Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Benzeşenler

Benzeşenler


Benzeşenler



Tarihî Arka Plan:
Ebced
sistemini tarihte ilk kullananların Yahûdiler olduğunu biliyoruz. Bu sistemle
yapılan şey, bazı harflerin sayısal karşılıklarının toplanmasından ibârettir.
Kur'ân'ın inişi henüz tamamlanmamıştır. Yahûdiler, bazı sûrelerin başındaki
mukattaa harflerinin sayısal değerlerini ebced sistemi üzere toplarlar.
Buldukları rakamdan da, İslâm ümmetinin çok kısa bir süre yaşayacağı sonucuna
varırlar. Daha sonra da Hz.
Peygamber'e gelerek bu konuyu tartışırlar. İşte bu olay üzerine, Âl-i İmran
Sûresinin ilk bölümü indirildiği söylenir. Ancak bu rivâyet otoritelerce zayıf
görülmektedir. Bu konuda sağlam görülen bir rivâyet vardır. O da Hıristiyanlarla
alâkalıdır.
Kuzey Yemen'in verimli topraklarında büyük bir medeniyet yükselmiştir. Burası
Hıristiyan Necran'dır. Bütün Yemen bölgesine Hıristiyanlığı yayanlar işte bu
Necranlı ticaret adamlarıdır.

Necran'da, nüfusun çoğunluğunu Hıristiyanlar
oluşturmaktadır. Altmış kadar binitli bir heyet; eşraf, yönetici, piskopos ve
âlimleri ile birlikte Medîne'ye gelirler. Bunlar inançlarına o kadar bağlıdırlar
ki âlimlerinden birinin adı Abdu'l-Mesîh'tir. Yani, İsâ'nın Kulu. Bu heyette
Hıristiyanlığın üç farklı görüşü temsil edilmektedir. Bu görüşlerin temsilcileri
(Bunlar; Ebû Hârise, Abdu'l-Mesîh ve el-Ayhem'dir.)
Hz. Peygamberle tartışmak isterler. Konuları, kendi Tanrı anlayışlarının,
sonuçta Kur'ân-ı Kerîm tarafından da onaylandığı yolundaki iddialarıdır.


Necranlılar derler ki; Hz. İsâ, yeryüzündeki
kimselerden herhangi birisi gibi değildi. Çünkü onun bilinen bir babası yoktu.
Ayrıca daha beşikte bir bebek iken de konuşmuştu. Bütün bunları, Kur'ân'da da
görüyoruz. (?Beşikte ve yetişkin iken
insanlarla konuşuyordun.? 5/Mâide,
110. ?Beşikte ve yetişkinlikte insanlara konuşacak ve iyilerden olacaktır.?
3/Âl-i İmrân, 46; ayrıca bkz. 19/Meryem, 29.) Bu nedenle, onun Allah'ın oğlu
olduğunu kabul etmeniz gerekir. Oysa Kur'ân'a göre, babasız yaratılan sadece İsâ
değildir. Onun durumu, ilk insanın yaratılışına benzetilir: ?Allah katında
İsa'nın durumu kendisini topraktan yaratıp sonra ol demesiyle olmuş Adem'in
durumu gibidir.? (3/Âl-i İmrân, 59).

