Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Bitkiler ve Su.
Bitkiler ve Su
Bitkiler ve Su
Ağaçları biliriz, meyvesini
yer, yeşil yaprakları altında gölgeleniriz. Hayvanlar gibi yürümek, etrafı
gezip dolaşarak rızık toplamak imkânına sahip değildirler. Bazen
rüzgârların
etkisiyle hışırtılar çıkararak
sallansalar da, çoğunlukla sessiz bir hayat yaşarlar. Fakat bu sessizlik,
onların tembel ve garip gözüken zavallı bir yaratık oldukları anlamına gelmez.
Bir biyolog gözüyle tetkik ettiğimizde onların da çok enteresan bir yapıya sahip
olduğunu, otomatik bir makine gibi çalıştığını görürüz. Biz, bitkilerin ve
ağacın onlarca enteresan yönünü değil; sadece su ile ilgisini belirtmeye
çalışacağız.
Ağacın gövde ve dallarının iç
kısmı, odun dediğimiz cansız gibi bir maddedir. Fakat bir iskelet görevi
görmektedir. Bu ölü kısımdan dışarı doğru, yüzeye çok yakın bir yerde su
nakleden bir tabaka gelir. Bu kısım, uzun damarlardan, tüplerden meydana
gelmiştir. Bu tüpler de cansız ve hareketsizdir. Sadece su iletmeye yararlar.
Bunlar, başlangıçta meydana gelirken, içlerinde kiracı gibi oturup hem de
çalışan canlı hücreler vardır. Tüpler tamamlanıp işler bitince canlı kiracılar
da yerlerini terk ederler. Bu hücreleri bir inşaat ustası gibi intizamla
çalıştıran bir kudret sahibi olmalıdır; çünkü bunlar, ne beraber çalışmadan
anlar, ne de mühendislikten.
Bir ağacın kaç yıl yaşadığını
da anlayabiliriz. Toprağa yakın bir yerden kesersek halkalar göreceğiz ki,
bunlar yıllık büyüme halkalarıdır. Ağacın canlı kısmı, odunun yüzeyindeki ince
bir hücre tabakasıdır. Buna Kambium denir. Ağacın büyümesini sağlayan yegâne
canlı kısım budur. Nasıl insanların ve hayvanların dokuları arasında sıvı
dolaşıyorsa, ağacın da böyledir. Zaten her canlı hücre ister hayvana, ister
bitkiye ait olsun, içinde besin bulunan bir sıvı ile kuşatıldığı müddetçe
yaşayabilir. Hem ağaç çok su buharlaştırır. Bu sebeple içinden çok miktarda su
geçirmek zorundadır. Bir büyük kayın ağacı kuru ve sıcak bir günde 250 litre su
baharlaştırır. 25-30 metre yüksekliğindeki bir kayın ağacı ise ortalama 20 ton
kadar su buharlaştırır. Bir ayçiçeği bile günde bir litre su harcar.
Bizi düşündüren taraf şudur:
Acaba ağaçlar, bu kadar suyu yapraklarına kadar nasıl çıkarıyor? Boyu 120
metreye varan ağaçlar vardır. Hangi kuvvet, suyu böyle tepelere götürüyor? 100
metre yüksekliğindeki bir su kulesinin, metrekarenin yüzde biri kadar küçük bir
yüzeye bir ton basınç yaptığı hesaplanmıştır. Boyu 100 metreyi geçen ağaçlar
böyle basınçlara rağmen suyu tepelerine kadar çıkarabilmektedir. Bir fitil, gazı
çeker. İnce bir boru su dolu bir kaba batırılırsa su boruda yükselir. Boru ne
kadar ince ise, su o oranda yükseğe çıkar. Bunlar, fizikte kılcal olaylar diye
geçer. Ağacın ince damarları suyu bu prensiple mi yükseltiyor diye düşünüldü.
Neticede anlaşıldı ki, bu prensip pek işe yaramaz. Hele su biraz koyu ve ağdalı
ise hiç yükselmez. Öyle ise, bu prensipten daha üstün bir mekanizma var ki, su
ağaçta tepelere kadar yükseliyor. Acaba bu mekanizma nedir?
Kök basıncı, veya osmoz
dediğimiz kimyasal basınçla ilgili, kuvvetli bir emme çeşidi üzerinde duruldu.
Toprakta bulunan su, osmoz (geçişme) sonunda ağacın köklerine girer. Ağaç
kökündeki zar, kök içindeki özsuyunda bulunan kimyasal maddelerin kökten çıkıp
gitmesini engeller. Böylece kök içindeki su daha yoğun durumda bulunur. Mesela,
şekerli, tuzlu sular saf suya nazaran daha yoğundur. Bunun gibi osmoz prensibine
göre az yoğun su, daha yoğun suya akmak ister. Böylece kök dışındaki daha az
yoğun olan su, kökün içine girmeye zorlayan bir basınç meydana getirir. Bu
basınç kökte bulunan suyu 18 metre yukarıya çıkarabilecek güçtedir. Her ağaçta
böyle bir basınç vardır. Mesela bir asma bu basınçla sıvıyı 12 metreye, bir
kayın ağacı 28 metreye yükseltebilir. Demek, suyun kökten yapraklara çıkmasında
kimya kanunları rol oynamaktadır.
