Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
İmam ve Ümmet Münâsebeti
İmam ve Ümmet Münâsebeti
İmam
ve Ümmet Münâsebeti:
Kur'an'da ?imam? kavramının ?ümmet? kelimesi ile
yakın ilişkisini görmekteyiz. Biri anlaşılmadan ve gerçekleşmeden, diğerinin de
anlaşılması ve gerçekleşebilmesi mümkün değildir. Zira ümmetin oluşumunda onlara
belli bir düşünme, davranış ve yapı kazandıran imamdır/önderdir. İşte bu
sebeple, Allah her topluma, bir imam ve rehber olan peygamber göndermiştir ki,
toplumu karanlıklardan aydınlığa çıkarsın (2/Bakara, 257). Onlara, Kitapla yol
göstersin, ışık tutsun, o toplum içerisinde kendisine iman edenlerin
karşılaştıkları problemleri çözümlesin. Tek kelimeyle hakka, hidâyete yöneltsin;
onların dünyalarını mâmur ettiği gibi, âhirette de kurtuluşlarına sebebiyet
verecek aydınlık ve nurlu yolu (sırât-ı müstakîmi) göstersin. Allah, bozulmaya
yüz tutmuş, kokuşmuş câhilî toplumlara peygamberler gönderir. Ellerinde kılavuz
ve rehber (imam) olarak Kitab vardır. Rasüller, toplumlarını o Kitaba iman
etmeye ve onunla amel etmeye çağırırlar. İman edenlere, Kitabı ve onun hikmetini
öğretirler. Onları birtakım kötü davranış ve düşüncelerden, nefsin kötü
arzularından arındırarak onlara rehberlik ederler. Dâvet etmiş oldukları
doğrularla insanları fiilî olarak eğitirler; bu bilince dayalı sahih
davranışlarda bulunan sâlih bir toplumu, müslüman bir ümmeti oluştururlar.
Artık o toplumun önünde imam olan peygamber ve
ellerinde Allah'tan gelen Furkan vardır. O Furkan olan Allah'ın
kitabıyla/hükmüyle hakkı bâtıldan ayırmaya çalışırlar. Zâlim, fâsık, müşrik ve
kâfirleri cehennemle korkutarak, geçmiş toplumların başına gelen belâ ve
musîbetlerin kendi başlarına da gelebileceğini hatırlatarak, kendilerine
yüklenilen dâvet görevini yerine getirmeye çalışırlar. İman edenleri,
ihsanda/güzel davranışlarda bulunmaya ve sorumluluk bilinciyle hareket etmeye
çağırır; hakka, hayra yönelen ve başkalarının da hakka yönelebilmesi için
Allah'a dâvet eden, iyilikleri emredip kötülükleri yasaklayanları cennetle
müjdelerler. Bu görevlerini yerine getirirken, dâveti reddeden bir toplum oluşur
ki; bunların da öncüleri, imamları/önderleri vardır. Bu önderleri, halkı hakka
ve hayra karşı örgütlerler. Bunların bir ideolojileri, ellerinde ise
arzularından kaynaklanan bir kitapları, prensipleri ve ilkeleri vardır. Onunla
düşünce ve davranışlarını ayarlamaya çalışır, örgütlü bir toplum oluşturmaya
çalışırlar. Bu toplumun adı ise ?câhiliyye? veya ?küfür toplumu?dur.
Günümüzde Kur'an'ı yaşam biçimi olarak
kabullenmeyip başka sistemleri (komünizm, faşizm, kapitalizm, demokrasi,
Kemalizm vs.) onun yerine ikameye çalışanlar ile bazı meselelerde Kur'ân'ı
kabullenip hatta bazı ibâdetleri de şeklen (namaz, oruç, hac gibi) yerine
getirmelerine rağmen, toplumsal yapıyı düzenlemede Kur'an dışı sistemlerden
birini kabullenen toplumlar işte bu câhiliyye toplumu kategorisine girerler.
Örgütlü câhiliyye toplumu, İslâm'a ve müslümanlara, kademeli olarak savaş
başlatır ki; hem kendi sistemini ayakta tutabilsin, hem de kendisini yok etmeye
yönelik tüm düşünce, oluşum ve örgütlenmeleri yok edebilsin.
