Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Şûrâ/İstişâre; Anlam ve Mâhiyeti
Şûrâ
Şûrâ/İstişâre;
Anlam ve Mâhiyeti
İstişâre: Herhangi bir konuda doğruya ulaşmak
veya yaklaşmak için bir başkasının görüşüne başvurma demektir. Müşâvere, şivâr,
meşvûre, meşvere(t), meşûre, istişâre, danışıp işaret ve görüş almak anlamına
geldiği gibi, müşâvere ve işaret; arı kovanından bal almak, rey vermek
mânâlarına da kullanılır. Toplanıp meşveret eden cemâate de şûrâ denir (İbn
Manzûr, Lisanü'l-Arab, IV, 434-437; Zebîdî, Tâcu'l-Arûs, III, 318-320; Elmalılı,
Hak Dini, İstanbul 1979, II, 1213). İstişârenin lügat anlamı ile ıstılah (terim)
mânâsı arasında yakın bir bağ vardır. Çeşitli görüşlere başvurmak sûretiyle
doğruyu elde etmek veya ona yaklaşmalarının, çeşitli çiçeklerden gerekli
malzemeyi alıp işledikten sonra ortaya çıkardığı balı kovandan alması gibidir.
Bu bakımdan Kur'ân-ı Kerîm olayın ehemmiyetini şu şekilde ortaya koymuştur:
"İş husûsunda onlarla müşâvere et" (3/Âl-i İmrân, 159); "Onların işleri
aralarında istişâre iledir" (42/Şûrâ, 38).
İstişâre, kişinin kendisini ilgilendiren
konularda bir başkasının görüşüne başvurması veya idârecilerin ümmetin durumunu
ilgilendiren konularda müşâverede bulunması şeklinde iki cepheden ele
alınabilir. Birinci durumda istişâre sünnettir (Nevevî, Şerhu'l, Müslim, Kahire
1347-49/1929-30, IV, 76). İdârecilerin ümmetin durumunu ilgilendiren konularda
istişârede bulunmasının hükmü konusunda ise farklı görüşler vardır. "İş
husûsunda onlarla istişâre et? (3/Âl-i İmrân, 159) âyetinin vücûb mu nedb mi
ifade ettiği konusunda ulema ihtilâf etmişlerdir.
Mâlikîler dinî konularda İslâm devletinin
yönetimi ile ilgili mevzûlarda idarecilerin istişârede bulunmalarının vâcip
olduğu görüşündedirler. Hatta İbn Atiyye ve İbn Hüveyzimendâd böyle bir durumda
âlimlere danışmayan idarecinin azlinin vâcip olduğunu savunmuşlardır (Kurtubî,
el-Câmi li-Âhkâmi'l-Kur'ân, Kahire 138687/1966-67, IV, 249-250; M. Tahir b. Âşûr,
et-Tahrîr ve't-Tenvîr, Tunus 1984, IV, 148). İmam Şâfiî istişâreyi nedb'e
hamletmiş, ancak daha sonraki şâfiî fukahâsı âyetin vücup ifade ettiği görüşünü
benimsemişlerdir (Fahreddin er-Râzî, Mefâtihu'l-Gayb, Kahire 1934-62, IX, 76;
Nevevî, a.g.e., IV, 76). Bu konuda Hanefilere nisbet edilen bir görüş
bulunmamakla birlikte, Cessâs (v. 370/980)'ın 42/Şûrâ, 38. âyetinin tefsirinde
"istişârenin iman ve namaz kılmakla birlikte ele alınması, konunun önemine ve
bizim bununla emrolunduğumuza delâlet etmektedir" şeklindeki sözünden
istişârenin vâcip olduğu görüşünü benimsediğini anlıyoruz (Cessâs, Ahkâmü'l-Kur'an,
Beyrut, ts., V, 263; M. Tâhir b. Aşûr, a.g.e, IV, 148).
