Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

İSLÂM FELSEFESİ

İSLÂM FELSEFESİ


İSLÂM FELSEFESİ

Umumî manada ve ikibinbeşyüz
yıllık bir tarihe sahip bulunan "felsefe" teriminin ifade ettiği anlam içinde
"İslâm felsefesi" tabiri, miladi VIII-XII. yüzyılları kapsar. Beşyüz yılı aşkın
bir süreyle kurulup gelişmiş olan bir düşünce tarihinin üçte birlik bir bölümünü
içine alan bu dönemdeki felsefe hareketi, kendi öz fikri kaynaklarının yanında,
kısmen Hint-İran ve esas olarak da antik dönem Grek (Yunan) tesiriyle kurulup
gelişmiş olan felsefi düşünce ve araştırmaları içine alır. Buna, çağının düşünce
ve ilim anlayışına uygun olarak kâinatın (evren) bütünü hakkında bir anlayışı
ortaya koymak gibi bir özelliği de ilave etmelidir. Bu özellikleriyle İslâm
felsefesi; genel felsefe tarihi içinde Batı ortaçağ felsefesini etkileyerek,
sözü edilen antik çağ ve Helenistik felsefe ile Rönesans, yeni çağ ve modern
Avrupa felsefe hareketleri arasında bir köprü vazifesi yapmış ve böylelikle
insanlık düşüncesi tarihindeki önemli yerini almıştır. Bu sebeple İslam
felsefesini bir kere olmuş bitmiş bir düşünce hareketi olarak değil de onu
öncesi ve sonrası ile birlikte, yani etkilendiği ve etkilediği düşünce dünyaları
ile birlikte görüp tanımaya çalışmak gerektiği ortadadır.
Bu nedenlerle, İslâm felsefesi
sadece Doğu düşünceleri ile Batı düşüncelerini biraraya getirip uzlaştıran
(eklektik) bir düşünceden ibaret olmayıp; kendi şartlarının, değerlerinin, iç ve
dış kaynaklarının orjinal özelliklerini de kendinde taşır. Zira, İslâm felsefesi
kendinden önceki felsefelerin basit bir devamı değildir; çeviri (tercüme) ve
geniş açıklama (şerhler) ve yorumlara ek olarak, kendine ait orijinal
düşünürlere ve eserlere sahiptir. Diğer yandan, İslâm felsefesi ifadesini sâdece
felsefe ile ve felâsife (filozoflar) denen düşünürlerle sınırlandırmanın doğru
olmadığı da ortadadır. Onlara, ekol sahibi durumunda bulunan büyük kelamcıları,
sûfileri ve hatta büyük hukukçuları (fukaha) da katmak gerektiği düşünülürse,
İslâm Felsefesinin değeri ve önemi daha açık bir şekilde anlaşılmış olur.
İslâm felsefesinin içine aldığı
saha yani onun sınırlarının nereye kadar uzandığı konusu tam açıklıkla ve kesin
bir şekilde ortaya konmuş değildir. İslâm felsefesi de yemini bazıları sadece
filozofların ele aldığı problemlerle sınırlandırmayıp, kelâmcılar ve sûfileri de
bu ifadenin içinde göstermek gerektiğini ileri sürerken; bazı felsefe
tarihçileri de onu antik Yunan felsefesi geleneğini ve bu felsefenin İslâm
felsefesine yaptığı etkilerini gözönüne alarak Eflatun (Platon) (M.Ö. 427-347),
Aristoteles (M.Ö. 384-322). Helenistik felsefe ve Platinos ile Kindî, Farabî,
İbn Sina ve İbn Rüşd'ün felsefe çalışmalarına hasredip, dörtyüz yıllık bir dönem
ile sınırlandırmanın gerektiğini söylemişlerdir. Diğer bir yaklaşıma göre ise,
yukarıda sözü edilen iki görüşe fıkıh usûlünü (hukuk metodolojisi) de ilave
etmek gerektiği ortaya çıkmaktadır. Ayrıca çok yaygın olmamakla beraber,
problemlerinin ortak ve tartışmalarının devamlılığı sebebiyle, felsefe ile kelâm
ilmini; keza bir yönü ile filozof, diğer yönü ile mutasavvıf olan büyük
düşünürleri göz önünde tutarak, felsefe ile tasavvuf ekollerini birlikte mütalaa
edenler de olmuştur.
Başka bir açıdan bakıldığında
İslâm felsefesinin, yeni çağ ve modern düşünce akımlarıyla zaman zaman yapılan
mukayeselerinin de gösterdiği gibi, o, adı geçen felsefeler için bir kaynaklık
görevi de yapmış bulunmaktadır. Aynı şekilde, Batı ortaçağ felsefesi genel
yapısı içinde bir din savunması ve propagandası özelliği gösterirken, kendine
özgü özellikleri sebebiyle İslâm felsefesi, çok yönlü verimlilik ve çeşitlilik
ortaya koyar. Çünkü İslâm felsefesi yalnız ilahiyat (teoloji) konu ve
meselelerine münhasır kalmayıp; diğer dini, beşeri izah ve yorumlar ile sıkı
ilgi ve kaynaşma içine girmiştir. Nitekim İslâm dünyasında felsefi düşünce
hareketinin XIII. yüzyıldan itibaren duraklamasıyla birlikte, başka düşünce