Ancak, bu mücâdelesinde hassas davranması
gerekir. Eğer o toplumda din, geleneksel anlamda kabul görüyor ve kısmen
yaşanıyorsa, orada ruhban, Bel'am ve Sâmirîleri kullanarak davranışlarını dine
dayandırıyor intibâı vererek topluma dindar gözükmesi gerekir ki, otoritesini
meşrûlaştırabilsin. Âyetleri ruhban, Bel'am ve Sâmirîlerine te'vil ve tahrif
ettirerek, gerçekleri saptırarak, mücâdeleci müslümanları bozguncu ve bölücü
olarak, terörist olarak gösterebilsin. Bunu sağladıktan sonra, oradaki
müslümanlara uygulayacağı işkence, mahkûmiyet veya yargısız infazlarla
mücâdelenin önünü kesebilsin. Kendisinin müsaade ettiği din anlayışını ise
te'vil ve tahrif mantığı ile bu psikolojik ve bedensel işkencenin de verdiği
korku ile toplumda kabul görüp taraftar bulmasını sağlayabilsin.
İşte böyle bir ortamda; âhiret bilinci
kalplerine yerleşmiş olan müslüman dâvâ erleri sabrı kuşanarak, küfür toplumu
içerisinde yeniden bir ümmet oluşturabilmek için sorumluluk bilinci ile bir
araya gelmek zorunluluğu hissederler. Ancak bu şekilde, Allah Teâlâ'nın rahmeti
ortaya çıkmış olur. ?Sabrettikleri ve âyetlerimize yakînî olarak (kesin bir
şekilde) iman ettikleri zaman, onların içinden, emrimizle doğru yola ileten
imamlar/rehberler yaptık.? (32/Secde, 24)
Evet, bir yanda câhiliyye toplumu içerisinde
insanları hidâyete, doğru yola dâvet edip yönelten bir imam veya peygamber;
diğer yanda ise peygambere veya muttakî imamlarlarla beraber Kur'an'a tâbi
olanları engellemeye çalışan ateş önderleri, ateşe dâvet eden imamlar.
?Onları (Firavun ve askerlerini) (insanları) ateşe çağıran imamlar/öncüler
kıldık. Kıyâmet günü onlar yardım görmeyeceklerdir.? (28/Kasas, 41) Onlar
kıyâmet günü yardım görmeyeceklerdir. Çünkü onlar insanların hidâyeti
anlamalarına engel olmuşlardır. Onlar kitabı te'vil ve tahrife yönelerek,
insanların vahyi anlamalarını engellemiş ve sapmalarına sebebiyet vermişlerdir.
Peki ya onları destekleyerek yanlarında yer alanlar, onların zulüm ve
işkencesinden korkarak uymak mecburiyetinde oldukları anlayışıyla hareket
edenler, kenidilerini sorumluluktan kurtarabilecek mi?
?Rabbim, bizi saptıranlar bunlardı, bunlar bizim
hakkı anlamamıza ve hakkı yaşamamıza engel olmuşlardı, bizi bunlardan ayır,
bunlardan ayrı değerlendir. Biz, güçsüzlüğümüz sebebiyle onlarla birlikte olmuş,
İslâm'a ve müslümanlara karşı yapılan savaşta bu sebeple onların yanında yer
almıştık? diyerek davranışlarının doğru olduğunu savunabilecekler mi? Hayır! Bu
bahanelerin hiçbir faydası olmayacak. Çünkü onlar zâlimlerle birlik olup hakka
birlikte karşı çıkmışlar, âhireti bir kenara bırakarak dünya nimetlerini tercih
etmişlerdir. Yardımcı oldukları, yolunda yürüdükleri imamları/önderleri olan o
zâlim müstekbirlerle birlikte ateşe gireceklerdir. Âhirette insan toplulukları
imamları/önderleriyle birlikte çağrılacaktır.
?Her insan topluluğunu, imamları/önderleri ile
birlikte çağıracağımız günde kimlerin amel defterleri sağından verilirse, onlar,
en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel defterlerini okurlar.?
