Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Hz. Peygamber İstişâreye Muhtaç mı?.
Hz
Hz. Peygamber
İstişâreye Muhtaç mı?
Bu soru, Hz. Peygamber hakkında
kabul edilen umûmîi telâkkîler muvâcehesinde hatıra gelebilecek mühim bir
sorudur. Zira, Rasûlullah'ın Kur'an'da ifadesini bulan vahiy dışındaki
sözlerinde bile vahy-i gayr-i metluv denen bir nevi vahye, irşâ-ı İlâhîye mazhar
olduğu, onun kendi hevasından bir şey söylemediği gerek Kur'an'da (53/Necm, 3)
ve gerek hadislerde (Bak. Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensû, Mısır, 1314, 6/122) gelmiş
bulunan nasslarla ifade edilmiştir. Abdullah İbnu Amr'dan gelen rivâyet
"öfkeli halinde bile ağzından sadece hak kelam çıktığını" ifade ederken (Ebû
Dâvud, İlim 3, hadis no: 3646), Ebû Hureyre'den gelen bir rivâyet
"şakalaşmalarında da haktan başka bir şey çıkmadığını" ifade eder. Bu sonuncu
rivâyet aynen şöyle: "Hz. Peygamber (s.a.s.), bir defasında: "Ben haktan
bakşa bir şey söylemem" buyurdu. Orada bulunan Ashab'tan bazıları: "Ama siz,
ey Allah'ın Rasûlü, bizimle şakalaşıyorsunuz" dediler. Cevaben: "(Şaka
sırasında da olsa) haktan başka bir şey söylemem" buyurdu." (Ahmed bin
Hanbel, II/340; Tirmizî, Birr 57)
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in her an
İlâhî murâkabe altında bulunduğunu, kendisinden husûsî ictihâdına mebnî
meselelerde hata varid olacak olsa bile -az sonra açıklayacağız- bu hata
üzerinde ilanihaye ibka edilmeyip İlahî tashih ve uyarıya mazhar olacağına en
güzel, en ikna edici misal, Bedir esirlerine yapılacak muamele ile alâkalı
istişâreden sonra gelen vahiydir. Hz. Peygamber'in aldığı karar İlahî iradeye
uygun gelmemesi sebebiyle müteakiben gelen vahy Hz. Peygamber (s.a.s.)'i hüngür
hüngür ağlatacak kadar şiddetli bir ifade ile tenbih ve tashih etmiştir.
İstişarede Hz. Ebû Bekir fidye mukabili serbest bırakılmalarını, Hz. Ömer
hepsinin öldürülmelerini, Abdullah İbnu Ravaha ateşte yakılmalarını teklif
etmişti. Hz. Peygamber ise, Hz. Ebû Bekr'in görüşünü muvafık bularak, fidye
mukabili serbest bırakılmalarını karar altına almıştı (İbn Kesir, Tefsir,
3/346). Bu kararı şiddetle kınayan âyette şu ibare de mevcuttur: "...Daha
önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük
bir azab erişirdi." (8/Enfâl, 67-68)
Burada şunu belirtmemiz
gerekmektedir: Hz. Peygamber (aleyissalâtu vesselâm) her hususta en güzelin, en
faydalının, en doğrunun örneğini vermek vazifesiyle muvazzaftır. İstişare
husûsunda da bu vazifeyle muvazzaftır. Öyle ise her seferinde, her işinde
mûcizeye, sarih vahye dayansaydı bu "örnek olma" vazifesi yerine gelmemiş
olurdu. Öyle ise, peygamber ve elçi olmak haysiyetiyle Allah'la olan irtibatı
açısından zuhur eden meselelerin hallinde insanlarla istişâreye ihtiyacı
olmamakla beraber, insanlara istişârenin lüzumu, ehemmiyeti ve nasıl yapılması
lazım geldiğini öğretme vazifesiyle de muvazzaf olması sebebiyle istişâreye yer
vermek zorundadır. Nitekim, söylediğimiz bu hususu, te'yid eden bir rivâyet İbnu
Abbas'tan gelmektedir: "Onlarla iş husûsunda istişâre et..." (3/Âl-i
İmrân, 159) âyeti nâzil olduğu zaman Hz. Peygamber (s.a.s.) şunu söyledi:
"(Şunu bilin ki) Allah ve Rasûlü istişâreye muhtaç değildir. Fakat, Cenâb-ı Hak,
ümmetime bir rahmet olarak bunu emretmiştir" (Suyûtî, Hasâisu'l-Kübrâ,
I/257). Bunu te'yid eden bir başka rivâyette: "Cebrâil'in Hz. Peygamber'e
Kur'an'ı indirdiği gibi sünneti de indirdiği" belirtilir (Suyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr,
6/122)
Şu halde Hz. Peygamber, taşıdığı
peygamberlik vasfının bir yönü icabı istişâreye muhtaç değilse de, diğer bir
yönü, yani örnek olmak, öğretmek yönüyle de istişâre yapmakla muvazzaftır.
