terim ilk defa Allah'ın kelâmında ve Rasülü'nün lisanında
kullanılmıştır. Bu kelimenin başka hiçbir dilde aslî manada karşılığı yoktur. Bu
bakımdan Yüce Allah'ın, Peygamberi ile gönderdiği hakikatler olmasaydı, bu
âlemde "ilim" diye bir kavram da olmazdı. Ve ilim haysiyetine sahip bir de
bulunmazdı. Belki olsa olsa beşerî ve câhilî planda mâlumatlar ve bilgi
yığınları bulunabilirdi ki, bunlar da derde deva bir şey sayılmazdı.
İlim kelimesi, türevleriyle beraber
Kur'an-ı Kerim'de 900 kadar yer geçmektedir; hem de bunun zıddı olan "cehil" ve
eş anlamlıları hariç tutulmak üzere. Âlemlerin Rabbi'nin insanlığa
bildirisi olmasaydı, bu âlemde
"bilinecek" ve bilinmeye değer bir şey bulunmayacağı gibi, ilim kavramı da
olmayacaktı. Çünkü vahyin bildirdiğinin dışında hakikat namına insanın bilme
iktidarında olduğu bilinmeye değer bir nesne ve hakikat mevcut değildir.
İnsanlık için anlamı olan, insanlığa felâh sağlayıcı, gerçeğin haberini veren,
kurtuluş yollarını gösteren, insanlığa insanca bir hayatın disiplinini bahşeden
bir ilme sahip olmayacaktı insanlık. Tıpkı şimdi küfür toplumlarının
sergilediği hal gibi ki, bilgileri çok; fakat kurtarıcı ilimleri yoktur.
Allah'ın ve Rasülü'nün insana tavsiye
ettiği ilim, en sağlıklı bir şekilde konusu ve gayesi ile tespit edilebilir.
Konusu itibariyle müslümana mahsu ilmi tanımak için Saadet asrına bakmamız en
uygundur. Bu gözle incelendiğinde hemen kolayca anlaşılır ki, Kur'an'ın ve
Peygamber buyruklarının insanlara tebliğ edildiği ilk dönemde, ortada vahiy
metinlerinden ve Allah Rasülü'nün söylediği ve yaptıklarında başka ilme konu
olacak hiçbir malzeme mevcut değildi. Bütün mesele ve yegâne maksat, Allah
kelâmı ile beraber "hadis" dediğimiz Peygamber tavsiyeleri ve buyruklarının,
insanların kalbine ve zihnine nakşedilmesinnden ibaretti.
Sahabe-i Kiramın bir kısmı Kur'an
ayetlerini yazarak, çoğu da bunları ve Rasülullah'ın söylediklerini
ezberleyerek, bir yandan da aralarında müzakere ederek "ilm"i koruyor, yayıyor
ve geliştiriyorlardı. Daha da önemlisi, bu öğrendiklerini "yaşıyor", eski
bâtıllarını atıp yeni hayat tarzının gereklerine göre vaziyet alıyorlardı. Her
öğrenilen yeni şey, mutlaka hayatlarında ve tavırlarında bir değişikliğe sebep
oluyordu. İlim buydu, öğrenilen ve öğretilen Allah'ın kelâmı, Rasülü'nün beyanı
ve tavsiyeleri idi. Çünkü istenen ve emredilen de bundan başkası değildi. İlk
emir "oku!" emri, vahy kitabı Kur'an dışında başka bir kitaba mı işaret
ediyordu? Rasülullah ve sahabe "oku!" emrinden neyin okunmasını
anlıyordu?
Rasülullah'ın dönemindeki durumdan da
kolaylıkla anlaşılıyor ki, ilme konu olan, birinci planda Allah'ın Kitabı ile
Rasülü'nün sünneti idi. Kadın-erkek her müslümana farz olan ilmin de öncelikle
bundan başkası olduğu söylenemez. Bu bakımdan, özellikle müslümanlar için ilim
söz konusu olduğu ve İslâmî bir ilke olarak ilmin kıymetinden bahsedildiği
zaman, ilim lafzının kapsamı olarak: Allah'ın kelâmını, Rasülü'nün sözlerini ve
tavırlarını bilmeliyiz. Bu iki esasın özünü ve ruhunu, manasını ve mesajını
aksettiren her nevi kitap ve yazılı ürünler de bu cümledendir. Herhangi bir
yazılı eser, ancak bu ölçüye göre ve sadece bu şartla müslümanın ilmine esas
konu olabilir. Unutmamalı ki, bütün kitaplar, tek bir Kitab'ı daha iyi anlamak
ve yaşamak için okunur, okunmalıdır.
Bir müslümana göre, ilmin İslâm'dan
ibaret olduğu herhalde anlaşılmıştır. Yüce Allah, insanlığa bir din
gönderdi. Peygamber de o dinin öğretimi ile görevli idi.
Peygamber'in risalet görevi, ancak
"getirdiği şeyler"i insanlara anlatması ve öğretmesiyle tamamlanıyordu. Allah'ın
gönderdiğini insanlara tebliğ ve telkin etmekle din tamam olacaktı. Allah,
insanlara içlerinden bir Elçi göndermişti ve bu Elçi onlara "Kitabı ve
hikmeti öğretiyor"du. (3/Âl-i İmran, 164; 62/Cum'a, 2). Görülüyor ki
O'nun öğrettiği Kitap'tır ve dalâletten ancak bu Kitap'la kurtulabilir insan.
