Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Ölümü Tefekkür mü, Şehâdeti Tefekkür mü?.
Ölümü Tefekkür mü
Ölümü Tefekkür mü,
Şehâdeti Tefekkür mü?
Nicedir hayatımızdan kovduk
ölümü. Artık mezarlıklar insanları "rahatsız" etmeyecek kadar uzak yerlere
yapılır oldu. Ölümle içli-dışlı olan nesiller yerini, koynunda taşıdığı ölümü
tanımayan bir nesle bıraktı. İslâm, kendi insanlarına ölümle barış içinde, hatta
el ele yaşamayı öğretmişti. Ölümün korkulup kaçılacak bir şey değil; gereğinde
baş tacı edilecek, koşulacak bir şey olduğuna inandırmıştı. İslâm'ın insanı,
kendi ölümünü, muhtemel bir darlık ânında harcanmak için itinayla saklanılan
"son dirhem" gibi üzerinde taşıyor, yeri geldiğinde o sermayesini Allah ile
arasındaki en kârlı alışverişinde kullanmaktan kaçınmıyordu. İslâm'ın insanı,
kimi dermansız dertlerin devâsının ölümde olduğunu keşfetmişti.
Günümüz insanının ölüme bakış
açısı bambaşka. Doğrusu, çağdaş insanın ölüm karşısında bir "bakış açısı"na
sahip olduğu hayli su götürür. Yine de biz hayatın öteki yüzü olan bu olay
karşısında takınılan câhilî tavrı, bir "bakış açısı" olarak ele alalım. Kusacak
kadar iyi tanıdığımız çağdaş ihtişamlar, ölümle mü'min arasındaki bu dostluğu
kopma noktasına getirdi. Güzel ölümün şefkatli kollarından çirkin
hayatın merhametsiz kucağına terkedildi insanımız. Değerini bilmeyip
küstürdüğümüz ölüm yüzünden hayatla da aramız açıldı. Ne ölümü tümden
hayatımızdan çıkartıp onun içimizdeki kronik korkusunu yenebildik, ne de hayat
üzerinde istediğimiz gibi tasarruf etme hakkına sahip olabildik. İslâm'ın
insanındaki "ölüm sevgisi", bizde "ölüm korkusu"na dönüştü.
Ölümün bin bir yüzü olduğunu
düşünemedik. O çok sevdiğimiz hayatı bile çirkinleştirecek kadar gül-endam
ölümlerin olabileceğini hayal edemedik. Bir kez değil; bin kez, dönüp dönüp
ölünecek ölümleri tanımadık. Yaşayacak kadar yüreksizleşen insanların gözünde
ölümle dostâne ilişkiler kurmak demek, "aklından zoru olmak" demeye gelirdi.
"Siz onları görseydiniz deli derdiniz" sözünün gerçek mânâsı şimdi daha iyi
kavranmıyor mu? Onların deliliği ölümün üstünü üstüne gittiklerinden değil;
gittikleri yere ölümlerini de beraberlerinde götürdüklerindendi. En az hayat
kadar aziz bilmişlerdi ölümü. Bu aziz bilinen, bu hamayıl gibi göğüste taşınan
ölümü sıradan ölümle karıştırmamak için İslâm ona güzel bir ad koymuştu: Şehâdet.
Çağımızda, ölümün yaşadığı
sefâleti açıklayabilmek için fazla düşünmeye gerek yok. Çağının hiçbir döneminde
İslâm, günümüzdeki şehâdet yoksulluğuna benzer bir yoksulluğa düşmemiştir.
Uğruna can vermeyi cana minnet sayan birileri hep olagelmiştir. Ölümü hep diri
ve gündemde tutan bu "gelenek" kaybolalıdan beri ölümler sürekli ölü doğmuştur.
Ba'sü ba'de'l-mevt'lere şâhid olamamıştır insanımız.
Şimdilerde gündemimize giren
şehâdet olayı, epey uzaklaşan kervanla aramızdaki açığı kapatmak için en büyük
fırsattır. Ölümü güzelleştirmeden hayatı güzelleştirmeye çalışmak, sünnetullahı
bilmemek demektir. Niceden sonra açılan kapının kapanmasına fırsat verilmemeli.
Bunun yolu da, onu "düşünmek"ten, onu hayal etmekten geçer elbet. Bu, müslüman
için bir ısınma, bir hazırlık olacaktır.
Ocakları söndüren ölümü çok çok
düşünmemiz emrediliyor. Şehid kıtlığı çektiğimiz şu çağda, bu emri, en güzel
ölümü düşünerek, onu özleyerek yerine getirmememiz için bir sebep mi var? Bencil
bir ölümle başkalarını dirilten bir ölüm arasındaki fark ölçüye sığmayacak kadar
büyüktür. İnsan ister istemez soruyor: O halde, niçin "mevti tefekkür" de, "şehâdeti
tefekkür" değil?[1]
[1]
Mustafa İslâmoğlu, Makalât, s. 69-71. Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.