Hz. Peygamber (s.a.s.) istişâreye teşvik etmiş;
kendisi de Bedir'de Ebû Sufyân'ın geldiğini haber alınca ne gibi tedbir
alınacağı konusunda Ensar'la müşâvere etmiş; ayrıca Bedir esirleri konusunda,
Uhud ve Hendek Gazvelerinde, Hudeybiye'de, Tâif Seferinde, İfk hâdisesinde, ezan
konusunda olduğu gibi birçok mevzûda ashâbıyla istişâre etmiştir. Hatta Ebû
Hureyre, Rasûlullah'tan daha çok ashâbıyla/arkadaşlarıyla istişâre eden kimse
görmediğini belirtmektedir. Bundan dolayı İbn Teymiyye; ?idâreciler istişâreden
muaf olamazlar. Çünkü Allah onu peygamberine emretmiştir? demektedir (İbn
Teymiyye, es-Siyâsetü'ş Şer'iyye (Mecmû'u Fetâva içinde), Riyad 1381-86, XXVIIl,
386, 387; Hemmâm Abdurrahîm Sa'd, "Arzu'l Ehâdisi'n-Nebeviyye el-Müteallike bi'ş-Şûrâ"
(eş-Şûrâ fi'l-İslâm içinde), Amman 1989, 1, 85-107). Bunun yanısıra sahâbe ve
özellikle Hulefâ-i râşidîn istişâreye büyük önem vermişler, Hz. Ebû Bekir ve
Ömer (r.a.); istişâre etmek üzere Hz. Osman, Hz. Ali, Abdurrahman b. Avf, Muaz
b. Cebel, Ubey b. Kâ'b, Zeyd b. Sâbit ve diğer ashab'tan oluşan birer müşâvere
heyeti oluşturmuşlardır (İbn Sa'd, et-Tabakât (nşr. İhsan Abbas), Beyrut
1388/1968, II, 350-352; Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, Haydarâbâd 1355, X, 114-
115; Müttakî el-Hindi, Kenzu'l-Ummâl, Beyrut 1405/1985, V, 627; Said Ramazan el-Bûtî,
"eş-Şûrâ fî Cehdi'l-Hulefâi'r-Râşidîn (eş-Şûrâ fi'l-İslâm içinde), l, 113-167).
İslâm hükümeti, 3/Âl-i İmrân, 159. âyette
belirtildiği üzere meşveret (istişâre) esası üzerine kurulmuştur (Abdülkerim
Zeydan, el- Vecîz f; usûli'l fıkh, Bağdad 1405/1985, s. 358; M. Hamîdullah,
İslâm Peygamberi (Trc. S. Tuğ), İstanbul 1980 II, 942). Bu özelliğiyle İslâm
idaresi bir şahsın diktatörlüğüne dayanan "otokrasi"den; kendisinde İlâhî bir
sıfat olduğu iddiasıyla ortaya çıkan kişinin idaresine dayanan "teokrasi"den;
üstün azınlık sınıfının hâkimiyetine dayanan "oligarşi"den; kişilerin hevâ ve
heveslerine göre idare ettiği "demagoji"den ayrılır (İzzüddin et-Temîmî, eş-Şûrâ
beyne'l-Esâle ve'l-Muâsıra, Amman 1405/1985, s. 27-28).
İslâm'daki istişâre sistemi çoğunluk veya
azınlık farkı gözetilmeksizin, imkân dâhilinde herkesin görüşünü almayı
gerektirmekte; bunun yanında görüşler içinde tercihe şayan olanın parmak
hesabıyla değil, derin ve tarafsız aklî araştırma neticesi tesbit edilmiş olanın
tatbik mecbûriyetini içermektedir (Ma'rûf ed-Devâlibî, İslâm'da Devlet ve
İktidar (trc. Mehmed S. Hatipoğlu), İstanbul 1985, s. 55). Bu sistem iktidar
nazariyesinde bir yenilik olup, kapitalist demokratik rejimlerdeki şekliyle
ekseriyetin ekalliyete; sosyalist demokratik rejimlerde olduğu gibi ekalliyetin
ekseriyete tahakkümünü safdışı etmektedir. Bununla beraber İslâmî müşâvere
sistemi, arzu edilen neticeyi verebilmesi için belli bir pedagojik (terbiyevî)
hazırlık devresini gerektirmektedir (Devâlibî, a.g.e., s. 56).