hareketlerinde de beliren ağırlaşma ve bu durumun olumsuz neticelerinin daha
sonra devam edip gitmiş olması, bu değerlendirmeyi doğrular mahiyettedir.
İslâm'a ait her türlü düşünce
gibi, İslâm felsefesi de, İslâm dinini kabul etmiş olan milletlerin oluşumunda
her birinin çeşitli oranlarda payı bulunan ortak bir ürünüdür. Meselâ; Araplar,
Türkler ve İranlılar bu ortaklıkta önemli role sahiptirler. Ayrıca; özellikle
çeviriler (tercüme) döneminde olmak üzere, Süryanîler ve İbrâniler de İslâm
felsefesinde katkı sahibidirler. Kuruluş ve gelişme dönemlerinde, yani zaman
olarak miladî VIII ile XII, hicrî II-VI. yüzyıllar arasında ve coğrafî olarak da
doğuda Türkistan'dan batıda Endülüs'e (İspanya) kadar uzanan geniş bir coğrafya
İslâm felsefesinin oluşturulup geliştirilmesinde, yukarıda ifade etmeye
çalışıldığı gibi, çok çeşitli milletlerden düşünür ve mütercimler rol almışsa
da, İslâm felsefesinin ifade dili çok büyük ölçüde Arapça olmuştur. Bu sebeple
İslâm dünyasındaki söz konusu felsefe hareketine yüzyılımızda Arapların
benimseyip ısrarla savunmaya çalıştığı şekilde- "Arap felsefesi" adı verilmek
istendiği gibi, İslâm dininin iki kaynağı Kur'an-ı kerîm ve hadisler dikkate
alınarak "müslüman felsefesi"; keza "İslâmiyet'te felsefe", "İslâm dünyasının
felsefesi" gibi isimler verilmeye de çalışılmıştır. Ancak, bütün bunlarla
birlikte, söz konusu düşünce hareketinin kaynağı, yayıldığı geniş alan,
oluşumunda önemli paylara sahip olan çeşitli milletler ve nihayet onun esas ruhu
ve mahiyeti gözönüne alındığında "İslâm felsefesi" ifadesinin en uygun bir isim
olacağı açıktır.
İslâm felsefesi kendine özgü
bulunan bütün özellikleriyle birlikte, diğer felsefe ekolleri gibi iyi, güzel
doğru ve hakikat ile ilgilenmiş; aynı şekilde kendinden önceki ve sonraki
felsefeler tarzında fizik (tabiat), siyaset, (politik), metafizik ve din
(ilahiyat) gibi bütün teorik ve pratik konularla ilgili olan araştırma
alanlarını kuşatmıştır. Hatta değerler sahasıyla da ilgilenmiş, ortaçağın
telakkileri içinde Allah, alem (kâinat) ve insan arasındaki münasebeti
yorumlayıp izah etmeye çalışmıştır. Bunu yaparken de İslâm'ın geniş dairesinden
çıkmamaya olabildiğince gayret ve dikkat gösterilmiştir.
İslâm dünyasında felsefi
düşüncenin bir ekol olarak başlayıp kurulması, iç ve dış bir çok sebebin
yanında, özellikle Grek filozoflarının eserlerinin bilhassa süryânice ve
grekçe'den arapçaya yapılan ilk çevirileriyle aynı zamanlara rastlar ki, bu
dönem İslâm tarihinde Abbasî hilâfetinin kuruluş sıraları demektir. Ancak İslâm
felsefesinden en mühim etkiye sahip olan Yunan felsefesinin tesiri doğrudan
olmayıp, Helenistik felsefe yani, İskenderiye yoluyla olmuştur. Zira, milâdî
altıncı yüzyılın baslarında dağılan Atina okullarındaki düşünürlerden bazıları
İskenderiye'ye, bir kısmı da Suriye'deki merkezlere gitmişti. Buralarda Eflatun
ve Aristo'yu açıklayarak bir felsefe oluşturmuşlardı. Sözü edilen merkezlerde
önceleri yunanca yazılan eserler sonradan süryanice ve arapçaya çevriliyordu.
İşte İslâm dünyasında daha sonra arapçaya intikal ettirilen ve İslâm
felsefesinin kuruluşunda tesiri olan eserler ilk planda bunlar olmuştu. Bunlara
daha yedinci miladi yüzyılın ortalarında müslüman Arapların fethettiği Suriye ve
İran'daki Hıristiyan ve yahudi manastırlarındaki ilmi faaliyetleri de ilave
etmelidir. Buralarda Yunan felsefesinin, özellikle de eflatun, Aristo ve yeni
Eflatunculuğun hristiyanlıkla meczedilmiş eserleri, arapçaya yakın bir dil olan
süryânice yazılıyordu. Keza, sözü edilen merkezlerden bazıları tamamen İlâhiyata
(teoloji) dair düşünceler geliştirirken, felsefe de dini bir hüviyet
kazanıyordu. Diğer yandan, gramer, hitabet, felsefe, tıp, musiki, aritmetik,
geometri ve astronomi bu okulların yaptığı önemli çalışma alanlarını teşkil
ediyordu. Urfa (Edese), Nusaybin (Nisibe), Harran, Cundeşapur ve Antakya da o
dönemin başta gelen bilim ve kültür merkezleriydi.[1]

