Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
İmam; Ülü'l-Emr'in Diğer Adı
İmam
İmam;
Ülü'l-Emr'in Diğer Adı
?İmam? kelimesinin sözlük anlamı; önde olan,
kendisine uyulan, önder, lider demektir. ?İmam? kelimesi, anne demek olan
?el-ümm? kelimesinden türemiştir. ?Ümmet? kavramı da aynı köke dayalı olarak;
bir köke, bir öze, bir anne gibi asıla bağlı olan mânâsına gelir.
?İmam?, bir anlamda ?ümmet?in önderidir. ?İmam?,
kendisine uyulan bir liderdir. Bir kök durumundadır ve arkasında bir cemaat
vardır. Bu cemaat de bir imamın/önderin peşinde olduğu için ?ümmet? adını
almaktadır. Ümmetsiz imam, imamsız ümmet olmaz.
İslâm hukukunda ?imâmet?, dünyayı din ile idâre
etmekte peygamberliğe vekâlet etmektir. Müslümanların işlerini yönetmek için
Rasûlullah'a vekil olana da imam denir. ?İmam?, müslümanların özel bir seçim
sistemi olan ?biat?ı ile seçilen, ümmetin (müslüman toplumun) din ve dünya
siyasetini idare etmek üzere seçilmiş müslüman önderlere denir. Bu mânâda
?imam', İslâm'la yönetilen bir ülkenin müslüman başkanıdır. Bu imama ?ülü'l-emr?,
?halîfe?, ?emîru'l-mü'minîn? de denilir. Mü'minler, kendi zamanlarında
müslümanların serbest biatıyla (özel seçimiyle) iş başına gelen imama tâbi olmak
durumundadırlar. Böyle bir imama biat etmeden ölen müslümanlar hata etmiş
olurlar.
Namaz kıldırmak için önde olanlara da, ?namaz
imamı, namazda önder? denmiştir. Çünkü o da namazda önde bulunmaktadır ve
arkasında bir cemaat (bir ümmet) namaz için toplanmaktadır. Namazda ümmet
durumunda olan cemaat, ümm (ana, kök, asıl, önder) durumundaki imama yani
cemaatin liderine uymaktadırlar.
Peygamberimiz'in kızı Hz. Fâtıma (r. anhâ) ile
Hz. Ali'nin (r.a.) soyundan gelen önderlere de ?imam? adı verilmektedir. Bu
temiz soydan silsile yoluyla gelen önderlere ?Ehl-i Beyt imamları' denilmektedir
ki sayıları on iki tanedir
(Bkz. Buhârî, Ahkâm; Müslim, İmâre 9, hadis no: 1821). İmam
Ali, İmam Câfer-i Sâdık, İmam Zeynelâbidin gibi.
Dikkat edilirse, bunların tümünde bir önderlik
ve peşinde olan bir cemaat olgusu (ümmet) söz konusudur. ?İmam?, özet olarak,
bir topluluğa önder olan demektir. Günümüz Türkiye'sinde, imam kavramının diğer
bütün anlamları kaybolmuş ve yalnızca namaz/câmi imamlığı mânâsı kalmıştır. O
da, çoğunluğun kafasında basit karşılığı olan bir kavramdır.
Görünen o ki, bugün paramparça olan İslâm
ümmetini ilimde, siyasette ve toplumsal hayatta bir araya toplayacak müslüman
imamlara -önderlere, rehberlere- ihtiyaç vardır. Müslümanların biatıyla (özel ve
serbest tercih ve onaylamasıyla seçilmiş) halifelere de ?imam' denildiğini
tekrar hatırlayalım. Müslümanlar, bu şekilde seçilmiş bir imamın önderliğinde
her tür işlerini ve ibâdetlerini daha iyi yerine getirirler, yaşadıkları
coğrafyayı daha iyi ıslah ve tanzim ederler.
Müslümanlar, her devirde bol miktarda meydanda
olan ?küfür ve şirk? imamlarını çok iyi tanımalı, onların peşinden gitmemelidir.
Onların kurduğu düzenlere, ortaya koydukları dünya görüşlerine ve hayat
anlayışlarına karşı dikkatli olmalıdır. (4)
Rasûlullah'ın vefatını müteâkip ashâbın
imam/halîfe seçtikleri ve İslâm ümmetinin imamsız bir zamanının geçmesine rızâ
göstermedikleri tevâtüren sâbittir. Nitekim Hz. Ebûbekir, meşhur ilk hutbesinde
buna işaret ederek diyordu ki; "Haberiniz olsun ki, Muhammed (s.a.s.) vefat
etmiştir ve bu dini ayakta tutacak bir reise mutlaka ihtiyaç vardır." Muhtemel
bir zararın defedilmesi ve ümmetin çeşitli maslahatı bakımından da imam/halîfe
seçilmesinin vâcip olduğunda icmâ edilmiştir. Bu nedenle herkes Hz. Ebûbekir'in
sözünü yürekten kabul etmiştir (Taftazânî, Şerhu'l-Makasıd II/271).
Taftazânî, şunları da söylemektedir: "İmâmet-i
kübrâ meselesi, itikadî esaslardan olmayıp fıkhı ilgilendiren bir meseledir.
Fıkıh kitaplarımızda zikredilmiştir ki; millet için, dini yaşatacak, sünneti
ayakta tutacak, mazlumları koruyacak ve haklıyı haksızdan ayıracak bir
başkana/imama mutlaka ihtiyaç vardır (Taftazânî, a.g.e. II/27). İmamın seçimi
ise; "ehl-i hall ve'l-akd"in seçmesi ile olur. Diğer bir görüşe göre; daha
evvelki imam tarafından bir tavsiye ile beraber halkın ileri gelenlerinin
bey'atından ibârettir. Bu iki görüş arasında gerçekte büyük bir ayrılık yoktur.
Bu ihtilâf, ilk halîfelerin tesbit tarzından ileri gelmektedir.