Devlet başkanının istişâre edeceği heyet değişik
bir kadro teşkil edebilir. Şûrâ meclisi Uhud savaşında Hz. Peygamberin
müslümanlarla istişâresinde olduğu gibi bazen halkın çoğunluğu (Ahmed b. Hanbel,
Müsned, III, 351); bazen Havâzin ganimetleri meselesinde olduğu gibi istişâre
ânında mevcut müslümanların tamamı; bazen Hendek muhâsarasında Gatafan'ın
çekilmesi için yapılacak antlaşmalarda görüldüğü üzere Sa'd b. Muâz ve Sa'd b.
Ubâde gibi kendi kavimleri içinden yükselmiş kişiler (Abdurrezzak, el-Musannef,
Beyrut 1403/1983, V, 367-368; Heysemî, Mecmau'z Zevâid, Beyrut 1967, VI,
130-133); bazen de Bedir esirleri konusunda olduğu gibi, müslümanların bir kısmı
şûrâ meclisini oluştururlar (Ahmed b. Hanbel, a.g.e., III, 105, 188, 219-220;
Abdülkerim Zeydan, İslâm'da Ferd ve Devlet, İstanbul 1978, s. 99-100). Ancak
şûrâ meclisi kimlerden oluşursa oluşsun, ortaya çıkan hükümler, İslâm'ın genel
prensiplerine aykırı olamayacağından, halk üzerinde keyfî bir idare,
diktatörlük, zulüm ve adâletsizlik meydana getirmeyecektir. Zira İslâm âdil bir
sistemdir.
Devlet erkânı bilmedikleri ve içinden
çıkamadıkları dinî konularda âlimlerle; cihadla ilgili konularda ordu
komutanlarıyla; ümmetin menfaatine yönelik mevzûlarda halk büyükleriyle;
memleket dâvâlarında yazarlar, nâzırlar, işçi ve memur temsilcileriyle istişâre
etmeleri durumunda bu prensip amacına ulaşır. istişâre yapılan kişiler hakkıyla
dindar, bilgili (sahasında uzman), akıllı ve tecrübeli olmalıdır (Kurtubî,
a.g.e., IV, 249-250).
İstişâre bir nevi ictihad demektir. Konusunu ise
Kur'an ve Sünnetin açıkça beyan etmediği konular teşkil eder (Şerbâsî,
Yes'elûneke fi'd-dîni ve'l-Hayât, Beyrut 1980, IV, 169; M. Vehbi,
Hulâsatü'l-Beyân, İstanbul, ts. (Üçdal), II, 766). Devlet başkanı ile şûrâ
meclisi arasında anlaşmazlık çıkması halinde, ihtilâf konusunu tartışıp
inceledikten sonra görüş bildirecek bilirkişilerden oluşacak hakem heyeti
kurulabilir. Hz. Ömer bunu tatbik etmiştir. Şam'a giderken, yolda, orada veba
salgını olduğunu öğrenince, yola devam edip etmeme konusunda muhâcirlerle
istişâre etmiş; anlaşma olmaması üzerine ensarla görüşmüş; yine netice
çıkmayınca ilk muhâcirlerden Kureyş büyükleriyle müşâvere etmiş ve onların geri
dönme yolundaki teklifini kabul ederek maiyetiyle birlikte geri dönmüştür
(Buhârî, Tıb 30; Hiyel 13; Müslim, Selâm 98, 100; Muvatta', Medine 22, 24; Ahmed
b. Hanbel, Müsned I/194; M. Reşid Rızâ, Tefsirü'l-Menar, Beyrut, ts.
(Dârü'l-Ma'rife), V, 196-197; Zeydan, a.g.e., s. 103). Bu gibi durumlarda Hz.
Peygamber'in çoğunluğun görüşüne uyduğu da olmuştur. Meselâ Uhud'da Medine'nin
dışına çıkmanın aleyhinde olduğu halde, ekseriyetin isteği üzerine şehir dışında
savaşmıştır (Ahmed b. Hanbel, a.g.e., III/351; Zeydan, a.g.e., s. 103-104). (1)