Onlar da önce açık bir dalâlet içinde idiler ve bu Kitap'la kurtuldular. Bu
demektir ki, çağlar boyunca gelmiş geçmiş ve kıyamete kadar da gelip geçecek
olan her toplum, yalnız bu öğreti ile kurtulacaktır sapıklıktan. İnsanlık, bu
vahyi kalbine yerleştirmekle gerçek kurtuluş yolunu bulacak, sonu felâha çıkan
dosdoğru yola girmiş olacaktır.
İlmin, özü ve aslı itibariyle
İslâm'dan ibaret olduğunu, Peygamberimiz'e "Onlar sana uymazlar; eğer sen de
sana ilim geldikten sonra onlara uyarsan zâlimlerden olursun." (2/Bakara,
145) şeklinde hitap edilmesinden de anlıyoruz. Buradaki "sana ilim geldikten
sonra" ifadesinden, ilmin İslâm manasına olduğu açıkça görülüyor. Çünkü
Peygamberimiz'e gelen ilim İslâm'dı. Bu ölçüyle, İslâm'ı konu ve yine onu gaye
edinmeyen bilgilerin bir müslümana göre ilim olmayacağı prensibini
benimsiyoruz. Bu ölçüye uymayan diğer mâlumatlar, bilgi yığınlarından, kafa
hamallığından ibarettir. Kişiye Allah'ı ve kendi sorumluluklarını hatırlatmayan,
onu Allah'tan uzaklaştıran bilgi yığınlarına ilim denilebilirmi? Ve İslâm
bunların faziletli olduklarını söyler mi? Kur'an ve Sünnet temel kaynaktır
müslüman için, müslümanın ilmi için. Bu temel kaynakları anladıktan ve onların
ruhuna nüfuz ettikten sonra, artık ikinci derecede önemli kitaplarla ilim
yolunda ilerlenebilir. Bu sağlam ölçü ile öğrenilen bütün bilgiler ve
karşılaşılan fikirler doğru istikamete yönlendirilir. Sağlam ölçüye, mutlaka
sahip olmalıyız; buna sahip olunmadan okunan şeyler zararlı olacaktır. Midesi
bozuk olan bir insana yediği şeyler zararlı olduğu ve bozukluğu artırdığı gibi,
sağlam bir inanç ve İslâmî hassâsiyete sahip olmayan kimsenin okuduğu şeyler de
onun fesadını artırır. İslâm, temel kaynaklarıyla okunup anlaşıldıktan sonra
insana hiçbir şey zarar veremez. Çünkü Hak bulunmuştur, ölçü ve terazi
mevcuttur, sağlama yapabileceğimiz mikyas belirlenmiştir; bâtıllar kolayca
seçilip reddedilebilir.
Yüce Allah'ın Kitab'ında, "ilm"
kökünden gelen lafızların bulunduğu ayetlere dikkatle bakıldığı zaman görülür
ki, Allah'ın kullarından öncelikle istediği, kendi birliğinin ve sıfatlarının
bilinmesi, Rab'lığının kabul edilip O'na teslim olunmasıdır. Bu cümleden olarak
insanın, imanını olgun ve kuvvetli hale getirmesi de ilk istenen şeylerdendir.
Yani, mutlak ve niteliksiz olarak soyut "bilgi", ne olursa olsun bilinip
öğrenme, hiçbir zaman övülmemiş, mutlak surette belli nitelikleri olan muayyen,
yani hayırlı ve faydalı bir ilim tavsiye edilmiştir. Allah katında değerli olan
ilim, insanın yakîn derecesinde bir imana sahip olmasını sağlayacak ilimdir.
(19)
Zaten İmam Gazali'nin de belirttiği
gibi asr-ı saadette de "ilim" sözü, Yüce Allah'ı, Kitabını ve kulların
fiillerinin hükümlerini kapsayan ilme verilen bir isimdi. Fakat zamanla insanlar
özellikle ilim kelimesini istismar ederek diledik manaya kullanmaya başladılar.
(20) Bunun doğal bir sonucu olarak da, ilimdeki öz ve gaye çoğu zaman
kaybedilmiş; ilim, bir gerçeğe ulaşmak için kullanılan "araç" olmaktan çıkarak
başlı başına bir "amaç" ve bir "meslek" haline gelmiştir.
Bir sosyal realitedir ki, bilmin
kucağında yetişmiş küfür çok daha etkinleşip azmanlaşıyor. Bilgi ile donanmış
küfür, tahribatını çok boyutlu ve yaygın olarak yürütme avantajına da sahip
bulunuyor. O yüzden İslâm, "câhil" ünvanını hiç bilmeyen bilgisize değil; yanlış
bilene, İslâm'la ilgili "ilm"e sahip olmayan ve vahyi kabul etmeyene veriyor.
Bunun için mutlak bilgisizlik ve hatta ilkellik, bilgili şerre nazaran daha az
zararlıdır denilebilir.
İlim, maldan çok daha hayırlıdır. Onun
için ilim, kendinden daha düşük bir şeye âlet ve köle yapılmamalı; ilmi basit
dünya menfaati uğrunda kullanmamalı, ilmi ve ilim sahibini harcamamalıdır. İlmin
kapısı Hz. Ali, şu tavsiyelerde bulunur: "Sana söyleyeceklerimi iyi belle.
İlim maldan hayırlıdır. İlim seni korur; malı ise sen korursun. İlim amel
edildikçe ve başkalarına verildikçe artar; mal ise harcandıkça eksilir. İlim
âlime hayatında itibar kazandırır, ölümden sonra da hayırla anılmasına vesile
olur; malın sağladığı yalancı itibar malla birlikte tümden kaybolur. Nice
zenginler vardır ki hayatta iken ölüdürler; Âlimler ise dünya durdukça
hayattadırlar." (21)