Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
E- Meşşâilik
E
E- Meşşâilik
İslâm düşüncesi tarihinde
"felsefe" veya "İslam felsefesi" denince ilk akla gelen düşünce akımı
Meşşailik'tir. Bu düşünce sistemi yukarıda belirttiğimiz tabiat felsefesine
paralel olarak ortaya çıkmış ve kısa bir sürede en uygun felsefî bir sistem
halini almıştır. Çağının bütün felsefe meselelerine bünyesinde yer veren
Meşşâilik, mantık ve matematiğe dayanır. Yani onun esas karakteri akılcı
(rasyonel) olmasıdır. Hicri üçüncü yüzyılda doğuşundan sonra kısa sürede Sünni
telâkkiye uygun bir yapıya bürünmüş; böylece İslâm düşünce dünyasının hakim ve
yaygın felsefesi olmuştur.
Meşşaîlik veya Meşşaî felsefe
adıyla şöhret kazanan bu felsefe akımına Osmanlıca'da "Aristo tâlisiyye" de
denmiştir. Meşşailik terimi Grekçe "Peripatetisme" kelimesinin arapçada aldığı
karşılıktır. Peripatetisme ise Grek filozofu Aristoteles'in (M.Ö. 384-322)
Atina'da kurduğu okulun bahçesinde derslerini öğrencileriyle gezinerek yapmasını
ifade eder.[1]
Meşşaîlik, İslâm dünyasında
Aristûtâlis, Aristâtâlis veya Aristû ismiyle de tanınan Aristoteles'in, başta
mantık ve metafizik olmak üzere psikoloji (ruh), astronomi, tabiat, siyaset,
ahlâk ve diğer düşüncelerinin İslâm dünyasındaki yorumlarını ve tesirlerini
ifade eder. Meşşâî terimi bu anlamına ilave olarak ayrıca Aristo ile Eflatun (M.Ö.427-327)
felsefelerinin uzlaştırılmasını, keza, Plotinos (M.S. 204-270) ve Yeni
Eflatunculuk (Neoplatonizm) un tesirlerini de içine alır. Bütün bu
özellikleriyle Meşşâîlik, asıl felsefi meselelerde İslâm'ın esaslarına bağlı
kalan, metod yönünden başta Aristo'yu takip eden ve Eflatun ile yeni Eflatuncu
felsefelere de bünyesinde yer veren bir ekol olarak karşımıza çıkar.[2]
Meşşâî felsefe, yukarıda
anıları filozofların eserlerinin arapçaya kazandırılmasından sonra IX. ile XII.
yüzyıllar arasında kuruluşunu ve gelişimini tamamlayarak en önemli temsilci
filozoflarını yetiştirmiştir. Ebu Yusuf, Yakub b. İshak el-Kindi (ö. 873?)
Meşşâı ekolün ilk filozofu olarak kabul edilir ve kendisine "Feylesûfu'l-arab"
(Arap filozofu) ünvanı verilmiştir. Bu ekol, onun öğrencisi Türkistanlı filozof
Ahmed el-Serahsî (ö. 899) ile devam ettirilir. Ancak İslam felsefesi, Meşşâilik
ve filozof terimlerinin çağrıştırdığı en büyük sima, yine Türkistanlı bir
düşünür olan büyük Türk-İslam Filozofu Ebu Nasr el-Fârâbî (870-950) dir.
Felsefe, Fârâbî ile bütün meseleleri içinde ele alınmış ve tam anlamıyla
sistemleştirilmiştir. Bu sebeple de Aristo birinci öğretmen (muallimi-evvel)
kabul edildiği gibi, Fârabi' ikinci öğretmen (Muallim-i sâni) ünvanıyla şöhret
bulmuştur. Meşşailik, Fârâbi'den sonra da, daha çok ahlak meseleleriyle uğraşan
İbn Miskeveyh (ö. 1030) ve yine büyük bir Türk filozof olduğu kadar bir bilim
adamı olan ve ortaçağın en başta gelen tabibi olarak bilinen İbn Sina (980-1037)
ile temsil edilen Meşşailik, Mağrib de (Endülüs) İbn Bacce (ö. 1138), İbn Tufayl
ve nihayet son büyük temsilcisi ve Aristo'nun ortaçağdaki en büyük yorumlayıp
açıklayıcısı (Sarih) İbn Rüşd (1126-1198) ile olgunluğuna ulaşıp tamamlanmıştır.