(17/İsrâ, 71) Evet, o gün insanlar ellerine
tutuşturulan kitabı okuyacaklar. ?Eyvah, bu kitaba ne olmuş, büyük küçük her
şeyi en ince ayrıntısına kadar saymış, dökmüş. Yazıklar olsun bize!? diyecekler
(18/Kehf, 49), ama artık faydası yok; orada haksızlığa uğratılmadan bizzat
kazandıkları şeyler sebebiyle ateşe atılacaklardır.
Kur'an'da imam kelimesi ile kastedilen şeyin
sadece peygamberlerin değil, rasûllerle birlikte kitabın da imam olduğunu (11/Hûd,
17), insanlara önder ve rehber olduğunu, onların yollarını aydınlatıp
hayatlarını belli bir plan çerçevesinde programladığını görürüz. Peygamberler
görevlerini yerine getirip ümmetini/toplumunu oluşturduktan sonra onlar toplum
içerisinde tâyin edilmiş bir vakte kadar kalırlar, sonra Allah onları
toplumlarından çekip alınca, artık orada önder ve rehber (imam) olarak kitap
vardır. İnsanlar artık o kitaba sarılırlar, onunla problem ve ihtilâflarını
halleder, onunla toplumsal yaşamlarını düzenlerler. Belli bir süre böyle devam
eder, zamanla nefislerini ön plana çıkaranlar olur, aralarında ihtilâflar baş
gösterir. Kimileri bağy edip Allah'ın hidâyetinden, aydınlık yolundan saparlar.
İhtiraslar çoğalır, dünyaya meyleder, âhireti unuturlar. Bu sebeple ayrılık ve
fitne zuhur eder, dinden sapmalar çoğalır. Onlar artık din, kitap tanımazlar.
Onların ahit ve antlaşmaları da olmaz. Orada can, mal, akıl, nesil ve din
emniyetleri de kalmaz. Orada her şey onların hevâlarına/arzularına göre
ayarlanır.
Eğer güçlü iseler, birtakım değerleri ayaklar
altına alırlar, ezmeye, sömürmeye ve yok etmeye çalışırlar. Artık öylesi
ortamlarda; peygamberi kendisine örnek edinen, Kitabı rehber (imam) edinen
mü'minler için ağır sorumluluk başlar, o sorumluluklarını yerine getirmeye
çalışmaları gerekir: ?Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozarlar ve
dininize saldırırlarsa, küfrün imamlarına/önderlerine karşı savaşın. Çünkü
onların yemin (diye bir şeyleri) yoktur. (Onlara karşı savaşırsanız) umulur ki
küfre son verirler.? (9/Tevbe, 12)
Peygamberin çizgisini tâkip eden tevhidî
topluluk, içinde yaşadıkları câhilî toplumun önderlerine karşı uyanık ve
dikkatli olmak zorundadır. Zira, onlar gücü ellerine geçirdikleri zaman, ekini
ve nesli ifsad ederler (2/Bakara, 205). Bunu gerçekleştirirken ne söz/ahit, ne
de antlaşma tanırlar. Artık orada insanların hürriyetleri ellerinden alınır ve
insanlar tâğûtî otoritenin kulu haline getirilirler. Orada zulüm ve haksızlık
yaygınlaşır. Küfrün imamları/önderleri, ototiretelerini süreklileştirebilmek
için, insanların bilinçsizleştirilmeleri ve sorumluluk duygularını kaybetmeleri
gerekir. Bu tâğutlar, fikir ve düşünce hürriyetini kendi ölçülerine göre
belirler, birtakım tabular oluştururlar. Bilinçsizleştirdikleri yığınların
kaybolan değer yargılarının yerine, küfrün imamları/önderleri, kendi değer
yargılarını enjekte ederler ve bunları toplumun sahiplenmesini isterler.
Böyle bir toplumda, bilinçli kimselere haksızlık
karşısında susmayan inançlı insanlara çok büyük görevler düşer. Zira Allah,
insanları bilinçlenmeye ve akletmeye çağırır. Allah, kullarını, kullara kul
olmaktan kurtarıp sadece kendisine kulluk yapmalarını sağlayarak gerçek
hürriyetlerine kavuşmalarını ister. İşte bu sebeple, küfrün önderleri olan
müstekbirler, fırsatını buldukları an müslüman dâvâ erlerini ve onların
imamlarını yok etmeye çalışırlar. Rabbimiz ise, müslümanların Kur'an'ı
kendilerine imam (rehber) edinmelerini istemektedir.
