Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
İcap ve Kabulde Bulunurken Uyulacak Şartlar
İcap ve Kabulde Bulunurken Uyulacak Şartlar
İcap ve Kabulde Bulunurken Uyulacak Şartlar:
1) Taraflar evlenme
irâdelerini nikâh meclisinde açıklamalı ve icapla kabul hemen birbirini
izlemelidir. Taraflardan birisi normal konuşma işitilemeyecek şekilde diğerinden
uzaklaşmışsa, nikâh meclisi terkedilmiş sayılır. Ebû Yusuf'a bir taraf nikâh
meclisinde hazır değilken, diğer taraf şâhitlerin önünde icapta bulunsa, akit,
bulunmayan tarafın icâzetine bağlı olarak meydana gelir. Karşı taraf bunu
öğrenince olumlu cevap verirse akit kesinleşir; aksi halde ortadan kalkar (el-Kâsânî,
a.g.e., II, 232, 233; el-Cezîrî, Kitabül-Fıkh Alel-Mezâhibil-Erbaa, Mısır 1969,
IV,14 vd.).
2) İcap ve kabul her
bakımdan birbirine uygun bulunmalıdır. İcap ve kabul arasında yanılma, hile
yüzünden bir ayrılık varsa evlenme meydana gelmez.
3) İcap ve kabul
taraflarca işitilmeli ve anlaşılmalıdır. Ancak sağır ve dilsizler özel
işaretleriyle irâde beyanında bulunabilecekleri gibi, İslâm hukukunda mektupla
evlilik akdi yapma kolaylığı da getirilmiştir. Mektup, diğer taraf ve şâhitler
huzurunda okunur, bu tarafın da kabulü ile nikâh akdi tamamlanır. Burada nikâh
meclisi, hükmen bir sayılır (el-Kâsânî, a.g.e., II, 231; el-Cezîrî, a.g.e., IV,
16).
4) İcap ve kabul için
kullanılan sözler açık veya kinâyeli olur. Yalnız evlilik akdi meydana getirmede
kullanılan "inkâh" ve "tezvîc" sözcükleri ile bunların başka dildeki
karşılıkları açık sözlerdir. "Tezevvüc ettim, nikâhladım, nikâh ettim, nikâhla
aldım, nikâhla verdim, tezvic ettim, evlendim, evlendirdim" sözcükleri gibi
(4/Nisâ, 22; 33/Ahzâb, 37). Buna karşılık mülkiyetin nakli sonucunu doğuran
satış, hibe, sadaka ve temlik gibi sözler de, nikâh konusunda mecâz olarak icap
ve kabul için kullanılabilir. "Kendimi sana şu kadar mehir karşılığında hibe
ettim" diye icapta bulunmak gibi. Burada mehrin zikredilmesi, şâhitlerin hazır
bulunması, meclisin bir nikâh meclisi olması, tarafların gâyelerinin evlenmek
olduğunu açıkça gösterir. Buna karşılık kira, rehin, ibrâ, vedîa gibi deyimler
evlenmede icap ve kabul için kullanılmaya elverişli değildir. Çünkü bunlar
mülkiyetin nakli sonucunu doğurmayan terimlerdir (el-Cezîrî, a.g.e., IV, 14 vd.;
ez-Zühaylî, a.g.e., VII, 39; İbn Âbidîn, a.g.e., II, 364, 365, 369 vd.).
Şâfiî ve Hanbelîlere göre ise
evlilik akdi yalnız nikâh ve tezvic sözcükleri ile meydana gelir. Delil, Kur'an-ı
Kerim'de bu akit için yalnız belirtilen sözcüklerin kullanılmasıdır (bkz.
4/Nisâ, 22; 33/Ahzâb, 37; İbn Rüşd, Bidâyetül-Müctehid, Kahire (t.y.), II, 4,
5).
5) İcap ve kabulün şarta
bağlanmaması ve kullanılan siyganın da "gelecek zaman" olmaması gerekir. Evlilik
akdinin geçmiş zaman siygasiyle oluşması konusunda görüş birliği vardır. Kadının
"şu kadar mehirle kendimi sana nikâhladım" icabına, kocanın; "Kabul ettim" diye
cevap vermesi gibi. Çünkü bu siyganın anlamı, akdi o anda meydana getirmektir.
Bununla akit bir niyet ve karineye ihtiyaç olmaksızın o anda meydana gelir.
Şimdiki zaman siygası ise
Hanefi ve Mâlikîlere göre akdi o anda meydana getirmeye delâlet eden bir
karînenin bulunması halinde evlilik akdi meydana getirmeye elverişli sayılır.
Erkek kadına, "Şu kadar mehirle seni kendime nikâhlıyorum" dese; kadın da,
"kabul ediyorum" veya "râzı oluyorum" diye cevap verse, bu geleceğe ait bir vaad
olmaması ve bir nikâh meclisi bulunması şartıyla akit meydana gelir. Ancak nikâh
meclisi olmaz ve akdin o anda yapıldığını gösteren bir karîne de bulunmazsa bu
bir nikâh değil, geleceğe ait bir "söz verme" niteliğindedir.
Evlilik akdinde emir siygası da
kullanılabilir. Erkek kadına "Beni kendine nikâhla" dese ve bununla o anda
evlilik akdi yapmayı kasdetse; kadın "Sana kendimi nikâhladım" diye cevap
verince akit tamam olur. Hanefîlere göre buradaki emir siygası ile erkek kadına
evlenme için vekâlet vermiş olur. Böylece kadın kendisinden asîl, erkekten vekil
sıfatıyla icap ve kabulde bulunmuş olur. Mâlikîlere göre ise burada emir siygası
icap niteliğindedir.
Soru siygası icap sayılmaz,
belki icaba çağrı niteliğindedir (bkz. el-Kâsânî, a.g.e., II, 231; İbnül-Hümâm,
Fethul-Kadîr, II, 344, 345; İbn Abidîn, Reddül-Muhtâr, II, 371; İbn Kudâme, el-Muğnî,
VI, 532-534; Hamdi Döndüren, a.g.e., s. 188, 189).