Alimler meselenin bu yönünü tavzihte müttefiktirler. Hasan-ı Basri şöyle der: "Cenâb-ı
Hak: "İş husûsunda onlarla istişâre et" diyerek mahlûkatın en kâmiline
meşvereti emretti. Bu emir, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in ashâbına olan ihtiyacı
sebebiyle değildir. Bu emirle Cenab-ı Hak, bize meşveretin fazilet ve
ehemmiyetini öğretmek ve Müslümanların meşvereti hayatlarında tatbik etmelerini
sağlamak; kişinin, âlim bile olsa insanlarla meşverette bulunması gerektiğini
öğretmek istemiştir." (İbn Ma'n ed-Dürrî, Temyiz, Yazma, Damat İbrahim Paşa, No:
945, 60/a)
Katâde de aynı âyeti açıklarken
emrin Hz. Peygamber'in ashâbının fikirlerine olan ihtiyacından ziyade terbiyevî
yönünü dile getirir: "Allah, müşâvereyi Ashab'ın Hz. Peygamber'e ülfet ve
yakınlığını artırmak ve onların (içlerinden geçebilecek her çeşit mülâhazaları
bertaraf ederek) nefislerini hoş kılmak için emretti" (31)
Müşâvere emrinin "kalplerin hoş
kılınması" gayesine raci olduğu farklı alimlerce te'yid edilen bir husustur
(Bak. İbn Kesir, Tefsir II/142, 143; Muhammed İbn Allan, Delîlu'l-Fâlihîn,
Mısır, 1971, III/209). İlk nazarda mübhem gibi gelen bu tabirin aydınlanması
maksadıyla İbn Kesir'in: "Böylece insanlar, yaptıkları işlerde daha şevkli (enşât)
olurlar" izahını (İbn Kesir, Tefsir II/142) kaydedebiliriz.
İstişâreye ehemmiyet vermeyen
diktatörlerin hâlet-i rûhiyesini inceleyen araştırmacılar onların son derece
kuşkulu ve ürkek olduklarını, zaman zaman delilik derecesine varan ruhî
bunalımlar geçirdiklerini ifade ederler.
Siyasî tarihçiler, diktatör
idarelerin, bizzat diktatörlerin ölümü ile sona erdiğini ifade ederken, sosyolog
ve içtimaiyatçılar da temeli istişâreye dayanan "demokratik" idare ve terbiyenin
halktaki mesuliyet ve teşebbüs ruhunu artırdığını belirtirler.
Şu halde, istişârenin
ehemmiyetinden bahsederken onun bu yönüne de hususen parmak basmak
gerekmektedir: İstişâre idare edenle idare edilenler arasında karşılıklı sevgi,
saygı, itimad ve güvenin en mühim sebeplerinden biridir. Fikri alınan kimse,
onlara karşı içinden geçebilecek kuşku, endişe, suizan, korku gibi hislerden
kalbini temizleyerek kendisine değer verilmiş olma düşüncesinin de iştirakiyle
samimi bir hürmet ve itaat duygusuyla bağlanacak, idare eden de bilmukabele ona
karşı daha ziyade merhamet ve şefkatini ziyadeleştirecektir. Eslaf alimlerimiz
bu durumu "ülfetin ziyadeleşmesi", "kalplerin hoş kılınması" gibi tâbirlerle
ifade etmişlerdir.