Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Hayat ve Enerji Kaynağı Su.
Hayat ve Enerji Kaynağı Su
Hayat ve Enerji
Kaynağı Su
İnsan vücudu, zarif siluetinin
altında onu teşkil eden hücrelerin doldurduğu ve içinde yüzdükleri, yürüyen bir
göl veya denizdir. İnsan, içinde yaşadığı göldeki suyu her gün birkaç bardak
harcar, parçalar, atomlarına ayrıştırır, kullanır ve vücudundaki artıkları
temizler, dışarı atar. Bu harcanmış su, her gün, birkaç defa temiz olarak yerine
konmuş olmalıdır. Hayat, sağlıklı yaşama, öncelikle bu esasa dayanır. Bu gerekli
günlük ihtiyacı yerine koyamayan insan, vücudunu oluşturan hücrelerin ateşten
kavrulduklarını hisseder. Vücut yanmaktadır; içilen bir bardak su, bu yangını
söndürürken, en büyük ferahlığı verir, inançsıza ve müşriğe bile "ooh, çok şükür
Allah'ım" dedirtir.
Dünyanın üçte ikisinin su
olduğu bilinmektedir. Benzer bir durum, insanlar için de söz konusudur ve
insanların % 50-70'i sudur. Bu su miktarı, yağlı bünyelerde biraz düşük, yağsız
bünyelerde ve çocuklarda biraz daha fazladır. Normal bir insanın günlük su kaybı
2,5 - 3 litre, ihtiyacı da yine o kadardır. Alınan sıvı ile verilen sıvı
arasında yaz-kış fark etmeksizin, düzenli bir ölçü söz konusudur. İnsan
vücudunun % 70'i su olarak kabul edilirse, bu % 70'in: %50'si hücreler
içindeki su, 15'i hücreler arasındaki mesafede bulunan su, 5'i de damar
yatağında bulunan sudur. Vücutta değişik yerlerde muayyen miktarlarda bulunan
su, çeşitli sistemlerin kontrolü ile muvâzenede tutulur. Bunların miktarlarında
meydana gelecek değişimler, insan hayatını tehdit edebilir ve hatta insanın
ölümüne yol açabilir. Organizmadaki bu su metabolizması böbrekler, böbrek üstü
bezleri, sinir ve iç salgı bezlerinin kontrolü ile sabit değerde tutulur.
Kanın, % 83'ü, gelişen
embriyonun % 90'ı sudur. Kasların % 75'i, böbreklerin %82'si, beynin %74,5'u,
kemiğin % 22'si sudur. Su, sürekli olarak vücut yüzeyinden buharlaşıp atmosfere
karışır.
Kurak mevsimlerde hemen hemen
bütün hayvan çeşitleri, sevk-i ilahî ile kendi bölgelerinden çok uzaklardaki
suya doğru, ölesiye koşar, sürünür, uçar. Bu yolda pek çoğu telef olsa da,
niceleri suyu bulur, içer, kanar; nesillerini böylece su vasıtasıyla devam
ettirirler. Topraklarına sımsıkı bağlı olduklarından, kuraklık halinde,
ötelerdeki suya doğru koşamayan bitkiler yanar. (Vatana ve toprağa aşırı
bağlılığın zararı ve hicretin fazileti...) Sararan yapraklar dökülüp ölürken,
dallar, gövdeler, kökler odunlaşır, ufalanır, toz olur; bulundukları toprak çöle
dönüşür. Orada artık hayat yoktur. Bu uzunca bir dönem yağmur yağmayınca
oluşacak tablodur. Oysa, toprağın içindeki kökler henüz kurumadan, derinlerin
nemi içinde canlılığı varken, göklerden boşanan bir yağmur, köklerden yeni
filizler fışkırtır; yeni yeni gövdeler, yüzlerce dallar, on binlerce yemyeşil
yapraklar oluşturur.
Bu, hayat kurtaran, yepyeni
canlar fışkırmasına vesile olan etkisi için suyun, yağmur gibi temiz, pak olması
gerekir, bu şarttır. İçine maden kömürü ve petrol artıkları olan sülfür gibi
zehirli gazların karışmamış olduğu; asitleşmemiş yağmur gibi tertemiz olmalıdır.
