Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Peygamberler de Ümmetlerine Şehîddir
Peygamberler de Ümmetlerine Şehîddir
Peygamberler de
Ümmetlerine Şehîddir:
"Her ümmetten bir şehid (şâhid)
çıkarırız: 'Delillerinizi getirin!' deriz. Gerçeğin Allah'a âit olduğunu
bilirler ve uydurdukları şeyler kendilerinden sapıp gider." (Kasas: 28/75)
"Her ümmetten bir şehîd (şâhid)
getirdiğimiz gün, artık ne nankörlere izin verilir, ne de onların özür
dilemeleri istenir." (Nahl: 16/84)
"Her ümmet içinde, kendi
aralarından, aleyhlerine bir şehîd (şâhid) getireceğimiz gün, seni de bunların
aleyhine şehîd (şâhid) getirmiş olacağız. Sana bu Kitabı, her şeyi açıklayan ve
müslümanlara yol gösterici, rahmet ve müjde olarak indirdik." (Nahl: 16/89)
Her ümmetten bir şehîd (şâhid),
seni de şunların aleyhine şehîd (şâhid) getirdiğimiz zaman nasıl olur? Nankörlük
edip Rasûl'e/Elçi'ye karşı gelenler, o gün yerin dibine geçirilmeyi isterler ve
Allah'tan hiçbir söz gizleyemezler." (Nisâ: 4/41-42)
Kasas: 28/75. âyette, Kıyâmet
günü Yüce Divan'da Allah'ın, huzurunda bulunan müşriklere, Kendisinden başka
varlıkları ilâhlaştırmalarının delilini getirmelerini isteyeceği; o zaman yalnız
Allah'ın gerçek İlâh olduğunu anlayacakları ve uydurdukları tanrıların
kaybolacağı; Nahl: 16/84. âyette her millete bir şehîd getirileceği ve artık
onların kendilerini savunmalarına izin verilmeyeceği; 89. âyette de her millete
getirilecek şehîdin (şâhidin), yaptıkları kötülükleri, tevhid ahlâkına aykırı
davranışları açıklayan, aleyhlerinde bir şehîd olacağı, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in
de gönderildiği inkârcı kavmin aleyhinde şehîd olarak getirileceği belirtilir.
Nisâ: 4/41-42. âyetlerde de her ümmetten bir şehîd ve Hz. Muhammed (s.a.s.)'in
de şu kavme şehîd getirildiği zaman, onlarının hallerinin vahîm olacağı, soru
tarzında belirtilir ve o gün kâfirlerin, Elçi'ye isyan etmiş olanların,
pişmanlıktan yerin dibine geçirilmiş olmayı arzu edecekleri, Allah'tan hiçbir
sözü gizleyemeyecekleri vurgulanır.
Bu âyetlerde, âhiretteki Yüce
Divan duruşmasında her ümmetin suçluları aleyhine bir şehîd/şâhid, Hz.
Muhammed'in de bu ümmetin inkârcıları aleyhine şehîd/şâhid olarak getirileceği
bildiriliyor ve inkârcılar o yüce mahkeme gününe karşı uyarılıyor. Burada
peygamberlerin aleyhte tanık olarak getirileceği kimseler, kendilerine uyan
sâlih mü'minler değil; onları dinlemeyen, yoldan çıkmış, fâsık ve kâfirlerdir.
Âyetlerin bağlamı bunu göstermektedir. "Ve ci'nâ bike alâ hâulâi şehîdâ -Seni
de şunların aleyhine şehîd/şâhid getirdiğimiz zaman (onların hali) nasıl olur?-"
ifâdesi, bunu gösterir. Çünkü burada "hâulâi -şunlar-" sözüyle kast
edilenler, Peygamber'in çevresinde toplanan mü'minler değil; ona
inanmayanlardır. Hz. Muhammed (s.a.s.) bu ümmetin fâsık ve kâfirlerinin aleyhine
tanık olacağı gibi, Hz. İsa da kendi ümmetinin sapıkları aleyhine tanıklık
edecektir: "Andolsun Kitap ehlinden hiç kimse yoktur ki, ölümünden önce ona
inanacak olmasın. Kıyâmet günü de o (İsa), onların aleyhine şehîd (tanık)
olacaktır." (Nisâ: 4/159) âyetinde de Hz. İsa'nın, Kıyâmet gününde, Kitap
ehli aleyhine şâhidlik edeceği bildirilmektedir.