Fakat, kimya kanunudur deyip de
köklerin sanatkârını akla getirmemek mümkün mü? Elbette bu kanunları koyan
vardır. Biz, tabiattır, tesadüftür, şu veya bu sebeplerle bu işler oluveriyor
diyenlerden değiliz. Elhamdü lillah, aklımız yaratıcıyı görmeyecek kadar
bozulmuş değildir. Toprağa atılan bir çekirdek, bir müddet sonra filiz veriyor,
kök salıyor. Böylece nice fizik ve kimya kanunlarının hüküm sürdüğü bir meyve
fabrikası meydana gelmeğe başlıyor. Karanlık toprağın altında, böyle
ilim isteyen, hesap isteyen harika işler, kendi kendine,
tesadüflerle olur mu? Osmoz
prensibi gibi daha pek çok kanunları bilen bir Âlim var ki, ağacın kökünü,
gövdesini, dal ve yapraklarını meydana getiriyor. Buradan anlaşılıyor ki,
çekirdeği programlayan O olduğu gibi; toprağa, suya, havaya, güneşe hükmeden de
O'dur. Evet O Zat, bütün bunlara hâkim olmasa, emrinde kullanıp bir ağacı
yaratamazdı. Madem yaratıyor, öyleyse her şeye hükmediyor.
Ağaçtaki suyu yükseklere
çıkartan sebebin kökten yapılan basınç olduğunu söylemiştik. Bu basınç suyu
ortalama olarak 18-20 metreye kadar çıkarabilmektedir. Boyu 120 metre olan
ağaçlar düşünülünce, osmozdan doğan basıncın yetmediği anlaşılmaktadır. İlim
adamları, bunca araştırmalara rağmen, ağacın tepelerine suyun nasıl çıkabildiği
problemini hâlâ tümüyle çözebilmiş değiller. Halbuki ağaçlarda bu mesele çoktan
halledilmiş, en mükemmel bir mekanizma ağaçlara yerleştirilmiş, otomatik olarak
çalışmaktadır. İlmin zirveye ulaştığı iddia edilen zamanımızda bilginlerin
anlamaktan âciz kaldığı böyle ince ve derin işler, kendi kendine olur mu? Biz
inanıyoruz ki, ilmi sonsuz, yüce bir kudret sahibi bu işleri yapmaktadır. O'nun
gücü ve ilmi, ağacın incecik damarlarına kadar girer, bizce esrarengiz işleri
yapar. Bu bakımdan ağaçla suyun ilişkisi bile Allah'ı ispatlamaya yeter. Ağaç da
Allah'a götüren bir delil, bir kitaptır. İnsanın, bırakın benzerini yaratmayı,
laboratuarda deneyini yapmayı, anlamaktan bile âciz olduğu tabiatta/dış
dünyamızda nice işaretler, deliller vardır.
Bitki hücrelerinin yan yana
dizilip belli şekiller alması karşısında hayretimizi gizleyemezken, bitkilerdeki
suyun da bildiğimiz cinsten olmadığı dikkatimizi çekmektedir. Bu suların farklı
ama belli oranlarda madensel tuzların karıştığı sular olduğu bir gerçektir.
Ağaçların ne akciğeri, ne de buna benzer organları vardır. Fakat solunum
yaparlar. Acaba nasıl? İşte bu da anlamaktan âciz kaldığımız bir sırdır. Oksijen
temin ederler. Topraktan aldıkları ham besin suyu, hava ve güneş ışığı sayesinde
besinlerini üretirler. Beşer zekâsının idrak etmekten âciz kaldığı bütün ince
işler, anladığı diğerlerinin de sebebini yaratan Allah'a dayanmaktadır. Bir
ağacın yaratılıp meyve ve hava fabrikası gibi çalıştırılması, büyük bir ilmin
işidir.
Ağaç, karada yaşayan bir deniz
yaratığı gibidir. Onun her hücresi su içerisine dalmış olarak hayatını devam
ettirmektedir. Su hem gıda, hem de hayattır. Ağacın tepesindeki bir hücre ile
denizdeki bir hücre arasında esasta bir fark yoktur. Yazın 30-40 derece
sıcağında bünyesindeki suyu ağaç nasıl muhafaza ediyor diye bir soru geliyor
insanın aklına. Sıcaklarda dışarıya bir çamaşır serdik mi, hele bir de rüzgâr
varsa hemen kupkuru kesilivermektedir. Ağaç, her canlı hücresini sanki bir göl
içindeymiş gibi su içerisine batmış olarak nasıl sıcakta muhafaza ediyor? Her
yaprak, dışarıdan gelecek etkilere karşı en mükemmel bir şekilde sıkı sıkıya
örtülüdür. Yaprakların alt tarafında, mikroskopla ancak görülebilen incecik
delikler vardır. Bunlara stomata adı verilir. Hava bu deliklerden girer, su
buradan çıkar. Bu delikler otomatiktir, duruma göre açılır, kapanırlar.
Gövde ve dallardan su niçin
sızıp buharlaşmıyor? Su ile devamlı temasta olan kabuk niçin bozulmuyor,
çürümüyor? Ağacı saran kabuk mantarlaşmıştır. Öyle ki, suya karşı ağaç
kabuğundan daha dayanıklı bir madde yoktur. En iyi yağmurluk, şemsiye onun
yanında zayıf kalır. Mantar suya karşı o kadar dayanıklıdır ki, suyun
geçmemesi istenilen şişe tıpalarında,
makinelerin contalarında hep
ondan yararlanılır. Hem tüm hücrelerinin ihtiyacı olacak şekilde deniz
içindeymiş gibi yaş kalmaları gerekirken, en uygun bir örtünün/kabuğun
keşfedilip imal edilmesi tesadüf olamaz. Ağaçtaki sadece suyla ilgili bu
bilimsel gerçeklerin, birbirini tamamlayan noksansız ilişkileri, Allah'ın
sulamasıyla ihtiyacımız olan meyveleri kusursuz olarak imal eden bir fabrika
olmaları bile kişiyi Allah'a götürmeye yeter. (13)