İbn Rüşd'den sonra İslâm
düşünce hayatındaki felsefe hareketi sönmeye başlamış; dogmatik-skolastik bir
mahiyete bürünerek verimli dönemlerindeki önem ve değerlerini kaybetmiş; Kelâm
ilminin içinde eritilmiş durumda varlığını hissedilmeden devam edip gitmiştir.
Fakat, bu felsefenin önemli etkileri ortaçağ Hristiyan Avrupasında görülmüştür.
Yukarıda belirtildiği gibi,
İslâm düşüncesi tarihinde asıl felsefe hareketi Meşşâilik olduğu halde, yine
felsefi özellikleri bulunan başka düşünce akımları da bulunmaktadır. Bunlardan
en önemli iki akım, Şahabeddin Sühreverdî (1155-1191) nin adıyla beraber anıları
İşrakîlik ile, esas özelliği Meşşailiğe karşı bir tepki olarak ortaya çıkan ve
İslâm düşünce dünyasında çok yüksek bir değere sahip felsefe tenkitçiliği ile
şöhret kazanan Ebû Hamid el-Gazzâlî (505-1111)'nin ortaya koyduğu düşünce
hareketidir.
İşrâkilik, felsefe akımı olarak
Meşşâilikten daha sonra ortaya çıkmıştır. Kelime anlamıyla işrâk "ışığın
açılması, parlama, güneşin doğması" manalarına gelir. Bu nedenle ona "Nur
felsefesi" de denmiştir. Başlıca özelliği olarak, bilgi meselesinde mantık ve
akıl yürütme metoduna karşı olan İşrâkîlik, akıl üstü bilgi kaynakları olarak
gördüğü keşf, ilham ve sezgiye büyük değer verir. Meşşâilik ile tasavvuf
arasında bir yer tutar. Onun için manevî sezgi bu felsefenin esasını teşkil eder
ve hakikat sadece işrak ve kalp yoluyla elde edilebilir.[3]
Esasında Meşşâiliğe bir tepki
mahiyetinde ortaya çıkan, fakat tamamen kendisine has yapısı ve özellikleri olan
Gazzâli'nin tenkitçi derin düşünce sistemi ise, başlı başına bir ekol kabul
edilebilir. Çünkü, İslâm düşüncesi hayatında her biri birer büyük ekol olan
tasavvuf, kelâm, hukuk, mantık, ahlâk ve felsefede Gazzâlî'nin tesiri, derin ve
yaygın bir biçimde zamanımıza kadar gelmiştir. Diğer yandan onun düşünceleri
birer felsefi spekülasyon alarak kalmayıp, her seviyedeki insana ulaşma imkanı
bulmuştur. Hatta bu sebeple Gazzalî'nin sisteminin, İslâm dünyasında Sünni
doktrinin bir savunması ve ifadesi olduğu rahatlıkla söylenebilir.[4]
Sonuç olarak; İslâm felsefesi
kendinden önce kurulmuş olan büyük düşünce hareketleriyle temasa geçmiş,
onlardan aldıklarını yorumlamış ve çağının hemen her türlü milli, sosyal dini
meseleleriyle ilgilenmiş çok önemli düşünce akımıdır.[5]
[1]
İsmail Fennî, Luğatçe'i-Felsefe, s. 504, ist.1341.
[2]
Mahmud Kaya, İslam Kaynakları Işığında Aristoteles ve felsefesi, İstanbul
1983; De Lacy O'lary, İslam Düşüncesi ve Tarihteki Yeri, s. 73.
[3]
Yusuf Ziya Yörüken, Hâyakilu'na-Nur Tercümesi ve Şerhi, Sühreverdi'nin
Felsefesi, (Nur Heykelleri) s. 23 vd. İstanbul 1924.
[4]
Necip Taylan, Gazali'nin Düşünce Sisteminin Temelleri, İstanbul 1989, s. 167
vd.
[5]
Necip Taylan, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/195-196.