Kur'an bize rehberlik ederek küfrün önderlerine
karşı sürekli bir mücâdele içerisinde olmamızı öğütler; onlarla savaşmamızı
emreder (9/Tevbe, 12). İşte bu savaş, yani cihad, organize olmuş imamlı bir
cemaatle olur. Toplum, müttakî bir topluluktur. İmamları ise takvâ sahiplerinin
önderidir. Onlara takvâda öncülük eder. Bu toplumda bütün hesaplar âhiret
üzerine yapılır, âhireti kazanmanın mücâdelesi verilir. ?Ve onlar (iman edip
tevbe edenler), ?Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler
bağışla ve bizi takvâ sahiplerine imam/önder kıl!' derler.?(25/Furkan,
74)
İmam, bir rehber ve önderdir; insanlara öncülük
eder. İmâmet ise bir makamdır, rehberlik ve önderlik makamı. İmâmet, Âdem'le
başlamış ve Rasûlullah'a kadar kesintisiz olarak vahiyle birlikte devam
etmiştir. Rasûlullah'tan sonra ise bu makam, O'nun getirdiği Kitab (Kur'an)'a
vâris olan, Kitabı yaşayıp toplumda yaşanılır kılabilmek için mücâdele veren
imamlar tarafından sürdürülecektir. İşte bu imamlar, Rasûl'ün getirdiği şeriatı
uygulamada ve dini insanlara tebliğ etmede O'nun halefidirler. Bu makama
getirilen insanın Kur'an'ı kendisine rehber, Rasûlullah'ı ise örnek edinerek
muttakî olması gerekir. Peygamber'in soyundan da gelse zâlim olanlar bu makama
gelemezler (2/Bakara, 124).
Firavunî sistemlerin temeli, zora ve zulme
dayanır. Orada insanlar gruplara, partilere ayrılarak güçsüzleştirilerek
birlikleri yok edilir. Bu sistemlerin zulüm ve sömürülerinden kendilerini
korumaya çalışanlar, Firavunların/küfür önderlerinin kendilerine müsaade etmiş
oldukları yasalar çerçevesinde hareket ederler. Bu sebeple orada güç ve
inisiyatif Firavunların elindedir, onu diledikleri gibi kullanırlar. Tüm
mücâdeleci hareketleri kontrolleri altında tutarlar.
Allah ise zayıf bırakılmış, ezilen ve sömürülen
müstaz'af halka seslenerek onları birlik olmaya, yeniden imâmeti diriltmeye ve
müstekbirlere karşı mücâdeleye dâvet ediyor, kendilerine lütufta bulunarak
onları yeniden önderler yapacağını, ezilmiş ve sömürülmüşlükten kurtaracağını ve
ne yapmaları gerektiğini anlatarak uyarıyor. ?Biz istiyoruz ki, o yeryüzünde
müstaz'aflara (güçsüz düşürülenlere) lütufta bulunalım, onları imamlar/önderler
yapalım, onları vârisler kılalım (ötekilerin yerini aldıralım).? (28/Kasas,
5)
?Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere
sizi çağırdığı zaman Allah'a ve Rasûlüne icâbet edin. Ve bilin ki, muhakkak
Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz O'na götürülüp toplanacaksınız.?
(8/Enfâl, 24)
İman edenler, imanlarının gereği olarak Allah'ın
ve Rasûlünün çağrısına dikkat etmeliler. Bu çağrının gösterdiği hedefin
gerçekleşebilmesi için gerekli güç ve çalışmayı ortaya koymalılar. Zira bu çağrı
iman edenlere hayat bahşedecek bir dâvettir. İmâmet kurumunun yeniden
gerçekleşebilmesi için imamlı cemaatlerini oluşturmaları gerekir. Zira Allah'ın
huzuruna götürüldükleri âhiret gününde bu ağır sorumluluk gerektiren görevlerini
yerine getirmemenin ne anlama geldiğini bilirler.