Her ümmetin yaptığı işler,
peygamberlerinin işleriyle karşılaştırılır. İnsanların yaptıkları işlerin, kendi
getirdiklerine uyup uymadığına her peygamber tanıklık eder. Getirdikleri
prensipleri kabul etmeyeni reddeder. Nasıl diğer ümmetlerin işleri, kendi
elçilerinin işleriyle karşılaştırılacaksa, bu ümmetin bireylerinin işleri de Hz.
Muhammed (s.a.s.)'in getirdiği prensipler ve eylemlerle karşılaştırılacaktır.
İnanç ve eylemleri, Peygamber'in getirdiklerine aykırı olduğu için Peygamber
tarafından tanınmayan kimsenin sonu yamandır. Peygamber, onların aleyhlerine
tanık olmaktadır.
Peygamberlerin yanında, onların
vârisleri durumundaki gerçek din âlimleri de ümmetleri için aleyhte tanıktır:
"Allah, kendisinden başka
ilâh olmadığına şâhiddir (şehide -şehâdet etti-). Melekler ve ilim sahipleri de
adâletle şâhiddir (ki O'ndan başka ilâh yoktur. O,) azîzdir, hakîmdir."
(Âl-i İmrân: 3/18) âyetinde bilgi sahipleri de gerçeğe adâletle şâhidlik edenler
arasında sayılmıştır.
"Kim Allah'a ve Rasûl'e/Elçi'ye
itaat ederse işte onlar, Allah'ın nimet verdiği peygamberler, sıddıklar,
şehîdler ve sâlihlerle beraberdir. Onlar da ne güzel arkadaştır!" (Nisâ:
4/69).
Bu âyette çoğul şeklinde geçen
"şühedâ", Allah'ın dininin doğruluğuna, insanların eylemlerinin hak dine
uyup uymadığına tanıklık edecek olan din âlimleridir.
Allah, âlimler yanında sâdık
İslâm ümmetini de "şühedâ -şehîdler-" olarak nitelendirmiştir:
"Böylece Biz sizi orta bir
ümmet yaptık ki insanlara şehîdler (tanıklar) olasınız; Rasûl/Elçi de size şehîd
(tanık) olsun." (Bakara: 2/143).
"Rasûl/Elçi, size şehîd
olsun, siz de insanlara şehîd olasınız." (Hacc: 22/78).
Görüldüğü üzere bu âyetlerin
hiçbirinde "şehîd" savaşta öldürülen kimse anlamında değildir. Yalnız
Âl-i İmrân: 3/120. âyette çoğul olarak kullanılan "şühedâ -şehîdler-"
savaş şehidleri anlamına gelebilir.
?Eğer siz (Uhud'da) bir
acıya uğradıysanız, (Bedir'de düşmanınız olan) o kavim aynı acıya uğramıştır.
İşte böylece Biz, zafer günlerini insanların kâh bir kesimine, kâh diğer
kesimine nasip ederiz. Tâ ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan
şehidler/şâhidler edinsin. Allah zâlimleri sevmez." (Âl-i İmrân: 3/140).