Necranlı heyetin bir başka iddiaları da şudur.
Kur'ân, Tanrının eylemlerini bazen; ?Yaptık, yarattık, indirdik...? (?Nitekim
Biz size, âyetlerimizi okuyacak, sizi her kötülükten arıtacak, size Kitabı ve
hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek aranızdan bir Peygamber
gönderdik. Artık Beni anın, Ben de sizi anayım; Bana şükredin, nankörlük
etmeyin. Ey inananlar! Sabır ve namazla yardım dileyin.
Allah, muhakkak ki sabredenlerle
beraberdir.? 2/Bakara,
151-153) gibi çoğul fiillerle
anlatmaktadır. (Bu anlatımlar, bir kralın elçisini huzuruna çağırıp ona talimat
verirken kullandığı çoğul ifadelere benzer. Krallar sıradan insanlar gibi
konuşmazlar. ?Ben diyorum ki? biçiminde söz söylerken, aniden üslup değiştirerek;
?Biz diyoruz ki?, yahut ?Kral diyor ki? biçiminde devam ederler. Kralın
yanındakiler bu durumu anlar. Diğerleri de zaten her şeyi bilmek ihtiyacında
değillerdir. Bkz; M. Hamidullah, adı geçen eser, Introductıon, Beyrut, 1973.)
Eğer Tanrı tek olsaydı, böyle çoğul değil, ?Yaptım, yarattım, indirdim...? gibi
tekil ifadeler kullanılırdı. Kur'ân'da; Melik/Kral olarak nitelenen Allah'ın
zâtının kast edildiği zamirler; O, Ben ve Biz biçiminde üç ayrı kullanım
gösterir. İlâhî nimet, itaat, ibâdet,
hidâyet, duâ, küfür, kibir ve fısk gibi; ulûhiyet, ubûdiyet
ve tevhidin vurgulandığı yerlerde tekil olan ?O' ve ?Ben' zamirleri kullanılır.
?Allah, O'ndan başka tanrı olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri,
her an yaratıklarını gözetip durandır.?
(2/Bakara,
255;
ayrıca bkz.
7/A'râf,
6, 29, 45).
Ama, yaratma, inşâ etme, diriltme,
yaşatma, indirme, okuma ve gönderme gibi olaylar ve bu olayların sebepleri kast
ediliyorsa, çoğul olan ?Biz' zamiri kullanılır.
?Sonra yeryüzünü iyice yarmakta ve
orada taneli ekinler, üzümler, sebzeler, zeytin, hurma ağaçları ve bahçelerde
koca koca ağaçlı meyveler ve çayırlar bitirmekteyiz.?
(80/Abese,
26;
ayrıca bkz.
15/Hicr,
9, 26, 66).
Fakat eğer bu tür âyetlerde itaat, ibâdet,
tevhit ve imana dikkat çekiliyorsa yine tekil olan ?Ben' zamiri kullanılır.
?Elinizde bulunan Tevrat'ı tasdik ederek indirdiğim Kuran'a inanın?
(2/Bakara,
41;
ayrıca bkz.
5/Mâide,
11;
2/Bakara,
33).
Bu hususta bir mukayese açısından şu bölüm ilginçtir. Art arda gelen üç âyette
her üç zamir de yukarıda yapılan tespitle uyumlu kullanılmıştır: ?Nitekim Biz
size, âyetlerimizi okuyacak, sizi her kötülükten arıtacak, size Kitabı ve
hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek aranızdan bir Peygamber
gönderdik. Artık Beni anın, Ben de sizi anayım; Bana şükredin, nankörlük etmeyin.
Ey inananlar! Sabır ve namazla
yardım dileyin. Allah, muhakkak
ki sabredenlerle beraberdir.? (2/Bakara,
151-153).
Yine; bir âyet indirilmesini anlatan şu ifade çoğul zamirle, fakat devamında
ıkâb kelimesiyle öteki hayattaki azabı hatırlatan bölüm tekil zamirle gelmiştir.
?Onlar da âyetlerimizi yalanladılar. Allâh da onları günâhlarıyla yakaladı.
Allah'ın ıkâbı çetindir? (3/Âl-i
İmrân, 11). Oysa aynı anlamdaki ve hemen
hemen aynı kelimelerden oluşan şu âyette, aynı zamanda bu hayattaki azap da
mevzû bahis olduğundan, helâk durumunu bildiren zamir çoğul getirilmiştir.
?Rablerinin âyetlerini yalanlamışlardı; Biz de onları günâhlarıyla mahvetmiştik
ve Firavun âilesini boğmuştuk.? (8/Enfâl, 54). Demek ki Hz. İsâ'nın üçün
üçüncüsü yani Baba, Oğul ve Ruhu'l-Kudüs gibi üç uknumdan birisi olduğunu Kur'ân
da onaylamış bulunuyor. (Oysa Kur'ân, onların bu inancını bir küfür olarak
niteler; ?Allah, üçün üçüncüsüdür' diyenler elbette kâfir olmuşlardır. Yalnız
bir tek tanrı vardır, başka tanrı yoktur.? (5/Mâide, 73). ?Ey Kitap ehli,
dîninizde taşkınlık etmeyin ve Allah hakkında gerçek olmayan şeyleri söylemeyin!
Meryem oğlu Îsâ Mesîh, sadece Allah'ın elçisi, O'nun Meryem'e attığı kelimesi ve
O'ndan bir ruhtur. Allah'a ve elçilerine inanın, (Allah) ?üçtür' demeyin. Kendi
yararınıza olarak buna son verin.? (4/Nisâ, 171)

Necranlılar, bundan daha da ileri giderek şunu
söylerler; ?Kur'ân'da, Hz. İsâ'nın Allah'ın kelimesi
(3/Âl-i İmrân, 45) ve ondan bir rûh (4/Nisâ,
171) olarak nitelendiğini, körleri ve alaca hastalarını iyileştirdiğini, ölüleri
dirilttiğini, çamurdan kuş yaparak ona can verdiğini ve gaybı bildiğini (3/Âl-i
İmrân, 49; 5/Mâide, 110) görüyoruz. Böyle bir kimse de Allah'tan başka birisi
olamaz.?