Çeviri çalışmalarında Emevîler
döneminin (661-750) çok önemli bir yerinin bulunduğu söylenemez. Fakat, dini
ilimlerin yanında akli ilimlere ayrı bir rağbet gösteren Abbasîler'de, bilhassa
Bağdat'ı devlet ve hilafet merkezi yapan ve süryânca, yunanca ve bir miktar da
farsça eserlerin arapçaya çevirisini üslenen kişileri teşvik eden Halife Mansur
(H.136-158/M. 753-775) döneminde söz konusu çeviri faaliyeti çok ciddi bir
tarzda gelişme gösterdi. Harun Reşid (170-193/886908) ve Memun (198-218/813-833)
zamanlarında ise İslâm felsefesinin önemli malzemesi sayılabilecek mühim eserler
çok sistemli bir çeviri faaliyetiyle arapçaya kazandırıldı. Bu sonuncu Abbasi
halifesi, Bağdat'ta Beytü'l-Hikme (Felsefe evi) adı verilen bir akademi
kurulmuştu ki, burası İslâm felsefesinin kurulup gelişmesinde çok önemli bir
etkiye sahip olmuştu.[2]
Bütünlüğü içinde İslâm felsefe
hareketini Doğu ve Mağrib (Endülüs) felsefeleri olmak üzere iki büyük kola
ayırmak gelenek halini almıştır. Felsefi düşünceyi kurma ve geliştirme
bakımından doğu kolu Mısır'dan Türk-İslam'a kadar uzanan çok geniş bir
coğrafyayı kaplar ve Endülüs'e göre çok daha çeşitli ve verimli olmuştur. İslam
felsefesinin Endülüs kolu ise, ortaçağ dönemi hıristiyanlarının daha çok
dikkatini çekmiş ve batılılar tarafından yazılan eserlerde özel bir yer
tutmuştur. Ancak İslam dünyasındaki fikri oluşum ve gelişimde Mağrib kolunun
Doğu kadar büyük tesiri olamamıştır.
İslâm felsefesi, ele alıp
işlediği problemleri bakımından tek tip bir yapı göstermez. Yani hemen hemen her
türlü düşünceye ve araştırmaya açık bulunmuştur. Bu sebeple birbirinden çok
farklı, İslâm dininin özüne yakın veya uzak düşen felsefe akım ve ekollerini bu
felsefenin bünyesi içinde görmek mümkündür. İslâm felsefesini konu edinen
felsefe tarihleri, söz konusu ekolleri ve onların temsilcilerini belli isimler
altında toplayarak sistemleştirmişlerdir. İslâm felsefesinde yer alan başlıca
ekolleri şöylece sıralayabiliriz[3]:








[1]
Macit Fahri, İslâm Felsefesi Tarihi çev. Kasım Turhan, İstanbul 1987, s. 11
vd.




[2]
Henry Corbin, İslam Felsefesi Tarihi, çev. Hüseyin Hatemî, İstanbul 1986, s.
32.




[3]
Necip Taylan, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/192-194.

İSLÂM... İslâm ve Türevleri
İslâm Kelimesinin Lügat Manaları
İslam Kelimesinin Menşei
İslâm Kelimesinin Anlamları
İslâm Kelimesinin Şer'î Anlamıyla Kazandığı Genişleme 1. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Verdiği Tarifler
2) Tefsir, Kelâm ve Dil Alimlerinin, Asıl Lügavî Mânâlara Verdikleri Şer'î anlamlar
?SLM? Kökünden Türeyen İsimler
Din Olarak İslâm
Kur'ân-ı Kerim'de İslâm Kavramı
Hadis-i Şeriflerde İslâm Kavramı
İslâm; Bütün Varlıkların Dini
İslâm'ın Zıddı; Câhiliyye.
İslâm'ın Temel Özellikleri
İhlâs
Şirk
Küfr
Cahiliyye
Asli Kaynaklar
Fer'i Deliller
İslâm'ın Bölümleri
İslami Esaslar
İslâm Din 'nin Gayesi ve Hükümleri
İslâm Dini'nin Hükümleri
a- İman  (İtikadî hükümler)
b- Amel
c- Ahlâk
d- Hukuk (Muâmelât, Ukuubât)
İslam'ın Genel Özellikleri
İslâm'ın, Önceki Peygamberlerin Şeriatlarıyla İlişkisi
İslâm'ın Rükûnları/Temelleri
İslam'ın Tebliği
İslam'ı Hayata Hâkim Kılmak.
İSLÂM'IN ŞARTLARI
MÜSLİM-MÜSLÜMAN..
İslâm'a İnanıp Teslim Olan Kimse; Müslim/Müsliman. Müslim Kelimesi ve Türevleri
Müslim Kelimesinin Anlam Sahası
Selâm-Müslim Bağlantısı
Mü'min ve Müslim
İslâm'a Teslim Olmanın Boyutları
Müslim'in Özellikleri
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
İSLÂMCILIK..
İSLÂM FELSEFESİ
Tabiat Felsefesi
A- Tabiiyyun (Natüralistler-Doğa felsefecileri)
B- Maddeciler (Dehriyyûn, materyalistler)
C- Bâtinilik.
D- İhvanü's-Safâ. (Temiz Kardeşler-İslâm Ansiklopedistleri)
E- Meşşâilik