Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Hayat Kaynağı Olarak Su ve Deniz.

Hayat Kaynağı Olarak Su ve Deniz



Hayat Kaynağı
Olarak Su ve Deniz

"İnkâr edenler, gökler ve
yer bitişik halde iken bizim, onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan
yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?" (21/Enbiyâ, 30)
"Allah, bütün canlıları
sudan yarattı." (24/Nur, 45)
"İnsanı sudan yaratarak, ona
soy-sop veren O'dur. Rabbin her şeye kadirdir." (25/Furkan, 54)
Hayatın ilk defa sularda
başladığı, sonra karaya, daha sonra havaya intikal ettiği söylenir. Hayatın
sularda başlaması için suların hayat şartlarına uygun olması gerekir. Saf suda
hayat olamayacağı gibi, kaynar suda da olamaz. Akıntılı, durgun, berrak, bulanık
sular, hayat için aynı değildir. Bu fizikî halin ötesinde bir de kimyevî haller
gereklidir. Mesela tatlı sularda kalsiyum karbonat ve kalsiyum sülfat tuzları
çok; sodyum klorür ve magnezyum karbonat ise az bulunur. Tuzlu sularda ise
sodyum klorür yani yemek tuzu çok; diğerleri azdır. Bununla beraber, bu madenî
tuzların oranı, binde beş ile binde iki yüz arasında olmalıdır ki, sularda
canlılar yaşayabilsin.
Kalsiyum ve sülfat nereden
gelmiş? Bunları kim yapmış, kim taşımış, kim onları canlıların imdadına
koşturmuş? Kalsiyumla sülfatı birleştiren kim? Birleşme kanununu koyan kim?
Nasıl olmuş da sodyum ve klor isimli iki zehir birleşince yemek tuzu şeklini
almış ve ağızlara tad olmuş? Bazı insanlardan zarar görürken; zehirlerin bile
insana yardım etmesine ne mana verilebilir? Sulardaki madenî tuzların oranını
koyan kim? Suları insan vücudundaki plazmaya benzeten kim?
Sulardaki madenî tuz oranı
binde beşten az olsa, suların yoğunluğu da azalacaktır. Balığın vücut yoğunluğu
fazla olduğundan, az yoğundan çok yoğuna geçiş başlayacağından, balığın
vücudundaki su fazlalaşır ve balık ölür. Bunu bir örnekle açıklamak gerekirse;
çay şekerinin ucunu çaya değdirdiğimizde, şekerin çay suyunu emdiğini görürüz.
İşte burada şekerin yoğunluğu fazladır; çayın az. Az yoğun, fazla yoğuna geçiyor.
Bu, bir kanundur. Fakat yoğunluğu yaratan ve düzenleyen kim? Bu kanunu koyan
kim? Yukarıdaki misalin tersini alalım: Sulardaki madenî tuzların oranı, binde
iki yüzden fazla olsa, bu sefer sular, balıkların vücudundaki suyu emer,
balıklar yine ölür. Demek ki sularla suda yaşayan hayvanların yapıları arasında
bir uygunluk ve nizam var. Canlının vücut yapısını yapan, yaşama uygunluğunu
koyan kimdir? Balık suda yaşar ama suyun ne olduğunu bilmez. Tatlı suların
yoğunluğu, denizlere nazaran azdır. Bu sebeple Allah, tatlı su balıklarının
elbisesine bol bol pul döşemiş ki, denge sağlansın diye. Nehir boylarında
oturanlar da, balık tutsun, et ihtiyacını temin etsin ve balığın derisine pullar
dizip onu tatlı sularda yaşatana şükretsin.
Derler ki: "Büyük balıklar,
küçük balıkları yutar." Bu arada yutulmamış nice küçük balığa rastlıyoruz. Demek
ki yutmak ve yutulmak, başıboş bırakılmamış. Peki küçük balıklar ne yer?
Denizler, aynı zamanda sanki bir tarladır; küçük balıklar bu tarladan otlanır.
Mideyi yaratan, midenin ihtiyacını da yaratmış. Sularda, özellikle tuzlu sularda
çiçekli bitkiler barınamazsa da; kökü, yaprağı ve damarları bulunmayan yosunlar
ve bakteriler bol bol bulunur. Ve bunlar da deniz hayvanlarının otlağı olur.
Suların sıcaklık ve soğukluk
derecesi de canlılar için önemlidir. Fizikte öğretilen tabiattaki ilahî
kanunlardan biri; ısınan her şeyin genişlediği, soğuyanların ise büzüldüğüdür.
Su, bu kanunun dışında kalan tek maddedir. Evet, su, donunca yoğunluğu azalan
biricik maddedir. Allah, lutfedip, suyun en soğuk şekli sayılan buzun büzülme
yerine genişlemesini emretmiş. Mesela, bir şişeye su doldurup soğuk günlerde
dışarı bıraksak, buz tutunca şişenin parçalandığını görürüz. Bu hal de gösterir
ki buz tutan su, genişlemektedir. Genişleyen buzun yoğunluğu azalır. Suyun
yoğunluğu 1'den fazla iken, buzunki azdır. Bu özellik sebebiyle soğuklar
fazlalaştığı zaman suların üst kısmını bir buz tabakası kaplar. Buzun yoğunluğu
sudan az olduğu için bu tabaka nehirlerin, göllerin ve okyanusların dibine
inmez. İşin tuhaf tarafı, buz tabakası, suyun dibini soğuktan muhafaza ederek,
sıcaklığını donma noktasının üstünde tutar. Böylece suda yaşayan canlı
varlıklar ve balıklar da hayatlarını devam ettirir. Böylece buzun, sular
üzerinde yüzmesi mümkün olmaktadır. Su, buz tutunca genişlemeyip daralsaydı, o
zaman buzun yoğunluğu sudan fazla olurdu. Buzlar dibe iner; denizler, göller,
hatta nehirler buz yatağı kesilir, hayat da biterdi. Sadece balıkların değil; su
devr-i daimi olamayacağından o zaman bizim de yaşamamız mümkün değildi. Her
cisim, ısı kaybederken küçülür; su, buz haline gelince genişler. Bu hal,
tesadüfün eseri değil; hayatı halk eden, canlıları koruyan ve hayatlarını devam
ettirenin, Hâlik-ı külli şey'in eseridir. Fizikteki bu istisnaî kanun, dünya
hayatını teminde önemini koruyor. Fizikteki kanunları koyan da tabii Allah
Tealâ'dan başkası değildir.
Balıklar ve kurbağalar, kışın
uyuşuk bir hayat yaşar, buzların çözülmesiyle hareketlenirler. Yine tatlı
sulardaki süngerler, soğuğa dayanıklı kısımlar bırakarak ölür, havalar ısınınca
dirilip ortaya çıkarlar. Nilüfer de kışın kurur ve ölür. Su dibine bıraktığı
yumurtalarda bahar mevsiminde yeni nilüferler oluşur. (10)