Hz. Peygamber Necran heyetini dinler ve onları
cevaplandırır. Tartışmada karşılıklı konuşmalar olmuştur. Bu diyologun son
bölümü şöyledir;

Sözcü: Sen İsâ'nın, Allah'ın kelimesi olduğunu
bilmiyor musun?

Hz. Peygamber: Evet, öyle biliyorum.

Sözcü:
Allah'tan bir ruh olduğunu
zannetmiyor musun?

Hz. Peygamber: Evet, öyle biliyorum.

Sözcü: Eh bu da bize yeter.

İşte bu olay ve bu konuşmalar üzerine, üçüncü
sûrenin yedinci âyeti Peygambere nâzil olur.
(F. er-Râzî a.g.e. Âl-i İmrân
Sûresi ikinci âyetin tefsiri. Rivâyet için bkz; es-Sîratü'n-Nebeviyye, İbn'u
Hişâm (Mütercim; Yusuf Velişah Urulgiray) Riyad 1985, Cilt II. S. 287-296.
et-Taberî Muhammed b. Cerîr, Câmiu'l-Beyân an Te'vîli Âyi'l-Kur'ân. Fahruddîn
er-Râzî, et-Tefsîru'l-Kebîr ilgili âyet. Burada bir hususu belirtmekte yarar
vardır. Üçüncü Sûrenin nüzûlü, doksan dördüncü sıradadır.
Bu da yaklaşık olarak Hz. Peygamberin
Medîne'deki ilk yıllarına tekabül eder. Necranlı heyetin Medîne'ye gelişi ise
heyetler yılı denilen dokuzuncu yılında olmalıdır. (Bu duruma dikkat çeken
Seyyid Kutup, yukarıdaki rivâyete ihtiyatla yaklaşır. Bkz. Fî Zilâli'l-Kur'ân,
3/Âl-i
İmrân,
7. âyetin tefsîri.) Bu durumda, Sûrenin ilk bölümündeki bu âyetin ilk muhâtapları,
Yahûdîler de Necran heyeti de olmayabilir. Eğer bu rivâyetlerde anlatılanlar,
Sûrenin bu ilk bölümü nâzil olduktan daha sonra meydana gelmiş olaylar ise, bu
durumda yedinci âyetin kitabın bir kısmını alıp bir kısmını terk etmede Yahûdi
ve Hıristiyanlara benzeyen başkaları için inmiş olduğunu düşünebiliriz.
Rivâyetçiler de daha sonra bu olaylara tanık olunca onları nüzul sebebi
kapsamına almış olabilirler. O zaman yukarıda nüzul sebebi diye anılan olaylara
bir çeşit tefsir olarak bakabiliriz.)

Görülüyor ki Hıristiyanlar, İncil'deki Hz. İsâ
ile ilgili pasajlarla benzeşen Kur'ân âyetlerini ele alarak sadece onlara
inanıyorlar. Bu bize yeter diyerek çekip gidiyorlar. İncil'deki bazı sözlerle
benzeşen Kur'ân âyetleri şunlardır; ?Mesih, Allah'ın elçisi, Meryem'e
ulaştırdığı kelimesi ve kendinden bir ruhtur.? (4/Nisâ, 171). "Ey Meryem!
Allah sana, Kendinden bir kelimeyi müjdeler..." (3/Âl-i İmrân, 45)

Fakat Hıristiyanlar, bu konudaki şu muhkem âyete
bakmıyorlar; ?Îsâ'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir: Onu, topraktan
yarattı, sonra ona ?ol!' dedi, artık olur...? (3/Âl-i İmrân, 59). Bizim
muhkem gördüğümüz bu âyet, yedinci âyetle birlikte, aynı sûrede ve aynı bölümde
nâzil olmuştur. Bunun anlamı şudur. İsâ peygamberin yaratılışı ile ilgili bu
muhkem hükme bakmadan, fitne için sadece İncil'deki sözlerle benzeşenlere
uyanlar kalplerinde eğrilik bulunanlardır. Bilinmelidir ki, bütün oluş Allah'ın
?Ol' kelimesine bağlıdır. Yani her oluş bir kelime iledir. Hz. İsâ da
Allah'ın diğer kelimelerinden biridir.

Ayrıca şu da bilinmelidir ki bütün insanların
yaratılışında Allah'ın ruhu bulunmaktadır. Yani sadece İsâ'da değil, her insanda
Allah'ın rûhu vardır. Şu âyetler bu hususu açıklamaktadır; "Rabbımın
kelimeleri tükenmeden önce deniz tükenir.? (18/Kehf, 109. ?Ona (insana)
kendi ruhundan üfledi.? (32/Secde, 9)