Her imam, kendi cemaatini oluştururken, İslâm'ın
karşısında insanlar da oluşacaktır. Bu insanlar da küfrün imamlarıdır. İnsanları
kendi küfür yollarına dâvet ederken, kendi küfrî toplumlarını oluştururlar.
Artık orada iki ayrı topluluk oluşmuştur. Bir yanda insanları Allah ve O'nun
dinine çağıran imam ve beraberinde oluşan ?İslâm toplumu?, diğer yanda,
insanları ateşe (cehenneme) çağıran küfür imamları ve beraberinde oluşan
?câhiliyye toplumu?.
Bu iki toplumun da inandıkları bir rabbi, bir
dini vardır. Bu topluluklar, âhirete imamlarıyla birlikte giderler. Peygamber'i,
O'nun getirdiği Kur'an'ı ve Kitap'la insanlar arasında hükmeden Peygamber'in
halefi olan imamları kendisine rehber edinenler âhirette O'nunla beraber cennete
girerler. Allah, Kur'an ve Peygamber'i tanımayan veya bunları tanıdığını iddia
etmesine rağmen, Kur'an'ı yaşam biçimi olarak kabullenmeyip kendi yanlarından
sistem belirleyerek insanları onunla idare edenleri önder ve rehber edinenler de
âhirette o imamlarıyla birlikte ateşe girecekler, cehenneme atılacaklardır.
Her ümmetin peygamberi Allah huzurunda şâhidlik
edecek (4/Nisâ, 41) ve ?Ya Rabbi, Senin dinini, Senin mesajını insanlara
ulaştırdım, onlara Kitap'ta belirlediğin hayat şeklini ve bana öğrettiğin doğru
düşünme ve uygulama biçimini öğrettim? diyecektir. Rasûlullah'ın ümmeti, sadece
kendi bulunduğu dönemde yaşayıp da dâvetini kabullenerek onun gereklerini yerine
getiren insanlarla sınırlı değildir. Bu ümmet, O'nun risâlet döneminde başlayıp
kıyâmet gününe kadar getirmiş olduğu dine girerek ona uygun amellerle imanını
doğrulayarak onun göstermiş olduğu yolda yürüyen ve o dinin sürekli
yaşanılabilmesi için dâvet ve cihad görevini yerine getiren insanların
tamamından oluşmaktadır.
Biz de, bizim için çizilmiş olan bu yolda
imamlarımızı hangi ölçüye göre tesbit etmiş olduğumuza, kimleri imam olarak
tanıdığımıza dikkat edelim. Dikkat edelim ki, âhiretimizi kurtarmaya çalışmış,
görevimizi yapmış olabilelim; âhirete imamımızla birlikte gideceğimizi
unutmayalım. Onlar bizim hakkımızda orada şâhidlik edeceklerdir.
Kur'an'da belirlenen imamlı cemaatimizi
oluşturarak, âhirette kurtuluşumuzu sağlayacak davranış içerisinde olalım. Bu
ümmetin kıyâmete kadar devam edebilmesi için bizden sonra gelen nesillere bu
kurumu sapasağlam, tertemiz bir vaziyette bırakalım ki, kurtuluşa erenlerden
olabilelim. ?İçinizden hayra çağıran ve ma'rûfu emredip münkerden nehyeden
bir ümmet bulunsun. Kurtuluşa erenler, işte bunlardır.? (3/Âl-i İmrân, 104)
?Muhakkak ümmetiniz tek bir ümmettir ve Ben de sizin Rabbinizim; o halde Bana
ibâdet edin.? (21/Enbiyâ, 92)
İşte Allah'ın tarif ettiği ideal toplum. İslâm'ı
kendine din olarak seçmiş, Allah'a iman ederek yalnız O'nu Rab edinmiş,
kulluğunu sadece O'na yaparak başka hiçbir şeyi ortak tanımayan, sahte rableri
reddederek onların yaşam biçimlerini ve ideolojilerini kabul etmeden, kıble
edinilen çeşitli şeylere yönelmeyip sadece Rabbimizin belirlediği kıbleye
yönelen, Kur'an'da tarif edilen, özellikleri belirtilen şahsı kendisine imam
edinerek, başkalarını önder ve rehber edinmeyen muttakî toplum; işte kurtulacak
olan cemaat de budur. (19)