Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
ALLAH YOLUNDA ÖLDÜRÜLENLER.. Allah Yolunda Öldürülmek ve Şehidlik.
ALLAH YOLUNDA ÖLDÜRÜLENLER
ALLAH YOLUNDA ÖLDÜRÜLENLER
Allah Yolunda
Öldürülmek ve Şehidlik
Kur'an, Allah yolundaki savaşta
öldürülen kimselerin, gerçekte ölmediklerini vurgulamaktadır.[1]
Yine aynı âyetlerde, Allah yolunda öldürülenlere ölü denmemesini, çünkü onların
diri ve Rableri katında rızıklanmakta oldukları, fakat insanların bunu fark
edemedikleri bildirilmektedir.
Ölüm, şu görünen bedene
özgüdür. İnsanın asıl benliği, bedeni değil; ona hareket ve canlılık veren
rûhudur. Beden kalıptır. Ruh onun hakikati, insanın gerçeğidir. Bedenin aslı
topraktır. Topraktan süzüle süzüle besinlerle insana geçmiş, insan vücudunda
birtakım işlemlerden geçip insan tohumu haline gelmiş, tohum haline gelirken de
tıpkı süt içine yağın karışması, susam tanesine yağın nüfuzu gibi insan
tohumunun içine de ruh cevheri, canlılık giydirilmiştir. Ana karnında cenîn
haline gelen insandaki ruh da gelişmeye başlamıştır. Cenîni insan şekline sokup
şu dünyaya getiren, Allah'ın izni ve irâdesiyle onun içine üflenen ruhtur.
Özü topraktan çıkan beden,
zamanla değişikliğe uğrar, büyür, gelişir, ihtiyarlar ve içindeki ruhu
kaybedince tekrar toprağa düşüp çözülür, dağılır, aslı olan toprağa dönüşür. Ama
deneylerden geçip olgunlaşmak, ruhsal bilgiler ve haller kazanmak için bir süre
beden içinde konuk edilen ruh; ölmez, yaşar. İşte insan öldüğü zaman kabir
sevâbı ve azâbı ölen bedenine değil; ölmeyen ruhunadır. Çünkü beden ölünce
genellikte toprakta çürür, bazı bedenler de yakılır, kül olur. Kimileri havada
parçalanıp dağılır, kimileri denizlerin derinliklerine atılıp balıklarca yenilip
yutulur. Ruhunu kaybeden bedene bir daha ruh dönmez, ölen kişi şu dünyada bir
daha dirilmez. Kuruyan ağaca nasıl bir daha yaşlık gelmezse, ölen bedene de bir
daha canlılık gelmez.
Dünyada güzel eylemlerle
bezenip sâfiyet kazanan insan rûhu, şu bedenden ayrılınca cennet bahçeleri gibi
bir yaşam içine girecek, orada iyi ruhlarla, peygamberler, sıddıklar, şehidler
(gerçeğin tanığı bilginler veya Allah yolunda öldürülenler) ve sâlihlerden
oluşan güzel arkadaşlarla beraber, tadına doyum olmaz rûhânî âlemde
bulunacaktır. Fakat dünyada kötü eylemlerle kirlenmiş, bozulmuş, çirkinleşmiş
olan insan ruhu da bedeninden ayrıldıktan sonra dünyadaki kötü eylemlerinin
gerçek niteliğini görecek, azap zebânîsine dönüşüp kendisinden ayrılmayacak olan
o kötü arkadaşlar arasında, azaplar içinde kalacaktır. İşte Hz. Peygamber, bu
gerçeğe işaret için kabrin ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem
çukurlarından bir çukur olduğunu söylemiştir.
Allah yolunda öldürülenler,
eylemlerin en güzelini yapmışlar, her şeyden aziz ve tatlı canlarını Allah
yolunda fedâ etmişlerdir. Yoluna can fedâ eden bu insanları Yüce Allah, iyi
kullarının arasına katacak, mânevî derecelerin en yükseklerine çıkaracak, cennet
bahçelerinde yaşatacak; huzurunda, akla ve hayale gelmeyecek nimetlere
erdirecektir.
İnsan, dünyada ne kadar mutlu
yaşasa, yine de acılardan, ıstıraplardan tamamen uzak duramaz. Çünkü dünyanın
lezzeti yanında üzüntü ve kederi de vardır. Asıl elemsiz, üzüntüsüz, tasasız
yaşam, o ruhsal yaşamdır. Allah yolunda öldürülenler, bu ruhsal yaşamın en
yücesine erdirilirler. O ebedî zevk ve huzur içinde yaşayan insanlara "ölü"
demek doğru değildir. Onlar, ölümün geldiği beden giysisini atmış, katıksız,
saf, ölümsüz hayata kavuşmuşlardır. Ama basîretleri (gönül gözleri) kapalı olan
dünyalılar, onların o saf, ölümsüz hayatlarının, rûhânî zevk ve lezzetlerinin
farkında değillerdir.
Allah yolunda öldürülen
kimseler, amellerin en güzelini işlemişlerdir. Onlar, Allah'ın en fazla sevdiği
işi yapmış, canlarını Allah uğruna fedâ etmişlerdir. Yoluna can fedâ eden bu
insanları Yüce Allah, sâlih/iyi kullarının arasına katacak, mânevî derecelerin
en yükseklerine çıkaracak, cennet bahçelerinde yaşatacak, huzurunda, akıl ve
hayale gelmeyecek nimetlere nâil eyleyecektir.
İnsan, dünyada ne kadar mutlu
yaşasa da yine de acılardan, sıkıntılardan uzak olamaz. Çünkü dünyanın lezzeti
yanında üzüntü ve kederi de vardır. Asıl elemsiz, üzüntüsüz, tasasız yaşam, o
rûhî hayattır. Şehidler, bu ruhsal yaşamın en yükseğine ermişlerdir. O ebedî
zevk içinde yaşayan insanlara ölü demek doğru değildir. Onlar, ölmenin ârız
olduğu vücut elbisesini atmış, katıksız, saf, ölümsüz hayata kavuşmuşlardır. Ama
basîretleri kapalı olan dünyalılar, onların o saf, ölümsüz hayatlarının, rûhânî
zevk ve lezzetlerinin farkında değillerdir.
Allah yolunda cihad,
ibâdetlerin en üstünüdür. Cihad eden müslüman, ya şehid olur, ya gâzi. İkisi de
yüksek rütbelerdir. Hele şehidlik mertebesi, mertebelerin en yücesidir.
Peygamberlikten sonra en makbul seviye, şehidlik mertebesidir. Bundan dolayı
ashâb-ı kiram, şehid olmak için can atarlardı. Allah'ın kılıcı ünvânıyla taltif
edilmiş bulunan Hâlid bin Velid, son demlerinde, ömrü savaşlar içinde geçtiği
halde yine şehid olamayıp yatağında ölmekte olduğu için çok üzgün olduğunu
söylemiştir.[2]
Mü'minler, her şeyden önce
Allah'ın emri olduğu için cihad edip savaşırlar. Onlar için bu yolda şehid
olmak, büyük bir şereftir. Şehidliği arzu eden, dolayısıyla ölümden korkmayan
insanı hiçbir silah, hiçbir düşman korkutamaz.[3]
[1]
Bakara: 2/154; Âl-i İmrân: 3/169.
[2]
Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi, c. 3, s. 65-70.
[3]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.