Bu âyette "Ve yettehıze
minküm şühedâ'" -Allah sizden şehîdler edinmek için...-" ifâdesi, "Allah,
içinizden canını Kendisi yolunda fedâ edecek doğru dindarlar edinmek ister"
anlamına gelir. Fakat buradaki "şühedâ" kelimesi, sadece savaşta
öldürülenlerin niteliği değil; canla başla savaşa katılmış ve kahramanca
savaşmış olan bütün müslümanların özelliğidir. Onların hepsi de Hacc: 22/78;
Bakara: 2/143. âyetlerin belirttiği gibi şehîd (doğruyu anlayan, kendini Alah'a
vermiş gerçek dindar) anlamındadır. Elbette savaşta öldürülenler de şehîdlerin
başında gelirler ama, şehîdler, sadece savaşta öldürülenlerden ibâret değildir.
Ancak hadislerde şehid ve çoğulu şühedâ, çoğunlukla savaşta
öldürülmüş olanlar hakkında kullanılmaktadır.[1]
Kur'an'da önemli bir yer tutan
ve hayatın her aşamasında gözlemlenebilen somut bir tevhidî kimliğin göstergesi
olarak ifade edilen şehid kavramı, ne yazık ki, çoğu kez anlam kaybına uğramış,
bazen de anlamı daraltılmış olarak kullanılmaktadır. Her türlü sapkın ve müfsit
ideolojilerin amaçları doğrultusunda öldürülen/ölen kişiye şehid denmesi, bir
anlam karmaşasına sebep olmuştur. Kelime olarak kullanım, her ne kadar doğru
gibi gelse de, Kur'an'daki kullanımıyla şehid, yakîn bir bilgiye sahip olan bir
insan olarak adâletin örnekliğini temsil eden bir kimliğin taşıyıcısıdır. İlâhî,
tevhidî bir kimliğe sahip olmayan her insanın ilme değil; zanna uyduğunu
bildiren Kur'an'a[2]
rağmen bu insanlara şehid denmesi doğru görülmemelidir.
Kur'an'daki şehâdet kavramı,
adâletin hâkim kılınması için örnek ve önder olma, müşâhede edilen bir duruma
vâkıf olan insanın yaptığı doğru tanıklık gibi yakîn bilgiye dayanan anlamlara
gelmektedir. Bu anlamın bozulmasına neden olabilecek bütün kullanım biçimleri
için uyanık olunmalıdır. İman edenlerin şehidler olduğunu bildiren âyetler
ortada dururken; tâğut için savaşanlara, öldürülenlere şehid denemez. Çünkü iman
edenler Allah yolunda, inkâr edenler ise tâğut yolunda savaşırlar.[3]
Tâğut ise, Allah'ın koyduğu ölçülerin dışında ölçü/hüküm koyma iddiâsında olan
her kişi ve kurumun adıdır.
Şehâdet, ilimle, yaşayışla,
adâletle Hakk'a şâhitlik olduğundan, bunun bir göstergesi olarak Allah yolunda
cihadla canını vermeye de şehâdet/şehidlik denmiştir. Fakat, şehid olmak,
mutlaka savaşta ölmeyi gerektiren bir durum değildir. Hatta, savaşta Allah
yolunda ölmek, şehâdetin yan özelliğidir ve aslından değildir. Yine de, Allah'ın
hükmünü esas alıp adâleti hâkim kılmak kasdıyla eylemini sürdüren müslümanın bu
tavrını sürdürürken direniş esnâsında öldürülmesini şehâdet olarak tanımlamak
yanlış olmaz. Fakat şehâdeti bu anlamı ile sınırlandırmak doğru değildir. Esâsen
şehâdet, hayatın her ânında Allah'ın hükmüne göre davranışta bulunmak, buna
tanıklık etmek ve buna öncü/örnek olmaktır.[4]
[1]
Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi, c. 3, s. 72-75
[2]
En'âm: 6/116; Yûnus: 10/36.
[3]
Nisâ: 4/76.
[4]
Vahdettin Işık, Şehâdet ve Şehid, Haksöz, sayı 59. Ahmet Kalkan, Kur'an
Kavram Tefsiri.