Bütün canlılar, vücutlar, bitki, hayvan, insan ve bunları oluşturan hücreler,
böylesine temiz su istemektedir. Kıpkızıl susuzluk ateşini söndürmek;
vücutlarında mavi yeşil hayat ateşini yeniden yakabilmek için. Dünya uçağımız
suyla dopdolu olduğu için, masmavidir; mavi-yeşildir; hayat doludur. Suyun
önemini ve korunması gerektiğini kuluna anlatmak için Allah, bazı alanları çöl
yapıp gözler önüne sermiştir. Çölde hayat yok; çünkü su yok. Suyun var olup da
kirletildiği, zehirlerle bulaştırıldığı yerlerde de hayat yoktur; varken yok
olmağa yönelir ve yok olur. Günümüzde bunun örnekleri sık sık sergilenmektedir.
Nisbeten yakından tanıyıp öğrendiğimiz planet Mars'ta, mavi-yeşil renk yoktur.
Kıpkızıl bir yangın artığı gibi görülür. Çünkü orada hayat kaynağı su yoktur.
Canlılığa ait herhangi bir emare de bulunmamıştır bu gezegende. Hayat, o halde
kesinkes su demektir. Hayat için durmaksızın harcanan bir enerji gerektiğine
göre o halde su, baş enerji kaynağıdır.
Hayat veren eneri kaynağı
hususiyetini muhafaza edebilmesi için, suyun temiz olması gerekir. Organik
artıklar, bütün canlıların, bitkilerin, hayvanların, insanların, günlük
artıklarının suya karışması, sadece ruhî olarak hissedilen bir kirliliktir.
Organik artık, suyu kirletmez. O artıklar, su içinde yaşayıp çoğalan ve insana
en sağlıklı besin kaynağı diye bilinen balıklara ve daha birçoklarına en seçkin
bir yem olmaktadır. Suyu kirleten, öldürücü yapan, sadece ve yalnız maden
kömüründen, petrolden ve radyasyon saçan radyoaktif maddelerden kaynaklanan
artıklardır. Sadece tek bir petrol tankerinin patlaması sonucu kirlenen dev
suların içindeki, halin ve geleceğin hayat serveti canlılar ölmekte, karaya
vurmakta, yok olmaktadır.
İnsanlığın başına bu belaları
getiren, kömürden, petrolden, radyasyondan kâr sağlayan sanayici, tek kelimeyle
insan toplumlarına yaraşmayan, insanlığı şahsî çıkarları için sömüren yaratıklar
olmaktadır. Bu durum, çağdaş uygarlık için hiç kuşku yok, korkunç bir yüz
karası, bir utançtır. Yüce Allah, hayatî zehirler olması sebebiyle, dünyamızın
gelişimi tarihinde kömürü, petrolü ve radyasyonlu artıkları, yer kabuğunun
altındaki derinliklere gömmüş; bundan önce de dünyamızda hayatın yeşermesine
müsaade etmişti. Onların bugün çıkartılıp kullanılması ise; gerçekte var
olan çok daha iyilerinin tertemiz enerji kaynaklarının, akl-ı selim sahibi olan
kulları tarafından, gerçek ilim adamları tarafından, araştırılıp bulunsun
diye, hiç kuşku yok ilahî bir
İmtihandır. Bu temiz enerji
kaynağı bulunmuştur; bu da su'dur. Tıpkı, tabiattaki canlıların yaşamasına
vesile olan tertemiz enerji kaynağı su olduğu gibi, sanayide de su, evlerin
ısıtıcısı, ocakların yanıcısı, fezaya gönderilen tüm araçlar dahil vapurun,
denizaltının, otomobilin, trenin, uçağın ve de tüm sanayii fabrikalarının
işleticisi su. (1) Kısa bir zaman sonra su enerjisi tüm yoğunluğuyla uygulamaya
geçmeyi beklemektedir. Ümit edelim ki, çevre kirliliği dünyayı yaşanmaz kılmadan
bu gerçekleşsin.
Suyun meydana gelmesi dünyaya
gerektiği kadar depolanması bir tesadüf değil; ince hesapların sonucudur.
Suların en derin yeri, on bin metreyi biraz aşarken, en yüksek dağ, 9 bin
metreye varmaktadır. Yüksekliklerle çukurların dengeli kurulması ve yeryüzünün
şekillenmesi bile bir sanat eseri olduğu gibi, suların bütün kara parçalarını
işgal etmemesi de ilahî bir plan neticesidir.